10
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2314
Okunma

"Ben sana dedim değil mi, üzerine bir şey al,ondan sonra çıkalım diye. Bak üşüyorsun işte."
Çay bahçesinin ormanlık alana doğru açılan keçi yolunda yürüyorlardı. Bu gün on dört şubattı. Yani sevgililer günüydü. Genç adamın avucunda sevgilisinin eli, sıkıca tutmuş halde yürüyordu. Hem yürüyor hem de konuşuyordu.:" Ah sevgili sen ne de güzelsin böyle. İlk senle tanıştığımda beni kabul etmeyeceğini sanmıştım oysa. Beni kabul etmen ne yüce gönüllülük, gel şu ağaçların arasından geçelim."
Çay bahçesinden biraz daha uzaklaşmaktı niyeti genç adamın, sevilisini öpmek istiyordu belki de kuytu bir köşede. Çay bahçesinin ormana açılan kısmına yer yer banklar konulmuş, eğer piknik amacıyla gelen aileler varsa daha rahat davransınlar diye. Ormanlık alanın içine girildiği sürece, çay bahçesi daha da görünmez oluyordu. Genç adam da ormanlık alanın içine doğru inen yolda yavaş yavaş indi, ne de olsa sevgilisi yanındaydı, ya sevgilisi tökezleyip düşerse ne yapardı. Sevgilisinin incinmemesi için her şeyi göze alabilirdi.
Genç adam:"Sevgilim şu bankın üzerinde oturalım hadi. Hem biraz dinlenmiş oluruz hem de sana anlatacaklarım var"
Bankın üzerine oturdu. "Bak ellerin üşümüş işte, ah siz kadınlar var ya , ortalığa güzel görünelim diye , kendinizi ateşe atarsınız. Ben seni beğeniyorum ya, daha ne olsun. Dur , paltomu çıkrtıp vereyim sana, üşüme."
Paltosunu çıkarttı, sevgilisinin omzuna koydu. Paltonun yakasını eliyle düzeltti, tekrar başladı konuşmaya:"Seninle ilk tanıştığımız günü hatırlıyor musun? Hani ben kuşlara yem atıyordum ve sen yanıma geldin, gülümsedin ve yem istedin ya kuşlara atmak için. İşte o an yıllardır seni beklediğimi farketim. Yıllardır hayalimde büyüttüğümü birden bire karşımda bulmuştum işte. Bir de senin yüce gönüllülüğün, beni şartsız, yargısız kabul etmen. Ah sevgili! Sen kendin aşksın. Sadece sevgili değil. Hem aşksın hem de aşkı içinde taşıyorsun"
Ayağa kalktı genç adam, eğildi, kulağına:"Kalk ayağa sana sarılayım. Ne de olsa bugün sevgililer günü, sana hediye almadım, param yok ki. Ama sana hediyden daha önemli bir şey vermek istiyorum. Sarılışımı. Seni kollarımın arasına alıp sıkmak. İki ayrı vucüdumuzu tek bir vucütta eritmek. Hadi sevgili kalk."
Ayakta olan genç adam kollarını sıkıca doladı birbirine:"Ah sevgili işte bu. Bak işte, bana sarıldın ya, gökkuşağının o yedi rengi birbiri içinde eridi, tek renge-beyaza- dönüştü.Bak işte az önce kara bir kuş başmızda uçarken, sarılışınla bülbül kondu şu dala. Ah sevgili iyi ki varsın"
Çay bahçesinde oturmuş, genç adamı izleyenler kimisi gülüyor kimisi de acımayla bakıyordu. Çay bahçesinde genç adamı rahatça gören bir yerde oturmuş olan Dr. Suzan Can ve kızı Su da vardı. Su annesine sordu:"Anne şu abi neden öyle acaip hareketler yapıyor, sanki yanında biri varmış gibi hareket ediyor. Bak herkes gülüyor ona"
Suzan Can elini kızının başına götürdü, okşadı kızının saçlarını:"Kızım bu tip insanlar, hasta insanlardır.Biz doktorlar onlara ’şizofren hasta’ diyoruz. Kendi hayal dünyalarında yarattıkları birileriyle konuşur, sohbet ederler. Kendilerine ait bir zihinsel dünyaları var bunların.Sadece ilaç tedavisi var, psikolojik desteğin de artık bir faydası yok. Eğer ilaç tedavisine cevap verse hastanın iyileşme ihtimali var. İlaçları bırakırsa yine eski haline dönüyor."
Suzan Can ve kızı Su bunları konuşurken az ötede sevgilisine sarılmış halde duran ’şizofren hasta’ sevgilisinin kulağına eğildi, fısıldadı, gülümsedi:"Ah sevgili bu kadar önemli bir günde evlilik teklifimi kabul etmenle bana dünyaları bağışladın."