Bir yılı aşkın süredir yazıyorum. Duygularımı, düşüncelerimi, özlemlerimi, umutlarımı, yaşadıklarımı, yaşayamadıklarımı, kurguladıklarımı…
Başlangıçta yaşadığım heyecan katlanarak artmaya devam ederken, kalemimdeki değişim de bana doğru yolda olduğuma dair işaretlerini veriyor. Kendimden memnunum, yazdıklarımı çok seviyorum. Bazen boş sayfama, boş gözlerle bakmıyor değilim. Ne yazacağımı ya da ne şekilde yazacağımı bilemediğim anlarım da çok oluyor. Böyle durumlarda başvurduğum yol; geçmişte yazdıklarıma bakmak. Öyle ya onların hepsi bana ait. Onların hepsi özden. Onların hepsi benden. Geçmişimden aldığım bu güç sayesinde bugüne dönüp karalamaya başladığımda yarına kalacak olan yeni yazım şekillenmiş oluyor. Her yazdığım beni geliştiriyor. Ve öğreneceğim daha çok şeyimin olduğunu bilerek kendim için yazmalarım devam ediyor.
Aslında yazmak, işin belki de en kolay kısmı.
Peki, yazdıklarımızı yaşayabiliyor muyuz? Yazdıklarımızın arkasında durup gerçek hayatta uygulayabiliyor muyuz?
Sıklıkla kullanılan
“ İçimdeki çocuğu buldum, içsel yolculuğuma çıktım, sorgulamalarım kendime ayna oldu, farkındalık yaşıyorum, var oluş amacıma uygun davranıyorum “ , gibi ifadelerin kaçını gerçek anlamda yapabiliyoruz?
Önyargılardan arınabildik mi ki arınmış gibi yapıp, bir de üzerine yazı yazıp, önyargılarınızdan kurtulun mesajını veriyoruz?
Bilincimizin farkında mıyız ki, bilinçaltından dem vurup onun oyununa gelmeyin diyoruz?Öfke, kızgınlık ve sıkıntımızı doğru
zamanda, doğru yerde ve doğru kişiye gösterebiliyor muyuz ki, duyguların kontrolünden bahseden yazılar yazıyoruz?
Kendimizi eleştirmeye kıyabiliyor muyuz ki, b
aşkasını eleştirme hakkını kendimizde görüyoruz? Özeleştiriye açığım derken eleştiri aldığımızda, tarzını beğenmediğimiz ifadeler bizi neden paniğe sürüklüyor?
Dış sesleri hayatımızın merkezine taşımışken nasıl oluyor da iç sesimizden bahsedebiliyoruz?
Tanrısal yazılarla sistemin işleyişini emir cümleleriyle biz kullarına zerk ettiren cümleleri nasıl da kolay kurabiliyoruz?
Bizim yazdıklarımızı okuyanlar, muazzam biri olduğumuzu düşünebilir pekâlâ. Hayatı çözmüş biri. İletişimde, problem çözmede, işbirliğinde sorun yaşamayan biri. Görünmeyeni göstermeye çalışan biri. Yarım kalmış kelimelerden cümleler yaratabilen biri. Yüreğimize sağlık biri.
Ve de en önemlisi suya yazan biri… Eksikliğini hissettiğimiz şeyler belki de yazılarımızın konusunun içinde gizli.
Zamanı an’da yaşamakta zorlandığım için mi “Zaman Beklemez” i yazdım?
Kukla ve efendilerimi bulmak için mi “Kuklalar” ı yazdım?
Eylül ayına yüklemeler yapmaktan tedirginlik duyduğum için mi “Eylül” ü yazdım?
Geçmişimin canımı çok acıttığı bir hatırlama durumunda, kendimi rahatlatmak için mi “Fotoğraflar” ı yazdım?
Yolu yarılamış olmaktan duyduğum ürkekliği telâfi etmek için mi “35 Yaş Kadını” nı yazdım?
Bitişine engel olamadığım bir arkadaşlığın ardından duyduğum üzüntümü, mantıklı açıklamalarla boğmaya çalıştığım için mi “Arkadaş” ı yazdım?
...
Yazdıklarımızın ne kadarıyız? Galiba yazdıklarımızdan daha azız. Uygulayamadığımız konular üzerinde yazı yazıp kendimizi oyalamayalım. Ancak kendimize karşı dürüst olursak okuyucuların karşısına da tüm samimiyetimizle çıkabiliriz. Yoksa tersi durumlar ahkâm kesmekten öteye gidemez.
Kimin kör, kimin sağır olduğu belli olmayan ortamlarda
“körler, sağırlar birbirini ağırlar” dan öteye gitmeyen, birbirine benzer yazı ve yorumlar kuşatır dört bir tarafı. Pohpohlanmaya ihtiyaç duyan ego, alkışa doymaz olur. Şakşağı bol olan ama içi boşalan yazılar çıkar ortaya.
Nasıl ki bol övgüsü olan her yazı, iyi yazı değilse, hiç övgü almayan her yazı da kötü yazı değildir. Bir yazıyı okuyup bitirdikten sonra-yazanın ismi belirtilmese bile- “Bunu kesin “O” yazmıştır. Bu “O ‘ nun kalemine benziyor”, gibi farklılığını ortaya koyabilen yazılar, orijinaldir.
Farklı satırlar dikkat çeker, bunun içindir ki her
zaman esin kaynağı olurlar. Olmalıdırlar da. Tıpkı bir okul gibi. Öğretirler öğrenmek isteyene. Verirler almak isteyene. Kırılırlar ç/almak isteyene. Daha da büyürler böylelikle. Kalıcılıkları, unutulmayışları kat be kat artar k/alıntılarla çöplenenler sayesinde.
Şimdi yazmak değil, yaşamak zamanı.
Şimdi buyurmak değil, uygulamak zamanı.
Şimdi alkışlanmak değil, alkışı hak etmek zamanı.
Şimdi söylenmek değil, yüzleşmek zamanı.
Şimdi yürütmek değil, üretmek zamanı. Özden HORAN
04/02/2009
Fotoğraf: Ahmet Şevki AKAGÜN