3
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
819
Okunma

Sizin hiç gecekondunuz oldu mu? Yoksa olmadı mı? Ne oldu? Neden öyle bakıyorsunuz? Kötü mü gecekondular? Neden acaba? Kötü görünüyorlar ve göze hoş gelmiyorlar değil mi? Öyle mi? Aman ne kadar acı. Düşünmüyoruz maalesef. İnsanın ayırt edici özelliğine dikkat çekercesine Kutsal Kitabımızda tekrar tekrar tekrar ve tekrar bu yazmıyor mu? :
“Bir kâhinin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz!”
(69/42)
__________________
Gecekondu mahallesi adı verilip de horlanan, küçümsenen burjuva adamın ya da kadının da burunlarından çıkan salya sümükle eş tutulan o mahallelerin birinde yaşıyordu Bircan. İkiye gidiyordu sitelerin mahallesinde bulunan o lüküs lisede. En çalışkanıydı sınıfın, her ne kadar sosyete çocukları, içinden sümük çıkan burunlarını havada tutmak için ellerinden geleni yapsalar da.
Yaşıyordu ama, yaşayabiliyordu hala ve mutluydu da o katsız, kutlu ve kutu evde yaşamaktan, annesi babası ve kardeşleriyle aynı odada uyumaktan ve bir havayı paylaşarak solumaktan. Yerindeydi huzuru, yalan söylemesin işte hiç kimse, derslerine bile çalışabiliyordu gönlünce. 3 tane daha kardeşle birlikte.
Fakirlerdi tabi ki de, bunu söylemeye de gerek var mı? Ne de olsa o kocaman kocaman tuvaletleri çok değerli bedenleriyle dolduran zengin insanlar, zaten en lüks villalarla ve son model yabancı marka arabalarla servetlerini har vurup harman savurmak zorunda değiller miydi? Bu yer kapma, toprak kapma sonrasında da yerle rolleri değişme oyununda böylesine izbe yerler fakirlere ayrılmamış mıydı zaten ta en baştan? Ve bir gecekonduda yaşarsa bir zengin, bu kurallara aykırı değil miydi? Tam tersi de aynı şekilde, fakirin villası olamaz. Oyunbozanlıktı böyle olması.
Bircanlar bu evde tabi ki de fakir yaşıyorlardı. Kendilerince şerefliydiler, kişilikleri vardı, her ne kadar sürü psikolojisi dinine mensup toplum, onları hakir görse de.
Yo, bir yanlışlık vardı ortada, fakirdi onlar; hakir değil.
O seyyar manavıyla zabıtaya yakalanmamış, bir şeyler de satabilmişse ve bunun sonucunda da eve getirebilmişse bir şeyler babası, güzelce doyuyordu karınları.
Yo, çok aç kalmıyorlardı ki…
Sevgi pişiriyordu annesi, fedakarlık kaynatıyordu babası, ve beraberlik fırınından getirdiği ekmeklerle Bircan’ın, ziyafet çekiyorlardı, aile reisini zabıta yakaladığı günlerin akşamlarında. Aç yatmıyorlardı ama. Birbirlerine sarılıp, bir olup öyle uyuyorlardı ertelenmiş rüyalarını görmek üzere.
Yo, çalmıyordu hiçbir şey onlar…
Sonra, günlerden bir gün, illa bir olay olacak ya böyle hikayelerde, tam da Bircan’ın en sevdiği tatil günü, sabah sabah ailesiyle o sıcacık kahvaltısını yapmak üzereyken Bircan o Cumartesi, kapının önünden gelen, önce o hırıltılı, hatta kükremeli mekanik sesler girdi kulaklardan içeri.
Elinde kaldı Bircan’ın pekmezli ekmeği. Başı öne eğildi. Bakmadı babasına. Cesaret edemedi bakmaya. Baksaydı fark edecekti babasının kuru ekmeği yutamadığını. Babasının boğazında sıralandığını ekmek parçalarının. Birkaç hıçkırık sesi geldi annesinden. En küçük kardeşi sordu: “Abla, ne oldu?”
________________________
Ne yani, siz hala bütün gecekonduların gerçekten de gece mi konduklarını zannediyorsunuz? Ya da gerçekten haberiniz var mı gecekonduların üzerine konan o koca koca apartmanlardan? Yoksa gecekonduların üzerine konan yığın yığın paralardan mı demeliyim acaba? “Ev üstünde ev, insan yiyen dev” derlerken bunu mu kastediyorlardı gerçekten yoksa?
Yo, çarpık kentleşmeyi ve gecekondu mahallelerinde yaşayanların o zor şartlar altında yaşamalarını destekliyor değilim.
Sadece düşünüyorum biraz. Ne oluyor onlara? Seçim geliyor diye, önce gecekondu yapmalarına izin verilip, sonra “YUVA”larının üzerine konulduktan sonra.
Bu arada, söylemeyi unuttum da, siz hala sadece bir can mı olduğunu düşünüyorsunuz onların?