Türkü söylerken sanki kükrerdi Sazın öksüz kaldı,telin paslandı Kiziroğlu atına pek berk binerdi Mızrabın sana küstü ay Çobanoğlu...
Endamın duruşunla bir idolsün sen Aşıklar kralısın hem babasın sen Sesin titretirdi yeri türkü söylerken Yürekler sızladı ay Çobanoğlu...
Kars’ın gururusun, sen Anadolusun Sazınla sesinle yürekler dolusun Kabrinde dilerim rahat uyursun Erken gittin yiğit, mert Çobanoğlu...
* Çobanoğlu arzuhalin bildirdin Çok yiğidin gül benzini soldurdun Aşıkları gurbet elde öldürdün Var git dünya daha sana güvenmem MURAT ÇOBANOĞLU...
« Önceki Şiir Sonraki Şiir »
Acaba Nedir?: ay , berk , bir , daha , dünya , git , gurbet , gül , mert , sana , türkü Yorumlar
Şaban Aktaş VIP üye
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
19 Aralık 2008 Cuma 12:24:13 Anadolu ozan dolu Oğul uşak kızan dolu Aşkı tele yazan dolu Aşıktın sen Çobanoğlu
Soyun ulu Türk soyudur Boyun belli Türk boyudur Sesin her ilden duyulur Aşıktın sen Çobanoğlu
Sesin sesimizde sestir Bir türküdür bin nefestir Estir seher yelin estir Aşıktın sen Çobanoğlu
Aktaş eser yeller ile Elde mızrap teller ile Hep kırmızıgüller ile Aşıktın sen Çobanoğlu...Saygılar Deniz kardeş, dolu anıma geldi vurdum tele böyle dillendi...
Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Ben seni; Başaktaki dane gibi kutsal, Değirmende öğütülen; Has un gibi makbul görmüşüm. Ben seni; Ayranıma doğradığım ekmeğin tadında, Yalnızlığımın nağmelerinde sevmişim. Ben seni; Baharları yakalayamasam da, Dipsiz kuyulara taşlar atsam da, Dilenci olmak pahasına, Hasret hasret sevmişim. Ben seni; Gecelerin gebeliğine rağmen, İsli şavkın camından güneşi beklerken, İki yana düşen yorgun kollarla, Yılmadan, inatla, umutla sevmişim. Ben seni; Ayaz gecelerde sarıldığım yorgan misali, Hohlamayla ısıtılan ellerin masumiyetinde, Avaz avaz haykırmak isteyen bir yürekle, Seni, sen olduğun için sevmişim. Ben seni, Birlikte uyanılan sabahlarda, Bir tastan içilen tarhananın sıcaklığında, Pencere camlarında beklenen, Sevgili dönüşlerindeki heyecanla sevmişim. Aynaya kemdim için değil, Seni göz beklerimde seyretmek için bakmışım. Ben seni; İki ayrı bedende bir ruh, Aynı yastıkta iki sevdalı baş olmak, Birlikte gülüp, birlikte ağlamak , Bize biçilen, Ömür denen elbisede tek vücut olmak, Hayat denen yolda birlikte yürümek, Birlikte yaşlanmak, Ve… Gün geldiğinde, Elele birlikte… Sessizce çekip gitmek için sevmişim. Hak mıydı ey sevgili? Reva mıydı, bana biçtiğin? Ben seni; Ya çok sevmişim, Ya gözümde çoook büyütmüşüm.
23 Haziran 2011 Perşembe 19:25:54 Son dizeye gelince ne çağrıştırdı sözler; .. Sözlerim neden sitemkâr Sende az mı emeğim var Gönül bu kadar ucuz mu Sevmenin bir bedeli var
Başaklarca dolgun tane Erdemliye yok bahane, Dıştan baktım pek şahane Sanki az mı zırdeli var?
Şaban Aktaş tarafından 6/23/2011 7:31:29 PM zamanında düzenlenmiştir.
Ellerini verir misin? Verir misin ben gibi bir çocuğa Yırtılan çığlıklarıma yama yapar mısın? Üstüm/başım dağılmış, aldırma Kalbim dağılıyor şarapnel parçalarıyla
Ellerini verir misin? İnan bana bir şey yapmayacağım Sadece tutmak istiyorum ellerinden Ve yanında yürümek Başımı omzuna yaslayarak Peşin sıra gelenlere bakmak istiyorum
Ellerini verir misin? Açıp avuçlarını semaya Dua eder misin Zulme uğrayan halkıma Umut için Var olmak için Dua eder misin benimle
Bırakma beni Zalimin zulmüne uğramaktan İnsan olmayı unutanların ellerine Ve barut kokusuna Ve cana susamışlara
Bırakma beni Kan emici vampirlerin dişlerine
Suzan Can Antalya
« Önceki Şiir Sonraki Şiir »
Acaba Nedir?: Yorumlar
Şaban Aktaş VIP üye
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
05 Ocak 2009 Pazartesi 21:36:56 Ve düşlerimiz ellerimizle birlikte terketti bizi, tetik çekmeye koyulduk düşmana inat bir gün daha fazla yaşamak için fabrikalar kurup fabrikalar yapan fabrikalar kurup büyüyen umutların esiri olduk sarmak için yarasını insanlığın kırmak için çarkını esaretin sömürünün zulmün; başka yolu yoktu kurtuluşun AÇTIK GÜNEŞE KAPIMIZI HER SABAH... ..............................................
SUZAN CAN BEYAZ GÜLLER KARANFİLLER YASEMİNLER BIRAKTIM GÜZEL YÜREĞİN İÇİN.SAYGIYLA.
Şaban Aktaş tarafından 1/5/2009 10:03:25 PM zamanında düzenlenmiştir.
05 Ocak 2009 Pazartesi 15:11:55 Hüzünleri dantelleyip içine Çocuk yüzlü motifleri çizersin// GÖRMEK İÇİN GÖZ GEREK/YANMAK İÇİN KÖZ GEREK/ HER YÜREK DAYANMAZ Kİ/ DAYANMAYA ÖZ GEREK...SAYGILAR...KUTLARIM GÜZEL ŞİİRDİ...
BENDE ÖMÜR İKİNDİ, SENDEKİ SEHER VAKTİ. BEN HAZANI YAŞARKEN, MEVSİMİN GÜLLER VAKTİ.
Şahin HANELÇİ 03.09.2008 Ortaköy/İstanbul
Fotoğraf İnternetten Alınmıştır
« Önceki Şiir Sonraki Şiir »
Acaba Nedir?: Yorumlar
Şaban Aktaş VIP üye
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
04 Ocak 2009 Pazar 22:50:23 Aynı aşka ben de düştüm O kuşluk vaktinde ben ömrün ikindisindeydim Aşkın en tatlı, dönüşü olmayan En çaresiz mevsimindeydim...ZOR DOSTUM ZOR..KOLAY GELSİN AMA BU DERT HİÇ DE KOLAY ÇEKİLMEZ.SELAM VE SAYGIYLA...
nasıl becerirler yaşamayı bir düşünsen şaşarsın dayan memurum dayan sen bu krizide aşarsın
daha yalın görmek için aşağıdakilerin halini çıkalım gök yüzüne ben güneş olayım mesela sense ay memura yine dörtbuçuk zam verilmiş vay anam vay...
Gürsel CENGİZ
« Önceki Şiir Sonraki Şiir »
Acaba Nedir?: Yorumlar
Şaban Aktaş VIP üye
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
27 Aralık 2008 Cumartesi 09:44:38 Damla damla verip, göl gibi alırlar Dört var, dörtten sonra beş Arada da virgül var; gör bak Geri alırken virgülü kaldırırlar...
Bu hızla artarsa enflasyon Yaşanmaz artık, açlık ve hayata son !
..................................................ŞİİR YAZDIRTTIN DOSTUM,NALINA VUR MIHINA DA VUR !Saygımla.
Işığın iflahını kesecek Kadar keskin Gök kuşağının ise En ulaşılmaz rengiydi
Derinliğine Bulutların üstünde Yaşadığı bir ömürde
Kuş tüyü yastıklarda Dinlendirdi başını
Görmedi çevresindeki İnsanı garibi yetimi İndirmedi mağrur adam Çattığı kaşını
Duysun dedik Dünya alem
Seladan gayri İlanını caddelere Altın yaldızlı Kokulu kağıtlarla astık
Ömür bitti Şimdi başının altına Kondu Taştan bir yastık…
Gürsel CENGİZ
« Önceki Şiir Sonraki Şiir »
Acaba Nedir?: Yorumlar
Şaban Aktaş VIP üye
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
26 Aralık 2008 Cuma 12:17:24 ey fani uyan; sana yüz kere dedik meclisinde erenlerin anlamadın dinlemedin hep hayır dedin dostları ezdin çiğnedin ne bu şimdi yani çok geç değil mi diyeceksin dünya hali; nihayet anladın hani Şimdi git de öbür yana anlatırız yine biz vakitlice anlamayana !
Saygılar Gürsel dost...Kutlarım güzel ve değişikti...
25 Aralık 2008 Perşembe 14:22:48 Yeri göğü birbirine kattıktan sonra, Suda balık olsan da bir Havada kuş olsan da Ya da gecelerde yldız Ay olsan, güneş olsa da bir--KUTLARIM ŞİİRİNİ ŞAİR. SAYGILAR ŞAHAN BEY...
Sevdaya köle düşersin Her gün yanarsın pişersin Yedi kat göğe uçarsın Arayan mevlasın bulur
Elde kalan bir eyvahtır Ağlatıp inleten ahtır Gecenin sonu sabahtır Güneşi gece doğurur
Bak şu gönül toprağına Çiy düşer gül yaprağına Sis çöker gönül dağına Dağdan dağa yel savurur....DUYGULARIN DİLİNİ OKUMA K DA AŞIKLARIN MEZİYETİDİR.SAYGILAR BU GÜZEL TEMİZ DUYGULAR İÇİN...
Bahar geçeli çok oldu. Bülbül değil artık,öten karşı koruda.. Papatyalar yok artık.... Onlar,kırlangıçların kanatlarında, Başka gönüllere, Derman olmak üzere fallarda...
Bu mevsim sonbahar. Sönen yıldızların,kaybolan ışığında.....
Eda Tüter.
« Önceki Şiir Sonraki Şiir »
Acaba Nedir?: Yorumlar
Şaban Aktaş VIP üye
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
24 Aralık 2008 Çarşamba 22:04:29 HAZAN BASMIŞ GÖR DALLARI RUHUN DA BÖYLE HALLERİ HANİ İLKBAHAR GÜLLERİ YAPRAK DÖKEN GÜLE DÖNDÜM
PAPATYALAR AÇMAZ OLDU FALLAR YİNE ÇIKMAZ OLDU ÖMÜR GÜLÜ NE TEZ SOLDU BİR GECELİK DÜNE DÖNDÜM
Son bahar örtmüş mevsimleri Son baharımda sen koktun Dün gece yine Havada hüzün Yüzüme üfleyen meltem yeli Uzaklaşıyordun durmadan benden Mesafeler uzadıkça uzadı İşte yapraklar tek tek sararıp düştü avucuma Sensiz bir gecenin sabahında seher yeli Karıştırdı tüm sayfalarımı Oysa seni yazmıştım Bütün gece seni yazmıştım Özlüyordum bekliyordum Gözlerime Sol yanıma söz geçiremiyordum Mevsim son bahar Yüreğimde sensiz hüzün var Yokluğunda yüreğim sancıda Bedenim üşüdü Sayfalar sararmış Son bahar yaprakları gibi Düştü düşecek Avuçlarına aldığın ellerim şimdi üşüyor Son bahar örtmüştü Sevgimizi bir duvak gibi
Gurbet Meleği
« Önceki Şiir Sonraki Şiir »
Acaba Nedir?: Yorumlar
Şaban Aktaş VIP üye
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
24 Aralık 2008 Çarşamba 21:11:31 Bir yel deyip geçme esen Neler getirir bir bilsen Estkçe meltem rüzgarı Alır gider beni senden
Yüreğimde bir sancı var Sararıp kalır sayfalar Avuçlarım üşür şimdi Şimdi her mevsim sonbahar...saygılar Gurbet meleği...DUYGULU OLDUĞU BELLİ DEĞİL Mİ?
Gelme Artık Çok Geç Biz olamadık, biz olmayı başaramadık.Sen ayrı dünyanın insanısın dediğin gün, kendimi ait olduğum dünyaya gömdüm.Seni de kendi dünyana !
Ellerimi tutup gözlerimin içine nasıl baktın, aklından geçenleri kendine nasıl anlattın bilemiyorum ama, sen seni affetsen de benden af bekleme ! Ben seni affetmedikçe de rahat uyuma !
Hem sevdin hem de kendinden ayrı koydun. Nasıl sevgiydi bu ? Aşkın bilmediğim oyunumuydu bu ? Ne bıraktın,ne kavuştun yollarımız birleşemedi bir türlü ! Gönlümü yakan sözlerin yalanmış meğer anladım geç de olsa !
Oysa, seni beklerdim gecelerin sabaha yakalanan son ışıklarına kadar. Umudum bitene , güneş tepelerden yükselip ben geldim o gelmez diyene kadar. Gözlerime yaş, yüreğime korkular bıraktın yıllarca.Sevgimdin ektim seni, yeşertene kadar ! Bir gün çıkıp gelmedin yar !
GÖRÜŞMEYELİM Biliyor musun bilmem ama sen özeldin, benim iç dünyamı öğrendin.Çoğu kişi kibirli bulur beni.İsmimden mi nedir ?
İlk sen ağlattın beni burda..İlk sen cevap verdin... Senin için nicelerini küstürdüm... Ve her şeyde ilk sen olduğun için, ilk yanlışı da sen yaptın yüreğime..
Yüreğimin gözü ile gördüğüm sen, dünya gözüyle baktın gözlerimin içine ... İşte en nihayet dedi yüreğim, hiç bir şey göründüğü gibi olmuyor, uzaklar yakınlaştıkça, şekil değiştiriyor gözlere çizilen resim...
Oysa, inanan ve inandığını gösterme çabası içine giren sen, bilmeliydin ki, özünde ne varsa insanın, gözünde de o vardır..Benim istediğim gibi değil, kendin gibi öz gelmeliydin gönül bağıma...
Olduğun gibi görünmeliydin, göründüğün gibi de olmalıydın...Gecenin aydınlatamadığı maskelerin gün ışığına kavuşamadan eridiğine şahittim ben... Bu dünyada sefa sürmenin, günü gün etmenin ,anlık doyumlar için farklı görünmenin ,başkası olmanın bedelini ağır ağır öder insan.... Dierim sen bu bedeli ağır ödemezsin.
Kızmadım sana inan, hakkım varsa helal...Sadece şunu bil istedim, dünya gözüne ihtiyacım yok !
Tek isteğim, ne burda ne orada görüşmeyelim..
HOŞCAKAL.....
Okudunuğunuz yazı toplam 18 kere görüntülenmiştir.
Yorumlar
Şaban Aktaş 23 Aralık 2008 Salı 01:11:16 İMKANI YOK
Kim küstürdü seni böyle ? Çekeyim kulağ'nı söyle Yalan mı söylenirmiş hiç Böyle güzel seven kalbe?
Ya olduğun gibi görün Ya da göründüğünce ol Maskeleri eritince Tez göründü bize bu yol...
Günlük eğlence değilim Gününe gece değilim Dilinde hece değilim Çekilir mi bu hiç ayol?
Ya olduğun gibi görün Ya da göründüğünce ol Maskeleri eritince Tez göründü bize bu yol...
AŞKA EVET; ANCAK ALİ VELİ; DEYİNCE İSTER İSTEMEZ KAFİYELİ SÖZCÜKLER GEÇTİ DÜŞÜMDEN.. ALİ VELİ/ÇOK OLDU ONLAR MEZARA GÖMÜLELİ VE KENDİNE HAYRI OLSAYDI ÖLÜLERİN KALKAR MEZARLARINDAN GELİRLERDİ GERİ...
TÜM BU SÖZCÜKLERİN SIKÇA TELAFFUZ EDİLMESİ, ANCAK VE ANCAK EMPERYALİZMİN BAŞLATTIĞI MOZAİK KÜLTÜRLERİ PARÇALAMA AMACINA YÖNELİK GAYRETLERİN BİR PARÇASI OLARAK KULLANILMAKTA NE YAZIK Kİ...
BİZLER TARİKAT TOPLUMU MUYUZ CEMAAT MİYİZ KUL MUYUZ , YOKSA ULUS VE BİREY MİYİZ ?
BUNLARIN HESABI MUTLAKA YAPILIYOR ANCAK; YANLIŞ YAPILIYOR EVDEKİ HESAPLAR ÇARŞIYA UYMUYOR.HER NE KADAR BELLİ ODAKLAR AVRUPA BİRLİĞİ BU CEMAATLARIN LİDERLERİNE DOLAYLI YA DA DOĞRUDAN AKÇALI DESTEKLER SAĞLIYORSA BUNDAKİ ÇIKARI NEDİR İYİ SORGULANMALIDIR?AĞZINDA BAL OLAN ARININ KUYRUĞUNDA İĞNESİ VARDIR ÇÜNKÜ...
EĞER ÇOCUKLARIN HAKLARI ARANACAKSA BU DEĞİL YÖNTEM?
SELÇUKLU DÖNEMİNDE ATALARIMIZ EMİNİM BİZDEN ÇOK İLERİ DÜŞÜNÜYORLARDI VE TASAVVUFU TAASSUP HALİNE GETİRMEMİŞLERDİ...
BU KONUDA YAZINIZA TÜMÜYLE KATILAMADIM.KATILDIĞIM ÇOK AZ YANI OLDU...
SAYGIMLA.
Şaban Aktaş tarafından 12/22/2008 12:25:33 PM zamanında düzenlenmiştir.
Tarihte Türkler kadar hoş görülü başka millet var mıdır acaba?Alanya Kalesi'nde Bizans Kilisesi halâ duruyor, ama Yugoslavyada önce camileri topa tuttular...Balık zekası taşımadan yakın tarihe göz atın bakalım neler var neler yok... Evet geçmişe baktığımız zaman tarihin sayfalarının hep kanla yazılmış olduğunu görürüz.Böylesine iktisat gücünün, beyin gücüne değil de bilek gücüne dayalı olduğu çağlar yaşanmıştır.HAÇLI SEFERLERİ MASÛM SEFERLER MİDİR?
Herkes savaşmıştır.Erkekler gibi savaşmayanlar da kadınlar gibi ağlamaya mahkum kalmışlardır...Büyük İskender adlı kitabı okuyun, hristiyan dünyasının varmak istediği hedefleri doğru algılayın.Gözünüzü açın ve dünyaya bakın. Evrensel barış tezleri ortaya koymak ve duygu sömürüsü yapmak çok kolaydır, ama realite ve tarih farklıdır.Şimdi bu dünya da yaşıyor muyuz yaşamıyor muyuz, bir önceki gün mahzun prenses arkadaşımızın yazısının altında tarihsel belgelere dayalı Dr.Abdüllatif Duygulu'dan belgeler sundum.Sayfanızda görüntü kirliliği yapmak istemediğim için asmıyacağım o yazıyı buraya tekrar. ANCAK İSTEYENLER BU SİTEYİ ZİYARET EDEREK BELGE BİLGİ VE FOTOĞRAFLARA ULAŞABİLİRLER.
http://www.dervisan.com/yazi2/ermenifoto.html
Türklere barbar diyenler, büyük İskender'i hangi mertebede tartıyorlar acaba, ya da günümüzün dünyasında Bush'un kanlı politikaları daha kanlar almaya devam ederken, nasıl bir dünyanın içinde değerlendirilecek?
Bu sömürü ve savaş çarkına dur derken emperyalizmin kalemşörlüğüne dolaylı ya da dolaysız soyunmak, gafletin daniskasıdır.
Bu ülkede herkes bir arada yaşıyor ve yasa önünde eşit.Antalya'nın gelin bakın tarihinde en yüksek ciroları yapan mağazaların İstanbul'da en büyük tüccarların kimliğini araştırın.Ermeni asıllı T.C. kimliği taşıyan yurttaşlarımız değil mi? Atatürk Türkiyesi'nde modern hukuk ilkeleri ışığında, çağdaş yaşama ulaşmak ve bunun da üstüne çıkmak gibi hedef tayin edilmişken, birileri eski yaraları deşiyorsa bunun t/emelinde insanların ve dünyada yönetim gücünü elinde tutan küresel sermayenin rolünü (DOLAR PİRAMİDİ ) araştırmak gerekir...
Yazılarım arasında DOKUZ BAYAN adlı bir yazı var.Orada bu memlekette yaşamış kendisini Türk gibi duyumsayan ve şu anda yurt dışında yaşayan insanlarımızdan söz ettim.O insanlarla benim hiç bir farkım yok.Ama birileri kalkar da bana geçmişimden özür dile derse, karşısına nasıl çıkacağımı ben bilirim,''Başlatma senin geçmişinden ! '' diye çıkarım; çünkü o kanlı mirası da bereber paylaştık...Benden hak iddia ediyorsan ben de senden iddia ederim.Hak verimez alabiliyorsan gel al derim...Satranç masasında bedavaya piyon bağışlanmaz, bağışlayan varsa aptaldır, ya da oyunu kurallarına göre oynamasını bilmiyordur.Ama sen benim piyonlarımı yemişsen, benim de senin piyonlarını, atlarını, fillerini, vezirini, şahını nasıl düşüreceğim üstüne hesabım kitabım olacaktır.Ne olacak benim şehit edilen diplomatlarım?Bunda sokaktaki ermeninin suçu ne? Yok elbet!
Çünkü bu oyun emperyalist bir tezgah, ele geçirilen medya herkesin beynini sulandırmış, bir süre sonra farkında olmadan emperyalizmin piyonları haline gelmişiz, farkında değiliz.
Masum kılıflar giydirilse de bölücü düşlerin savunulması gaflet ve delalettir. Yurtta sulh, cihanda sulh! ne demektir, var mı itirazı olan...
ASALA 'yı kim icadetti, MOSSAD- CIA işbirliği değil mi,PKK bu işbirliğini neresinde yer alır...Beyler; eğri oturup doğru konuşalım, dilimizin altındaki baklayı ya tükürüp atalım ya da gevelemeyelim lâfı hiç...
Sayın Aspendos kendinizde suçluluk duygusu hissediyorsanız günah çıkarmak ve özeleştiri vermek çok iyidi.Ama her şeyden önce vicdanını eline alarak benim dediğim konuları da bir göz at incele bakalım ve yazdıklarını yanında ne çok cürümler işlendiğini de bir gör...
Son olarak size PİYANİST adlı filmi izlemediyseniz, ilk fırsatta izlemenizi öneririm.Orada baş rol oyuncusu piyanist Nazi Almanya'sında savaşa katılmayan, ev ev kaçan bir piyanistin yaşamını ve savaşın acı yanlarını ve Yahudilerin nasıl katledildiğini anlatır, ancak madalyonun öbür yüzünü çevirdiğimizde ; Yahudileri gaz odalarında yakıp katleden FÜHRER'in de bir Yahudi olduğunu görürüz.Bunu bilmeyenlerin nazarında ise Yahudilerin ne kadar masum katledildiği inancına kapılırsınız;Almanları ayaklar altına alırsınız.Masum bir acıma duygusu içinizi kaplar... OYSA MUSA'NIN ÇOCUKLARI KENDİ ARASINDA BİRBİRİNİ YOK ETME SAVAŞINA GİRMİŞLERDİR ÇÜNKÜ İKİ AYRI HANIMDAN OLAN ÇOCUKLAR ZAMANLA İKİ AYRI YAHUDİ TOPLUMU OLUŞTURMUŞLARDIR..VE İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI YAHUDİLERİN KENDİ IRKINI ARINDIRMA SAVAŞIDIR SONUÇTA... POLİTİKA SİYASET DÜNYA ARENASINDA BÖYLESİNE İNCEDİR HESAPLAR VE KAPALI KAPILAR ARDINDA ÇOK OYUNLAR VAR PERDELER AÇILDIKÇA OYUNLAR GÖZLER ÖNÜNE SERİLECEK... Etnik ya da mezhep temelinde nasıl savaşlar yaratıldığını göreceksiniz.Savaşmak da bu anlam da bir sanattır...HABİL İLE KABİL HİKAYELERİ DAHA ÇOK DİNLENECEKTİR.
BARIŞ İÇİNDE ESENLİKLE NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ! YUTTA SULH, CİHANDA SULH !
Selam sevgi ve saygıyla...
Şaban Aktaş tarafından 12/22/2008 11:16:13 AM zamanında düzenlenmiştir.
atiye danış(mahzun prenses)://BUGÜN TARİHE BİR NOT DAHA DÜŞTÜK // ADLI YAZISI VE AHMET UMUT'UN ÖZÜR ADLI ŞİİRNE YORUMDUR.
25 Nisan 1918'de, Subatan'da Ermeniler tarafından öldürülen Türk çocuklar, kadınlar ve karınları deşilerek bebekleri çıkarılan anneler. Kaynak:Massacre Exerted By The Armenian On The Turks During World War I Pictures.
Her yıl nisan ayı gelince, Ermeniler geniş propagandalarla soykırım iddialarında bulunurlar. Pek çok ülkede destekleyici bir kararlar alınmaktadır. Bu konuda maalesef yetkililer ve kamuoyu bilinçsizdir. Ermeniler ve yaptıkları hakkında kısaca tarihe bir göz atmak ve birkaç çarpıcı örnekle meselenin hakîkatını okuyucularımıza arzetmek istiyoruz. Daha geniş bilgi için mutlaka kitaplara müracaat edilmelidir.
A. Ermeniler Hakkında Genel Bilgi
Osmanlılar döneminde Ermeniler Adana'dan Kafkaslara kadar uzanan bir bölgede dağınık olarak ve azınlık olarak yaşıyorlardı. Kendilerinin Nuh AS'ın oğlu Ya'fes'in oğlu Hayk'ın soyundan geldiklerine ve bölgenin yerli halkı olduklarına inanıyorlardı. Tarihî belgeler ise onların M.Ö. 6. Yüzyıl'da Balkanlardan bölgeye geldiklerini, Trak-Frig kökenli olduklarını gösteriyor.
Ermeniler M. Ö. 521 yılından itibaren İranlıların, M. Ö. 331 yılından sonra Makedonya'nın, M. Ö. 66 yılından sonra Romalıların egemenliği altında yaşamışlardır. Zaman zaman el değiştiren bölge 642 yılında Emevilerin yönetimine geçmiştir. 970'te tekrar Bizanslıların eline geçen bölge 1071 tarihinden itibaren Selçuklular tarafından ele geçirilmiştir. Selçuklulardan sonra İlhanlıların, Akkoyunluların, daha sonra da Osmanlıların yönetimine girmişlerdir. (1473 - 1555) Osmanlı devleti yıkılıncaya kadar da azınlık statüsünde yaşamışlardır.
Osmanlı devleti yönetimi altındaki Asya topraklarının hiçbir bölümünde Ermeni yoğunluğu olmadığı için, hiçbir yer Ermenistan adıyla isimlendirilmemiştir. Birinci Dünya Savaşından önce Anadolu bölgesinde, 1.193.394 Ermeni yaşıyordu. Bu toplam nüfusun % 7'si civarındaydı. Ermenilerin en kalabalık olduğu Bitlis ilinde bile, toplam nüfusa oranları %25'i geçmiyordu.
Bugün Türkiye'de 1960 sayımına göre Ermenice konuşan halkın toplamı 53.173'tür. bunun 41.311'i İstanbul'da, 11.862'si diğer illerde bulunmaktadır. (1)
Ermenilerin Ermenice denilen bir dili vardı ve bu dil çok gelişmemişti. Soylular ve şehirliler, idaresi altında bulundukları milletin dilini konuşurlardı. Hattâ Osmanlı yönetiminde iken 18. Asır ortalarına kadar Türkçeden başka dil konuşmazlardı. Kilisede bile İncil'in Türkçesi okunurdu. Kültürlerinde, folklör ve edebiyatlarında Türklerin geniş tesiri vardı.
Ermeniler de ilk zamanlarda İranlılar gibi ateşperest idiler; aya, güneşe, yanardağlara taparlardı. 301 yılında Kirkor Lusaroviç denilen bir rahibin çalışmalarıyla hristiyan oldular. Hristiyan olunca, Kirkoriye (Gregorien) ismiyle kendilerine mahsus bir kilise kurdular. İnaçları ve ibadetleri katolik ve ortodokslardan farklıydı. Kiliseye yalnız erkekler devam ediyordu. Dînî liderlerine katagigos deniliyordu. En büyük dînî liderleri Erivan yakınındaki Eçmiyazin'de bulunuyordu. Fatih İstanbul'u fethettikten sonra 1461 yılında, Bursa'daki Ermeni dînî lideri Hovakim'i İstanbul'a getirtti. Yayınladığı bir fermanla Ermeni Patrikhanesini kurarak, onu ilk patrik ilân etti.
İranlılar Ermenileri tekrar ateşperest yapmak için, Bizanslılar da kendi mezheplerine çevirmek, ortodoks yapmak için çeşitli baskılar yaparlardı. Müslümanların idaresi altında, yâni Emevî, Abbasî, Selçuklu ve Osmanlı döneminde, Ermeniler serbestçe dînî faaliyetlerini yapabildiler. Askerlikten muaf oldukları için sanat, ticaret ve tarımla uğraştılar. Her bakımdan mutlu ve müreffeh bir hayat yaşıyorlardı.
İkinci Viyana bozgunundan sonra Osmanlı devleti gerileme sürecine girince, devleti yıkmak için batılı büyük devletler planlar hazırladılar, iç işlerine karışmaya başladılar. Azınlıkları devlete karşı ayaklandırmak için çeşitli çalışmalar yaptılar. Başta Rusya olmak üzere, İngiltere, Fransa ve ABD, konsoloslukları vasıtasıyla, açtıkları kolejler vasıtasıyla, Ermeniler arasında milliyetçilik ve ayrılık fikirlerinin gelişmesini sağladılar. Tanzimat ve ıslahat fermanlarıyla azınlıklara tanınan haklar, Ermenileri iyice şımarttı.
1877-1878 Osmanlı Rus savaşı kaybedilip Ayastefanos antlaşması imzalanırken, Ruslarla görüştüler. Daha sonra 1878'de Berlin konferansında Doğu Anadolu'da Ermeni azınlığın olduğu bölgelerde ıslahat yapılacaktır diye bir madde konulmasını sağladılar.
Devletin zayıf zamanlarında çeşitli isyanlar çıkartarak yabancı devletlerin müdahelesini beklediler. Böylece Balkan ülkeleri gibi bağımsızlıklarını kazanacaklarını, müstakil bir Ermenistan kuracaklarını umuyorlardı.
B. Ermenilerin Örgütlenmesi
Osmanlı Devletinde yaşayan Ermenilerin ilk ulusal hareketleri 1860 yılında kurulan derneklerle başlamıştır. Bu dernekler zamanla dış yardım ve kışkırtmalarla, Ermenileri devlete karşı ayaklandıran komiteler haline gelmiştir. Ermeni kiliseleri ve Ermeni okulları ihtilalci fikirlerin aşılandığı en önemli merkezlerdir.
a. Dernekler
1860'ta Adana'da Hayırsever Cemiyeti, arkasından Fedâkârlar Derneği kuruldu. 1870 - 1880 tarihleri arasında Van'da Araratlı, Muş'ta Okulu Sevenler, Doğulu ve Klikya dernekleri kuruldu. 1880 tarihinde bu dört dernek birleşerek Ermenilerin Birleşik Derneği adını almışlardır. 1876'da Ermenistan'a Doğru Derneği, 1879'da Milliyetçi Kadınlar Derneği, 1880'de Erzurum'da Silahlılar Derneği, Kafkasya'da Genç Ermenistan Derneği, 1872'de Van'da İttihat ve Halâs Derneği, 1882'de yine Van'da Karahaç Derneği kuruldu. Bu derneğin amacı gerekli yerlerde isyanlar çıkartmak ve gençleri silahlandırmaktı.
1881'de Erzurum'da kurulan Müdâfi Vatandaşlar Derneği, daha sonra büyüdü, çeteler kurdu, dörtyüzden fazla usta çeteci yetiştirip komutanlar atadı. Bunları düzenli silahlı eğitime tabi tutup, silâh ve cephane depoları kurdu.
b. Komiteler
1. Hınçak (Çan) Komitesi: 1887'de İsviçre'de Kafkasyalı Ermeniler tarafından kurulmuştur. Amacı Türkiye Ermenistanı'nı kurmak, daha sonra Rus ve İran Ermenistanlarıyla birleşerek bağımsız bir Ermenistan yaratmaktı. Sosyalizmi benimsemişlerdi.
2. Taşnaksutyun Komitesi (Ermeni İhtilâl Cemiyetleri Birliği): 1890'da Kafkasya'da kuruldu. Amacı Ermeni örgütlerini birleştirmek, Türkiye'ye geçen çetelere yardım etmek, isyanlar çıkartmak suretiyle Türkiye Ermenistanı için siyasî ve iktisâdî özgürlük elde etmekti. Nasyonal-sosyalizme benimsemişlerdi.
Komitenin örgütüne verdiği emir şu idi:
"--Türkü, Kürdü her yerde, her türlü koşullar altında vur! Mürtecileri, ahdinden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al!" (2)
C. 1908 Öncesi Ayaklanmalar
Ermeni komiteleri Ermeni zenginlerinden ağır tehditlerle büyük paralar sızdırdılar. Doğu Anadolu'da komitenin emirlerini dinlemeyen yüzlerce Ermeni öldürdüler. Türk ve Kürt köylerini de basıp yağmalamaya başladılar. Türkleri ve Kürtleri yurtlarını bırakıp gitmeye mecbur etmek için akıl almaz işkencelerle öldürüyorlardı.
Anadoluda yer yer çıkan küçük Ermeni isyanları hızla bastırıldı. Büyük isyanlarda Avrupa ülkeleri konsolosları vasıtasıyla müdahele ettiler. Yurtdışındaki komiteciler Avrupa ve Amerika gazetelerinde Türklerin hristiyanları doğradığını iddia ederek amansız bir propagandaya giriştiler.
Sultan Abdülhamid bölgedeki müslüman halkın can güvenliğini sağlamak için, Hamidiye Alayları denilen süvari birlikleri teşkil ettirdi. Bunların subayları bölgedeki aşiretlerin ileri gelenlerinden seçiliyordu. (3)
Bu ayaklanmalardan önemlileri:
1. Sivas ayaklanması (11 Ekim 1881)
2. Erzurum olayı (20 Haziran 1890)
3. İstanbul'da Kumkapı ayaklanması (15 Temmuz 1890)
4. Yozgat olayı (Ekim 1893)
5. Tokat olayı (Ağustos 1894)
6. Birinci Sason isyanı (Haziran 1893 - Ağus. 1894)
7. İstanbul'da Bâb-ı Âli baskını (18 Eylül 1895)
8. 1895 - 1896 ayaklanmaları: Bu iki yıl içinde Ermeniler Anadolu'nun çeşitli yerlerinde ayaklanmalar yaptılar. Bunların başlıcaları; Geyve, Yozgat, Kayseri, Develi, Diyarbakır, Siverek, Harput, Malatya, Arapgir, Adıyaman, Maraş, Urfa, Antep, Sivas, Niksar, Divriği, Merzifon, Amasya, Trabzon, Gümüşhane, Bitlis, Muş, Erzincan, Bayburt, Erzurum, Hınıs ayaklanmalarıdır.
9. Adana olayları (Ekim 1895 - Mart 1896)
10. Zeytun isyanı (Temmuz 1895 - Ocak 1896)
11. Van isyanı (Ekim 1895 - Ekim 1896)
12. Osmanlı Bankası baskını (14 Ağustos 1896)
13. İkinci Sason İsyanı (1898 - 1904)
14. Sultan Abdülhamid'e suikast girişimi, bomba olayı (21 Temmuz 1905)
BİTLİS AYAKLANMASI (Ekim 1895)
Bitlis Ermenilerini Diyarbakır, Erzurum, Van komiteleri ihtilâl ve isyana sürüklemişlerdir.
Bitlis'teki Amerikan kolejinin de ihtilali tahrik ve teşvikte önemli yeri vardır. Bu koleji Bitlis'ten Amerika'ya gitmiş bir Ermeni açmıştır. Bitlis Koleji bu Amerikalının Bitlis'te doğmuş ve çocukluğunu arada geçirmiş olan oğlu Corc'un idaresindedir. Bitlis'e onbeş-yirmi saat uzaktaki köylerden gelen Ermeni çocukları burada yatılı olarak okumaktadırlar. Misyoner Corc, Ermeni çocuklarının kafalarını hükümet aleyhine ihtilâl ve isyan düşünceleriyle doldurup köylerine göndermektedir. Buradan mezun olanlar yakınlarına ve komşularına da ihtilâl ve isyan fikrini aşılamışlar, Ermenileri bağımsızlık hayaline sürüklemiş, Osmanlı Devleti ve Türk milletine düşman etmişlerdir.
Misyoner Corc ile piskopos vekili Ermenilerin ileri gelenlerine, onlar da Ermeni halkına Hınçak komitesinin programını telkin ederek ayaklanma düşüncesini zihinlerine yerleştirdikten sonra, fedâî kaydına başlamışlardır. Bundan sonra her taraftan fedâîler Bitlis'e dolmuşlar, hayalî vaatlerle cesaretlenmişler, devlet memuru Ermeniler istifa edip vazifelerinden ayrılmışlardır.
Ermeni esnafına gelince, alış veriş için dükkanlarına gelen müslümanlara; "Şu belindeki bıçağı ne taşıyorsun? Birkaç güne kadar hükmü kalmayacaktır." gibi hükümete sadakat, itaat ve tabiiyete aykırı küstahlıklara başlamışlardır.
Gümüşhane olayının çıktığı 13 Ekim 1895 Cuma günü, müslümanlar camilerde hutbe dinlerlerken, protestan kolejindeki kilise çanının ilk kez çalınmasında, Ermenilerin ileri gelenleri görünürlerden çekilip şuraya buraya gizlenmişler; ikinci defa çan çalınmasında, bütün Ermeniler dükkanlarını kapamışlar, eşyalarını öteye beriye dökerek yangın çıkarmaya kalkışmışlar; bir taraftan da evlerine gidip silahlarını alarak camilerin kapılarına doğru ilerlemeye başlamışlardır.
Bu sırada, Ermenilerin her taraftan birden hücuma geçmelerinin işareti olan kilisenin çanlarını üçüncü kez çalmasından önce pencerelerden durumu gören islam kadınları çocuklarını camilere göndermişler, Ermenilerin hücuma geçmek üzere oldukları haberini vermişlerdir. Bu haber üzerine müslümanlar hutbenin bitmesini beklemeden dışarı fırlamışlardır. Camilerden dışarı çıkan İslâmlar, Ermenileri kapı önünde silahlı ve hücuma hazır görünce, çatışma başlamıştır.
Ermenilerin silah kullanmaktaki korkaklığı, müslümanların ise; iyi silah kullanmaları sonucu, Ermenilerin tasarladıklarını yapmalarına imkân bırakılmamıştır. Müslümanlar böyle bir durumla karşılaşacaklarını akıllarına getirmediklerinden yanlarında bıçak ve deynekten başka silah olmadığı halde çarpışmışlardır. Memurlar, komutan ve askerlerin aldıkları ciddi tedbirlerle ayaklanma ancak iki saat sürmüştür. Bu kargaşalıkta İslâmlardan 38 ölü 135 yaralı, Ermenilerden de 136 ölü 40 yaralı olmuştur.
Bitlis'teki olay çevreye de sıçramış, Bitlis'in kaza ve köylerinde de ayaklanmalar olmuştur. Bu ayaklanmalarda İslâmlardan 86 ölü 38 yaralı, Ermenilerden 171 ölü 49 yaralı olduğu alınan tahkikat raporlarından anlaşılmıştır.
Ermeni ayaklanmasının bastırılması elbette hükümetin vazifesidir. İslâmların bu işe karışmasının sebebi, Ermenilerin olaydan önce tenhalarda rastgeldikleri İslâmları öldürmeleri, müslüman kızlarını kaçırıp ırzlarına tecavüz etmeleri; en sonunda müslümanlar Cuma namazı kılmak için camilerde toplandıkları bir sırada tecavüze kalkışmaları; ve nihayet zühd ve takvâsıyla İslâmların büyük saygı duydukları Şeyh Haydar Efendi'nin Ermeniler tarafından korkunç bir şekilde, vahşice şehid edilmesi, bardağı taşıran son damla olmuş; İslâmları nefis müdafaasına zorlamıştır. (4)
D. İkinci Meşrutiyetten sonra ayaklanmalar
Meşrutiyetin ilanıyla (1908) herkeste bir hürriyet sarhoşluğu görüldü. Gazeteler eski idarenin kötülüklerini, hürriyetin nimetlerini sayıp dökerken her köşe başında bir hatip türemişti. Tek kelime ile ağızdan çıkanı kulak işitmiyordu. Bu hengâmeden faydalanan Ermeni siyâsî suçluları, mahkûmları, kaçakçıları İstanbul'a doldular. Şapkaları, kelebekkravatları, Rus lehçesiyle konuştukları Ermeniceleriyle dikkati çekiyorlardı.
Meşrutiyetin ilanıyla, komitelerin artık ihtilalci siyasetlerini birtarafa bırakarak meşrutiyete yardımcı olmaları, memleketin iktisâdî ve medenî gelişmesi için çalışmaları gerekiyordu. Komiteler görünüşte buna karar verdiler.
İttihatçılar Ermenilerin yalanlarına aldandılar, devletin yüksek mevkilerine bir çok Ermeni aydını getirdiler. Bayram ve merasimlerde en önde, ittihat ve terakki Cemiyetinin önemli kişilerinin yanında bulundular. Şişli mezarlığında sözüm ona meşrutiyet uğruna ölen Ermeni fedaileri adına düzenlenen törendi İttiha e terakki Cemiyeti ileri gelenleri de bulunuyordu. Türk ve İslâm düşmanı kanlı katil Patrik Matyos İzmirliyan sürgünde bulunduğu Kudüs'ten İstanbul'a gelirken, İttihatçılar tarafından karşılandı. İttihat ve Terakki Cemiyeti Ermeni cemiyetlerini himayesine aldı. Bu cemiyetler adına müsamere ve konserler verildi.
En önemli yerler, Rusya'dan koğulmuş, Avrupa'nın çeşitli yerlerinden İstanbul'a gelmiş vatansız, milliyetsiz alçaklar tarafından işgal edilmişti. Bu sözde diplomatlar, içlerindekini açığa vurarak Osmanlı devletini devlet olarak tanımayacaklarını ilan ediyorlardı. Taşnak Hınçak ve diğer komiteler yeniden örgütlenmeye, şubeler açmaya başladılar. İstanbul'daki Ermeni basınında Türk-İslâm düşmanlığını körükleyen yazılar birbirini takib etmeğe başladı. (5)
ADANA AYAKLANMASI (14 Nisan 1909):
Adana piskoposu Muşeg, büyük devletlerin dikkatini çekmek ve türkiye'den bir Ermenistan devleti koparabilmek için aylarca hazırlanmış, binlerce Ermeniyi silahlandırmıştı. Piskopos isyan emrini, Osmanlı Devletinin en nazik anında, 31 Mart ihtilalinin ertesi günü, 14 Nisan 1909'da verdi. Adana, Tarsus, Erzin, Misis, Dörtyol, bahçecik ve diğer kazalardaki Ermeniler ayaklanarak zayıf buldukları Türk evlerine dalıp, ırza, mala ve cana saldırmağa başladılar. Üç günde Adana ve çevresi altüst oldu. Ermeniler beşikteki Türk çocuklarını bile öldürüyor, hazırlıksız olan asker ve polis karşı koyamıyordu. İsyana bizzat Türk halkı karşı koydu, nefsini savundu; Ermenilere yıllarca unutamayacakları bir ders verdi. Piskopos Muşeg Mısır'a kaçtı.
Ayaklanmanın sonunda harb divanı kuruldu. Uzun tahkikat ve muhakemeler sonucunda 9 Türk, 6 Ermeni idama mahkûm edildi.
Ermeniler durumu Avrupa basınına Türklerin zulüm ve barbarlığı şeklinde aksettirdiler. Tamamen vahşî, yüksek kültür ve medeniyetten külliyyen mahrum, musiki, şiir, yemek gibi en ibtidâî ihtiyaçlarını Türk kültüründen aynen iktibas eden bir kavim olan Ermeniler, Avrupa ve Amerika basınında mazlum olarak ilan edildi.
Sultan Abdülhamid'i devirdikleri için Avrupa basınında alkışlanan İttihatçılar, telaşa düştüler. Avrupa'ya şirin görünmek için meşrû müdafaa halinde olan Türkleri rastgele asıp kestiler. Bu sırada Adana valisi olan meşhur Cemal Paşa, (o zaman Kurmay Albay Cemal Bey) yeniden harb divanı kurdurdu. Adana şehrinde 30 müslümanı, Erzin kasabasında 17 müslümanı idam ettirdi. İdam edilenler arasında Adana'nın en eski ve zengin ailelerine mensup gençler olduğu gibi, bölgede pek büyük bir nüfuza sahip olan Bahçe müftüsü de vardı. Ermenilerden ise yalnız bir kişiyi idam ettirdi. (6)
E. Birinci Dünya Savaşında Ermeni Olayları
Daha Osmanlı hükümeti Ruslarla savaşa girmeden önce, Kafkasya'da hazırlıklar başlamıştı. Her taraftan Ermeni gönüllüleri Rus ordusuna, Türkiye'ye karşı savaşacak çetelere, intikam alaylarına girmek üzere Kafkasya'ya, Tiflis'e doluşuyordu. Osmanlı meclisinde Erzurum milletvekili olan Karakin Pastırmacıyan, komite tarafından örgüt için Kafkasya'ya gönderildi. Ermeniler bölgeyi iyi tanıyorlardı. Rusların da bunlara ihtiyacı vardı.
Uzlaşma devletleri Ermenilere büyük umutlar bağlamışlardı. Öteden beri siyasi çıkarlarına alet ettikleri bu topluluğu Osmanlı devletine karşı kullandılar. Rus, Fransız ve İngiliz konsolosları bulundukları yerlerde, Çarlık Genel Valisi de Tiflis'te komite başkanlarına gerekli emri verdiler. Ermeni komitelerine ellerinden gelen yardımı yaparak Ermenileri cepheye sürdükleri gibi, bol miktarda para ve cephane vererek içeride de isyanlar çıkarttılar.
Osmanlı Devleti pek az bir zaman önce Balkan Savaşı gibi bir yenilgiden çıkmıştı. Dünya savaşının patlamasıyla, yaşamı ve geleceği söz konusu olmaya başlamıştı. Bu nedenle seferberlik ilan etti. Ermenilerden askere alınanlar, silahlarıyla birlikte düşman saflarına kaçarken, ülkede yaşayanlar da Türk devletini yıkmak için yer yer silahlı ayaklanmalara kalkıştılar. (7)
Bu ayaklanmaların başlıcaları:
1. Zeytun olayları
2. Kayseri Olayları
3. Bitlis ve Muş olayları
4. Erzurum ve Erzincan olayları
5. Elazığ (Harput) olayları
6. Yozgat olayları
7. Sivas olayları
8. Adana olayları
9. Trabzon ve Samsun olayları
10. İzmit ve Adapazarı olayları
11. Urfa olayları
12. Van isyanı
MUŞ'TA ERMENİ ZULMÜ
Muş ahalisinden Mehmet Resul'un yeminli ifadesi:
Ben asker olarak harpte bulunuyordum. Aldığım yaradan ötürü Bitlis'e doğru çekilen birliği takip edemediğim gibi, yaralı ve sakat üç erle birlikte geri kaldık. Az sonra Rus kazaklarının öncüleri olan Ermeniler yanımıza geldiler. Arkadaşlarımızdan Harputlu Hüseyin adındaki erin gözlerini çıkararak, "Kalk bak, Türk askeri geliyor mu?" dediler. Sonra zavallıyı kurşunlayarak şehid ettiler.
Diğer erin sağ yanından derisinin bir kısmını yüzerek çanta şekline koydular. Bu Zavallıya da, "Elini sok, bu çantada padişahınızın parası var mı?" diye işkenceye başladılar, sonra şehid ettiler.
Üçüncü arkadaşımızı yere yatırıp tenâsül aletini kestiler; sonra ağzına koyarak, "Bu boruyu çal, size Osmanlı askerinden yardıma gelsin!" yollu hakaretlerden sonra, onu da şehid ettiler. Artık sıra bana gelmişti. Bu alçaklıkları yapanlar bana yabancı gelmiyorlardı. Yüzlerine baktım, içlerinden üçünü tanıdım. Bunlardan birisi Muş Ermenilerinden ve Çıkar mahallesinden Keşiş oğlu Aram. İkincisi yine Muş'un Yaş mahallesinden Bağdasar Körük oğlu Alkesam, üçüncüsü yine ayni mahalleden Avukat Herant Efendi oğlu Herant idi.
Bunlar beni bir dereye götürdüler. Yaktıkları ateşte tüfeklerini, şişlerini güzelce kızdırdıktan sonra yirmi dört yerimden dağladılar. Yalvarmalarıma, bağırıp çağırmalarıma, sızlanmalarıma asla kulak vermiyorlardı. O sırada birkaç Rus askeri yetişti. Bunlardan birisi beni ölümden kurtardı. Bu asker gizlice kulağıma Rusya'daki müslümanlardan olduğunu söyledi.
Artık Rus, Kazak ve Ermeni çeteleriyle birlikte Bitlis'e doğru yola çıktık. Yolda kaçak kafilelerine, ordunun arkasından göçen zavallılara rastladık. Ermeniler, bu müafaasız kadın ve çocuklarla, zavallı ihtiyarlara şiddetle saldırıyor, yürekler parçalayıcı, insanlık dışı vahşilikle zavallıları katlediyorlardı. İçlerinden Muş'un Ziyaret köyü ahallisinden olduğunu tanıdığım bir Ermeni ile altı arkadaşı, altı müslüman kızını getirdiler. Bunları rükû'a varacak şekilde çırılçıplak durdurdular, sonra iffetlerini kirletmeye başladılar. Bir taraftan bu çirkin ve insanlık dışı işi yapıyorlar, bir taraftan da, "Bundan sonra müslümanlara böyle namaz kıldıracağız!" diyorlardı.
Biz ordan ayrıldık, Tel köyüne vardık. Orada üç gün kaldık. Bu üç günde evvelce beni kurtarmış Tatar Abdulmelik ekmek verdi. Üçüncü gün, artık yardım edemiyeceğini, zira bir müslüman himaye ettiği anlaşılırsa şiddetli ceza göreceğini söyledi. Bu sebeple başımın çaresine bakmam lâzım geldiğini anlattı.
Gecenin karanlığından faydalanarak oradan kaçtım. Şafak sökerken Kızanan köyünün karşısındaki tepeye yetiştim. Köyden feryad ve figanlar işitiliyordu. Ermeni çeteleri bir taraftan köyü ateşe vermişler, diğer taraftan katliâma girişmişlerdi. Oradan da kaçtım. Birçok tehlikeler atlattıktan sonra muhacirlerle birlikte geri çekildik. (8)
VAN'DA ERMENİ ZULMÜ
Van jandarma alay komutanının Raporu:
Çarıksır köyünde bir çocuğun kuzu gibi kızartılarak bir süngü üzerinde direğe iliştirildiğini birçokları yeminle söylemişler cesedin kalıntılarını göstermişlerdir. Ahorik ve Avzerik köyleri arasında elleri bağlı ve karınlarına sokulmuş tenasül aletleri kesilerek ağızlarına sokulmuş dört Türkün cesedi bulunmuştur.
Kavlık Köyünde 7 yaşındaki Fatma ve 5 yaşındaki Gülnar adlarında iki kız çocuğunun iki taraftan kirletilmiş oldukları, ve bu bu kötü hareketin sonucu her ikisinin de sakat kaldıkları görülmüştür. Bugün bu zavallılar Ermeni mezaliminin canlı bir timsali olarak yaşamaktadır. Yine bu köyde 70 yaşından fazla Ali adında bir ihtiyarın, çene kemiklerini süngülerle kırarak, kesip ağzına koymuşlardır. Bunu Van'ı geri alan Türk ordusunun ileri gelen subayları gözleriyle görmüşlerdir.
Ahtoci Köyünde Kemo adındaki şahsın Zeliha isimli eşi tandır başında ekmek pişirirken, Ermeniler Zeliha'nın altı aylık çocuğunu ateşe atarak pişirmişler, zorla annesine yedirmek istemişler; zavallı annenin reddetmesi üzerine, kadının bir bacağını ateşe sokarak yakmışlardır. Bu gün bu zavallı kadın yaşıyor. Gördüğü bu korkunç zulmü anlatırken yürekler tırmalayıcı feryat ediyor. Bu zavallı kadının hikâye ve feryadına katılmamak için taş veya demirden yürek gerekiyor.
Yine bu köyde Ermeniler birçok Türk çocuğunu tezek yığınları arasına koyduktan sonra tezekleri ateşlemişler; bu zavallı masum yavruları diri diri yakmışlardır ki, durum yerinde yapılan inceleme sonucu kalıntılardan anlaşılmıştır. (9)
ESMA NİNE ANLATIYOR
Molla Kasım köyünden 95 yaşındaki Esma Hanım yaşadığı faciayı hafızasında kalan kırıntılarla şöyle anlatıyor:
Ermeniler, Molla Kasım köyünü yerle bir ettikten sonra Zeve'ye gittim. Zeve çayını geçemedim, beni atla gelip aldılar. Zeve'de toplu halde bulunan kadınların tamamını Ermeniler bir dama koyduktan sonra, yere oturulmasın diye su ile doldurdular. Yarı belimize kadar su içinde kaldık. Sonra erkekleri ayırıp götürdüler. Onları başka bir damda diri diri yakmışlar. Ermeniler, 15 yaşından küçük çocukları da bir tarafa ayırdıktan sonra süngüleyerek katlettiler. Kadınları da gruplar halinde Van'a götürdüler.
Bir çocuğumu, gözümün önünde koyun boğazlar gibi boğazladılar. Bir Ermeni, komşumuz Firdevs hanımın oğlunu ayağının altına alıp, iki bacağından ayırarak iki parça edip şehid etti. Ermeniler o kadar çok müslüman boğazladılar ki, akan kanlar koskoca tandırları doldurdu. En son Rus ordusunda vazifeli bir Tatar bu korkunç faciaya son verdi.
Ermeniler, esir ettikleri müslüman kadınları iki sıra halinde aralarına alıp türkü söyleyerek, tef çalarak götürüyorlar; ikide bir; "Korkmayın sizi Van valisi Cevdet Paşa'ya götürüyoruz Cevdet paşa size pilâv ikram edecek!" diyorlardı. Sonra koro halinde: "Cevdet Paşa et temâşa / Gelinlerin oldu matuşka! (fahişe demek)" diyorlardı.
Molla Kasım köyünden Şeyh Selim Efendinin gözlerini oyduktan sonra şehid ettiler. Gene Molla Kasım köyünden Müslim amcayı öldürdükten sonra, cesedini namaz kılıyor gibi bir duruma soktular, İslâmın dini ve imânına küfür ettiler, alaya aldılar.
Ermeniler, bir taraftan erkekleri öldürüyorlar, sonra da: "Korkmayın, size bir şey yok! Onları Rusya'ya para kazanmaya gönderiyoruz." yalanını gözümüzün içine bakarak söylüyorlardı. (10)
ZEVE'DE ERMENİ KATLİAMI
Kıymet Başıbüyük, Zeveli annesi Hediye hanımdan naklen bu faciayı şöyle anlatıyor:
Seferberlik ilân edilir edilmez Van halkı muhacir olmaya başladı. Zeve ve çevresindeki köyler muhacir olmadılar. Buna sebep olan zeve ve çevresindeki köyler ve muhtarı Süleyman çavuştur. Çünkü muhtar köylüyü toplayıp, "Buradan muhacir olup gitmeye hiç lüzum yok! Ben Ermenilerle kardeş oldum, (!) size bir şey yapmazlar." diye teminat verdi.
Bu söze inanarak köyü terk etmedik. Sonra Vandaki Ermenilerin ortalığı kana buladıklarını, her tarafı yakıp yıktıklarını duyduk. Ermeniler binlerce müslümanı kesmeye başladılar. Van'ı terk etmeyen hasta, yaşlı, çocuk ve kadınları asıp kesmeye, bir kısmını da çaylara, kuyulara atmaya koyuldular. Sıra bizim köylere gelmişti. O sırada komşu köylerin ahalisi bizim köyde toplandı. Her köyün en az 400-500 nüfusu vardı.
Ermeniler, bir sabah köyümüzü ateşe tuttular. Zeve'de toplanmış müslümanlar, cephaneleri bitinceye kadar köyü müdafaa ettiler. Türklerin cephaneleri bitince Ermeniler köye girdiler. Korkunç facia bundan sonra başladı. Önce Ermenilerle kardeş olduğunu söyleyerek halkın göç etmesine engel olan Süleyman Çavuş'u yakalayıp, korkunç şekilde şehid ettiler. Ermeniler, hamile kadınların karnını yırtıp çıkardıkları çocukları süngülerinin ucuna takarak annelerine gösterdiler.
Kızların ve kadınların kollarındaki bilezikleri almak için çok kolay bir usul buldular. Kasaturalarıyla kızların ve kadınların kollarını kesiyor, sonra bilezik ve yüzükleri çıkarıyorlardı.
Ben, annem ve 20-30 kadar köylü kadını ve çocuk Sultan Hacı Hamza'nın türbesine sığındık. Ermeniler bizi öldürmek için türbeye gazyağı ve benzin serptiler ve ateşlediler. Türbe yanmadı. Kazma kürekle türbeyi yıkmak istedilerse de, yıkamadılar. Hayret ve şaşkınlık içinde, "Yahu bu mutlaka bizdendir." diyerek gittiler.
Biz oradan çıktık. Çıktığımızı gören Ermeniler üzerimize hücum ettiler. Bu sefer köyün köpekleri bizi kurtardı. Köydeki köpekler insan cesedi yiyerek kuduz olmuşlardı. Her tarafa saldırıyor, köye hiç kimseyi yaklaştırmıyorlardı. Bir zaman köpekler bizi korudu. Sonra Ermeniler köyü işgal ettiler. Biz yine katil ve canavar Ermenilerin eline düştük. Bir hafta sonra Ruslar bizi alıp aç, susuz Van'daki Ermeni kışlasına götürdüler.
Rus Kırgız muhafızlarına, yiyecek bulmak için bizi serbest bırakmaları için yalvarıyorduk. Kısa bir zaman kışlanın yanına çıkınca, hayvanlar gibi söğüt yapraklarına üşüşüyor, bir yandan çabuk çabuk bu yaprakları yerken, diğer yandan etek ve ceplerimizi dolduruyorduk. Aç midelerimize bu acı söğüt yaprakları, bal gibi tatlı geliyordu.
Böylece günler geçti. Sonra Ruslar bizi serbest bıraktılar. Tarlalara dağıldık, ektik, biçtik. Değirmen gösterdiler buğdayları öğüttük. Türk askerinin görünmesiyle tam ve gerçek hürriyete kavuştuk. (11)
F. Ermenilerin Savaş Bölgesinden Çıkartılması ve Tehcir Kanunu (14 Mayıs 1915)
Osmanlı hükümeti ilk aylarda isyanlara karşı yalnız yöresel ve özel önlemler almakla yetindi. Rus ordularının doğu illerini işgali sırasında, özellikle onlara öncülük eden Ermeni gönüllü intikam alayları tarafından müslüman halk acımasızca yok ediliyordu. Van'ın düşmesi, Bitlis, Muş, Erzincan, Bayazit, Zeytun, Sivas vs. bölgelerde isyanların ve saldırıların sürmesi üzerine hükümet, orduyu korumak için hareket etmek zorunda kaldı. Halâ serbestçe çalışan Ermeni komite merkezlerini kapattı, komite liderlerini ve kışkırtıcıları tutuklattı. (24 Nisan 1915) Dışardaki Ermeni topluluklarının her yıl katliam yıldönümü diye andıkları 24 Nisan işte bu tarihtir.
Daha sonra 14 Mayıs 1915'te tehcir (göç) kanunu çıkarıldı. Buna göre:
1. Seferde ordu, kolordu ve tümen komutanları, bunların vekilleri ve bağımsız bölge komutanları, ahali tarafından herhangi bir surette hükümetin emirlerine ve ülkenin savunmasına, güvenliği korumaya ilişkin uygulamalara karşı koymak, silahla saldırı ve direnme görürlerse, derhal askerî kuvvetlerle şiddetli biçimde cezalandırmaya ve direnmeyi esasından yok etmeye izinli ve mecburdur.
2. Ordu, müstakil kolordu, tümen komutanları askerî icablardan dolayı veya casusluk ve hainliklerini hissettikleri köyler ve kasabalar ahalisini, tek tek veya topluca diğer yerlere sevk ve iskân edebilirler.
3. İşbu kanun yayın tarihinden itibaren geçerlidir. (12)
Bu kanuna göre, ayaklanma hazırlığı içinde olan Ermeniler İç ve Doğu Anadolu'dan güneye, o zaman sınırlarımız içinde bulunan Suriye, Lübnan ve Irak'a göç ettirilmiştir.
G. Ermenilerin 1918 - 1920 yılları arasında yaptıkları mezâlim
Ermenilerin Ruslara yardımcı olarak birlikte işgal ve katliamlar yaptıklarını yukarıda anlatmıştık. İşgal yıllarında bu zulüm çeşitli şekillerde devam etti. Nihayet 7 Kasım 1917'de Rusya'da ihtilâl oldu, 22 Ocak 1918'de Rusya mütareke istedi. Bunun üzerine Rus ordusu işgal ettiği doğu Anadolu'dan çekilmeğe başladı. Bu esnada Ermeniler yine yağma ve katliamlar yaptılar. Her tarafı yakıp yıktılar. Trabzon, Gümüşhane, Erzurum, Erzincan, Van, Bitlis, Muş ve Kars bölgelerinde pek çok zulümler icra ettiler.
ERZURUM'DA ERMENİ ZULMÜ
Ilıca'da kaçamayan Türklerin hepsinin öldürüldüğünü ve kör baltalarla enselerinden kesilmiş bir çok çocuk cesetleri gördüğünü Erzincan'dan Erzurum'a dönüşünde bizzat başkomutan Odişelidze söyledi. Ilıca katliamından üç hafta sonra 11 Mart 1918 pazartesi günü ordan dönen yarbay Griyazmof gördüklerini şöyle anlattı:
"Köylere giden yollarda uzuvları tahrib edilmiş bir çok cesetlere rastladım. Her geçen Ermeni bu cesetlere bir kere söğüp tükürüyordu. 25-30 metrekarelik cami avlusuna iki arşın (141 cm) yüksekliğinde cenaze yığılmıştı. Bunların arasında her yaşta kadın, erkek, çoluk çocuk ve yaşlılar vardı. Kadın cesetlerinde zorla ırza geçme halleri pek belli bir halde idi. Birçok kadın ve kızların tenasül yerlerine tüfek fişeği sokulmuştu.
Alaca menzil komutanlığı müteahhidi olan bir Ermeni 12 Mart 1918'de yapılan vahşilik üzerine şunu anlattı: Ermeniler bir kadını canlı olduğu halde bir duvara çivilemişler; sonra kalbini oyup başının üstüne asmışlar.
Erzurum'da Rus topçu subaylarından Gürcü asıllı teğmen Midvani şöyle bir olaya tanık olduğunu anlattı: Bir Ermeni, arabacılardan bir müslümanı vurmuş, fakat öldürememiş, sırt üstü düşmüş. Ermeni elindeki sopayı, can çekişen müslümanın ağzına sokmak istemiş. Dişleri kilitlenmiş olduğundan sopayı ağzına sokamayan Ermeni, müslümanın karnını tekmeleye tekmeleye öldürmüş. (13)
30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesinden sonra Türk Ordusu Kars ve çevresini terk ederek 1877-1878 Türk-Rus savaşı sonrası çizilen sınırın batısına çekilmişti. Bu bölge tekrar Ermeni cellatların ellerine bırakılmış oldu. Bağımsız Ermenistan devletine bağlı çeteler iki yıl boyunca çeşitli zulümler yaptılar. Nihayet Kâzım Karabekir Paşa komutasındaki Türk ordusu 30 Ekim 1920'de Kars'ı, 12 Kasım 1920'de Iğdır'ı Ermenilerden kurtardı. 3 Aralık 1920 günü Ermenistan'la Gümrü anlaşması imzalandı.
Mondros Mütarekesinin 7. maddesine dayanarak Uzlaşma Devletleri Anadolu'nun her bir tarafını işgale başlamışlardı. Güney illerimiz (Urfa, Antep, Maraş, Adana) önceleri İngilizler tarafından işgal edilmiş ve daha sonraları ise Fransızların denetimine geçmişti. Ermeniler bu bölgede de, Fransızların himayesinde zulüm ve katliamlarını sürdürdüler.
ADANA'DA ERMENİ ZULMÜ
Vanlızade Nihat anlatıyor:
Fransızlar, Ermenilerle iş birliği halinde vesileler icat ederek Türkleri öldürüyorlar; para ve mallarını yağmalıyorlardı. Ermeni kilisesi kasaphane (maktel) olmuştu. Köşe bucaklarda, ıssız yerlerde yakaladıklarını sürüyerek kiliseye götürürler, işkenceler içinde canını alırlardı. Bu gibi facialar bir taraftan devam ederken diğer taraftan Fransızlar sorgusuz sualsiz masum Türkleri Kumlukta Hacı Ali tekkesinde kurşuna dizerlerdi. Rahmetli babam eski sarayda oturuyordu. Güpe gündüz evini bastılar. Bütün ev eşyasını aldıktan sonra depodaki çenberli pamuklarını da götürdüler.
Ermeni çeteleri ansızın çiftliğimize baskın yaptılar. Hazırladığımız bütün malları, ne var ne yok, yataklarımıza varıncaya kadar alıp arabalara yüklediler. Hayvanlarımızı da önlerine katıp, bizim üçümüzün elini kolunu sıkı sıkıya bağlayıp, Şahin Ağa kilisesi köyüne sevk ettiler. Burası mahşerden bir nümune idi. Binlerce Ermeni ile dolmuştu. Çeteler, dişinden tırnağına kadar çapulcu, yağmacı Ermeniler burada mevcuttu. Bizi hay u huyla karşıladılar. Binbir çeşit yakası açılmadık küfür ve hakaretler içerisinde, çete başı Sivaslı Kireççi Agop'un önüne çıkardılar. Gayet terbiyesiz bir biçimde bizden para istedi:
"--Sakladığınız yeri gösteriniz, aksi takdirde başınıza çeşitli işkencelerle ölüm gelecektir!" dedi.
Varımız olan 17 altun lira ile 637 banknotumuzu daha önce elimizden almışlardı.
"--Bir şeyimiz kalmadı ki verelim; verecek paramız yok!" der demez, öldüresiye bir dayak atıp beni merdivenden aşağıya tekmelerle yuvarladılar. Kahkahalarla halimizi seyr edenler arasında, Adana'nın zengin ileri gelen Ermeni tüccarlarından Kalasyan ile Bızdıkyan ve Kasparyan'ı gördüm.
Babamı çırıl çıplak ederek bir çukura götürdüler. Aşıkyan fabrikasında çalışan İstepan adındaki Ermeni, belinden çıkardığı 60 cm. uzunluğundaki kamayı babamın sağ böğrünün karaciğer nahiyesine sapladı. Kelime-i şehadet getiren babama kızan kaatil peygamberimize küfür etti. İkinci darbeyi de aynı bıçakla boynunun sağ tarafına indirdi. Rahmetli babamın başı göğsüne sarktı, şehid olarak gözlerini kapadı.
Babamın ayaklarına bir ip takarak takur tukur sürükleyip kör bir kuyuya cesedini attılar. Tüyler ürpertici bu manzara, hemen beş metre uzağımda cereyan etti. Facianın dehşetinden kanım dondu. Şimdi sıra bana gelmişti. Perişan halimde yanıma geldiler. Beni de anadan doğma soyundurdular. Üzerime bir teneke gaz yağı döktüler. Bir elinde kibrit, diğerinde kutusu olan Ermeni üzerime geldi. Dedi ki:
"--Siz çok zenginsiniz, çok paranız olduğunu biliyoruz. Üzerinizden çıkan para ile bizi aldatamazsınız. Eğer paranın yerini söylemezseniz, babanın akıbetini gördün, seni de diri diri yakacağız. Çabuk söyle, böyle bir ölümden kendini kurtar!"
Diri diri yakılıp ölmenin çok feci olduğunu düşünerek vakit kazanmak maksadıyla:
"--Evet, çok paramız var, hem de heybe dolusu... Bunların yerini çiftlikte size göstereceğim!" dedim.
Derhal gazlı vücuduma elbisemi giydirdiler. Çete başının yanına götürdüler. Çete başının verdiği emir de, derhal çiftliğe gidilmesi, paralar alındıktan sonra geri dönülmesi idi. Verdiğim cevapta:
"--Bu çok yanlış bir emirdir. Paralar samanlıkta gömülüdür. Samanlığı boşaltmak, gömülü yeri açmak hayli vakte bağlıdır. Burası akşam olur olmaz Türk çetelerinin at oynattığı ve etrafı gözettikleri bir yerdir. Şimdi vakit akşam, nerede ise güneş batmak üzeredir. Biz oraya gidip işe başladığımız zamanda, behemehal Türk çeteleri gelecek, iki taraf arasında şiddetli bir çarpışma olacaktır. Ben belki bu çarpışmalarda ölebilirim. Sizin elinize para geçmediği gibi, bir hayli zayiata maruz kalabilirsiniz. Beni öldürseniz bu saatte çiftliğe ayak basmam!" dedim.
Çete başı bu düşüncemi haklı buldu. İşi yarına bıraktı. Beni üç nöbetçinin nezareti altında bir odaya soktu. Köyün etrafına da nöbetçiler kondu. Çeşitli yerlere de gözcüler dikildi. İlk işim kolay ölümün çaresini aramaktı. Yarın çiftliğe gidip kendilerini aldattığımı anlarlarsa, kim bilir bana nasıl işkenceli bir ölüm tatbik edecekler. Bunları düşündükçe tüylerim diken diken oluyordu.
Altının, çuval dolusu banknotların neşesi içinde, çeteler yaptıkları günlük mezalimi iftiharla çete başına anlatıyorlardı. Yeğenim Tahsin'in Taşcı'da cesedinin kuyuya atıldığını, Zağarlı, Kamışlı, Yalnızca, Mıhıllı köylerinin tamamen yakıldığını, buralarda ellerine geçenleri ve Yalnızca'da Afganlı müslüman bekçinin, Aşık Kâhya'nın, Zağarlı'dan Sağır Sait'in ve berber Mahmut'un kız kardeşleriyle birlikte çocuklarının, Şahin Ağa kilise köyünden Deli Kerim'in, Gök Mehmet'in karısı Emine'nin, Veysel'in karısı Emine'nin ve daha isimlerini hatırlıyamadığım elli kadar Türk'ün, çeşitli işkenceler içinde nasıl öldürüldüklerini kahkahalarla anlatıyorlardı.
Geç vakte kadar içtiler, hepsi de sızdı. Yediğim dayaktan, yarın karşılaşacağım felaketten yerimde oturamıyordum. Kurtulmak değil kolay ölmek istiyordum. (14)
Fransızların ve Ermenilerin zulmü Maraş'ta halkın ayaklanmasına sebep oldu. Yirmi gün süren şiddetli çarpışmalardan sonra 11 Şubat 1920'de Maraş kurtarıldı.
Daha sonra 20 Ekim 1921'de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı. Fransızlar güneyde işgal ettikleri yerleri boşalttılar. Sadece Adana bölgesinden 120.000 Ermeni Suriye'ye kaçtı. 30.000 kadarı da Kıbrıs, Mısır, Adalar ve İstanbul'a gitti.
SONUÇ:
Yukarıda yazdıklarımızdan da anlaşılacağı üzere isyan eden Ermenidir, zulmeden Ermenidir, katliam eden Ermenidir. Mazlum ve mağdur olan, yüzbinlercesi katledilen, tecavüze uğrayan, yerinden yurdundan sürülen mâsum Anadolu müslümanıdır. Fakat Ermeniler bir asırdır yaygara yapmakta, basın, yayın ve propaganda yoluyla dünyayı aldatmağa çalışmakta; haçlı ruhuyla hareket eden bazı devletler de onlara destek olmaktadır.
Soykırım iddiasına gelince; 1914 nüfus sayımına göre Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeni sayısı 1.300.000'dir. Bunun 525.000'i işgalci Ruslarla beraber Rusya'ya göç etmiştir. Amerika, Suriye, Yunanistan, İran, Lübnan vs. ülkelere göç edenlerin sayısı da 582.000'dir. Toplam 1.107.000 Ermeninin göç ettiği anlaşılmaktadır. Türkiye'de kalan 50.000 civarındaki Ermeni'yi hesaba katınca, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasında, Ermeni isyanları ve göçler esnasındaki toplam Ermeni kaybının 143.000 civarında olduğu anlaşılır. Halbuki aynı dönemde, aynı bölgelerdeki müslüman ahalinin kayıpları 1.400.000'i bulmaktadır. (15) Yâni esas soykırıma uğrayan müslümanlar olmuştur.
(1) Türkiye'nin Siyasi Tarihinde Ermeniler ve Ermeni Olayları, Halil Metin, M. Eğitim Yayını, İstanbul 1997, s. 16 (2) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 87-93 (3) Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7, s. 180-181 (4) Tarihte Ermeni Mezalimi ve Ermeniler, Mehmet Hocaoğlu, İstanbul 1976, s. 275-276 (5) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 478 - 480 (6) Türkiye Tarihi, Yılmaz Öztuna, c. 7, s. 227 (7) Türkiye'nin S. T. E. ve E. O. s. 129-131 (8) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 720-721 (9) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 723 (10) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 733-734 (11) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 735-736 (12) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 146-147 (13) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 764 (14) Tarihte E. M. ve Ermeniler, s. 704 (15) Türkiyenin S. T. E. ve E. O. s. 28, 157
Dervişân | Katliam Fotoğrafları
.
....................................................................... ÇOK UYGUN BİR NOT DÜŞMÜŞSÜNÜZ TARİHE KUTLUYORUM SAYGIMLA GÜNÜN YAZISINI VE YAZARINI; BÖYLESİ HAİNLER SİRKEDE BİT YAŞAR GİBİ YAŞIYORLAR HÂLÂ ARAMIZDA; ÖNCE YAŞADIKLARINA ŞÜKREDECEKLERİ YERDE AĞIZLARINDAN ÇIKANA BAK SEN, DUR DUR HELE SEN;
20 Aralık 2008 Cumartesi 10:07:48 UYAN !
... ÖZÜR DİLE DİYOR GEL ERMENİ'DEN OYNAMIŞ AKIL TUTMAZ HİÇBİR YERİNDEN ÖYLE BİR OYMALI SENİ DERİNDEN KOLTUKTA UYURKEN KUDURANA BAK !
SEN KİMSİN, BU DEVLET KİMİN DEVLETİ SENİ KİM BESLEDİ TIMAR EYLEDİ AT MISIN EŞEK Mİ NE CEHALETİ PROF. OLMUŞ TEPİNİP DURANA BAK !
KOKMUŞ BALIK BAŞTAN KOKTUĞU KADAR KORKMAZ OLMUŞ DÜŞMAN KORKTUĞU KADAR OLMAZ OLSUN BAŞTA BÖYLE İKTİDAR EL ÖNÜNDE EL PENÇE DURANA BAK ...
EMPERYALİST GÜÇLER, SATIN ALABİLECEKLERİ KALEMLERİ SATIN ALARAK VERDİKLERİ KEMİKLE SATIN ALDIKLARI KÖPEKLERİ HIRLLATTIRIP HAVLATTIRIRLAR, ÇÜNKÜ NİYET ETNİK AZINLIKLARI BİRBİRİNE DÜŞÜRÜP DEVLETİ VE MİLLETİ PARÇALAMAK YUTMAKTIR. BU KÖPEKLERİ POLİTİK PROPAGANDA MALZEMESİ OLARAK KULLANIRLAR.FAKAT İT ÜRÜR KERVAN YÜRÜR...
O ÜLKENİN TOPRAKLARINA VE MADENLERİNE TÜM DOĞAL ZENGİNLİKLERİNE EL KOYMAKTIR AMAÇLARI ; HEP EN ARKADAKİ SAKLI PLÂNDIR BU, NE ZAMANKİ ZAYIFLATTILAR, O ZAMAN SALDIRIYA GEÇERLER. ASLANLAR BİLE SÜRÜNÜN İÇİNDEN EN ZAYIFINI ÇELİMSİZİNİ ÖNCE SEÇERLER ,SALDIRMADAN ÖNCE.... EN ACI ÖRNEĞİNİ IRAK'TA GÖRDÜK. BU TABLO KARŞISINDA KESİNLİKLE ARTIK ŞU GERÇEK KAVRANMALIDIR; KÜRT DİYECEKLER, ERMENİ DİYECEKLER, LAZ DİYECEKLER, ÇERKES DİYECEKLER, ALEVİ/ SÜNNİ DİYECEKLER; BAKALIM DAHA TÜRLÜ TÜRLÜ NE HALTLAR YİYECEKLER, ONLARIN YİYECEĞİ HER TÜRLÜ HALT BENİM KIÇIMIN AĞZINDA SAKLI DURUYOR. SAYGILAR ŞAİRİM...
BÜTÜN BU OLANI BİTENİ DÜŞÜNCE ÖZGÜRLÜĞÜ SINIRLARI İÇİNDE ELE ALAN BİR ZİHİNİYET ABESLE İŞTİGAL ETMEKTEDİR. BU KİŞİLER İSTER PROF. OLUR İSTER BİLMEM NE, KİM OLURSA OLSUN ULUSAL BAĞIMSIZLIK SÖZ KONUSU OLUNCA ;''TAHTLAR YIKILIR, TAÇ'LAR ERİR !'', ŞAHSİYETLERİNİN HÜKMİ SIFATLARI ORTADAN KALKAR. NE DEDİKLERİ NE İÇİN DEDİKLERİ, AMAÇLARININ VATAN HAİNLİĞİ OLUP OLMADIĞI ÖN PLÂNA GEÇER. YÜCE VE KADİRŞİNAS MİLLETİMİZİN HASSASİYETLERİNİ BİLMEYENLER DAMARIMIZA ÇOK KÖTÜ BASTILAR, ONLARA DA BİR BASAN OLACAK ELBET...
BOŞUNA HEVESLENMESİNLER, KARDEŞLİK BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE YAŞIYACAĞIZ VE BU ÜLKEYİ BÖLDÜRTMEYECEĞİZ. BÖLÜCÜLERİN HEVESLERİ HEP KURSAĞINDA KALACAKTIR. YAŞASIN MUSTAFA KEMAL'LER, YAŞASIN MEHMETÇİK'LER, YAŞASIN EMPERYALİZME KARŞI MÜCADELE VERMİŞ , KURTULUŞ SAVAŞI DESTANINI YAZIP YEDİ DÜVELİN SIRTINI YERE SERMİŞ KAHRAMAN TÜRK MİLLETİNİN TÜM ÇOCUKLARI !
'' NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE ! '' MAREŞAL GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
En derin selam sevgi ve saygımla; aziz şehitlerimizin manevi huzurunda saygıyla eğiliyorum; BİR KEZ DAHA ATA'M GİBİ YÜREĞİME GÖMÜYORUM HEPSİNİ DE...
20 Aralık 2008 Cumartesi 11:47:47 ana sütü gibi ak kar suyu kadar berrak; ''rengim insan'' diye çıkıp dağlarda hayırmak kardelen kadar sevdalı volkan kadar belalı başım benim dağım taşım can yoldaşım var ol, nur ol, pir ol, bir ol ! .. zerre kardaşım dağlar arkadaşım... saygıyla...
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
19 Aralık 2008 Cuma 14:47:32 Kayıp Giden An(ı)lar
Neydi elden kayıp giden Elleri boş koyup giden Zamansız bir ayrılık mı Oylum oylum oyup giden...
Yıldız gibi kaydın işte Geceyi gün saydım işte Hem yokuşta hem inişte Beni darda koyup giden
Düştü kâlpten zaman düştü Kor alev yanan gülüştü DostU üzdü el gülüştü Ahuzârda koyup giden
Dönüşü yok o gidişin Boşunadır el edişin Gelir gider Gel-Git düşün İntizarda koyup giden... .............................
An vardır ki, ömre bedel Bedel vardır ömür eder Aşk dediğin kor alevdir Bilmem kaç ton kömür eder...Saygılar sayın gökaslan...Nitelik ve nicelik dolu bir şiirdi.
Şaban Aktaş tarafından 12/19/2008 2:51:05 PM zamanında düzenlenmiştir.
Ansızın çekilmiş bir fotoğraf karesi gibi İliklerime işleyeceğin aklıma gelmezdi Hani sen deli dumru serseri Bendim eğilmez gururun esiri Senden gayrisi koca bir yalanın eseri Nerdesin şimdi
Günü birlik bir seyahate çıkar gibi Nerden bilirdik bir ömür sürecek ziyareti Hani dönüş bileti kalır elinde Bir ayağın dön derken diğeri çeker geriye Senden gayrisına çıkan yollar kar tipi Nerdesin şimdi
Düşlerim avuçlarımdan kayıp süzülen yaralı güvercin gibi Yükselmeye çalıştıkça oluyor rüzgârın esiri Hani ürker ya bir dala konmanın telaşıyla Sevdayı yaşamak hayalle gerçek arasında Senden gayrisi rüyalarımı kemirdi Nerdesin şimdi
Keşfedilmemiş bir kara parçasında çakıl taşı gibi Ait olduğun mekânın haritada yok ismi Hani un ufak olsan da olmayacak kimsenin haberi Seni sensiz bizsiz yaşamak endişesi Senden gayrisına dünya demişler ruhum incindi Nerdesin şimdi
Zühal Z... 11.12.08
« Önceki Şiir Sonraki Şiir »
Acaba Nedir?: bir , deli , dünya , fotoğraf , gerçek , güvercin , kar , kara , kayıp , koca , yaralı , yaşamak Yorumlar
Şaban Aktaş VIP üye
Mesaj Gönder Arkadaş Listeme Ekle Engelle Bu Yoruma Cevap Yaz Düzenle
19 Aralık 2008 Cuma 13:40:17 AY'R/ILIK RESMİ
Resmini kâlbime bastım Düşle her duvara astım Deli dumrul bir serseri Neredesin şimdi dostum ?
Bu çok uzun bir yolculuk Ağlar gözüm ılık ılık Bitmez mi hiç bu ayrılık Neredesin şimdi dostum ?
Bir yaz bir de kış saati Gece gündüz düş saati Yok mu hiç boş hoş saati Neredesin şimdi dostum ?
Aşk ile taptım tapalı Sana gelen yol kapalı Yolumdan saptın sapalı Neredesin şimdi dostum ?
Kıyıda bir çakıl taşı Bitmez dalgası telaşı Aşk ile kâlbin savaşı Neredesin şimdi dostum ?
Saygıyla hüzünlü çiçek; umarım ve dilerim ki bir gün senin de yüzün gülecek...
Şaban Aktaş tarafından 12/19/2008 3:09:12 PM zamanında düzenlenmiştir.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.