25
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
4843
Okunma

Söğüt ağacının öteki ağaçlardan çok farklı bir yeri vardır, yaşantısında Anadolu insanının.Genellikle rakımı yüksekçe bölgelerde daha çok rastlanılan söğütler su kaynaklarının çıktığı yerden başlayarak, sanki suyla birlikte, suyun iki yakasında ,sevdalı bir yolculuk yapar. Dağlardan, tepelerden, ovalardan, mendereslerle kıvrıla kıvrıla; suyun son aktığı yere kadar uzanan bir yolculuktur bu.
Ne zaman geçsem Anadolu ovalarından, özellikle iç Anadolu plâtosunda ve Akdeniz yaylalarında, söğütlerin bu sevdalı yolculuğunu hayranlıkla izlemişimdir.Gümüşi yeşil zeytuni yaprakları, esen yelllerle savruldukça, yüreğimde bir şeyler kımıldanır, sanki bir ozan, sazıyla türkü söylerken, başındaki efkârı, sağa sola sallanarak, dağıtıyor gibi gelir bana...
...
’ Söğüdün yaprağı narindir narin
İçerim yanıyor dışarım serin
Zeynebi bu hafta ettiler gelin
Zeyneb’im Zeynebim allı Zeynebim
Beş köyün içinde şanlı Zeynebim ’
Dalları yel basar, ozanı sel, sazının tellerini el ve basan basana bir türkü yükselir dillerden, sesimize karışır, sevgili olur, efkârımızla yarışır söğüt dalları, sanki yalnızca söğütler duyar, onlar bilir ve onlar söyler Karacaoğlan’ı, Yunus’u, Emrah’ı, Pir Sultan’ı, Köroğlu’nu ve Dadal’ı...
Ne göçerler, göçebeler eğlenmiştir, çadır kurup gölgesinde söğütlerin, ne sevdalar yaşanmış, ne bebeler beşiğe belenmiş, salıncağında nazlı nazlı, sallandırılıp eğlendirilmiş, yazın sıcak günlerinde, serin serin yellen/dirilmiştir kimbilir...
Dirilişimizin adında bile var; Söğüt kasabasında temeli atılmıştır, üç kıtada at koşturan bir beyliğin ve giderek büyüyen bir devletin, dünyayı sallandıran koca bir imparatorluğun temeli.
Söğüt ağacı çabuk gelişir, serpilir boylanır, herşeyi ile yaşantımıza girmiştir, sele, sepet, kofa,elde çanta, altımızda bambu sandalye-kitaplık; hangi Roman kızının elinden örülüp çıkmıştır kim bilir?
Geçim kaynağıdır, paradır, köylünün elinde sırıktır, yabadır, dirgendir,çapaya, kazmaya küreğe saptır, bağ evlerinde kurulmuş yazlık çardakların, kurumuş gölgeliklerini taşıyan daldır, direktir, taşıyıcı iskelettir.
Dirmil Yaylası’nda (Termili- Termilya-BURDUR) kabak kemaneye eşlik eden sipsinin dilidir, yanık yanık, bir o kadar içli öten , öttükçe insanın ciğerini delip geçen, dertlerimizi üleşen, cerihamızı kanatıp deşen, ardından birdenbire çağlayan, keklik gibi seken, ceylan gibi koşan,zeybek gibi çöken ,su gibi aktıkça coşan, bağrıyanık türküdür söğütler...
Kışa girmeden budanır söğüt dalları ve gelecek ilkyazla yeniden dallanıp budaklanır; kışın soğuk günlerinde nice evleri ısıtmıştır, sobalarda, ocakbaşlarında şöminelerde.
İlkyazda sanki saçlarına perma yapan bir sarışın, dal boylu, gökçen bir güzeli andırır söğütler,ondülelenir saçları, sarısı baskın turuncuya çalan, bigudileri andıran çiçekleriyle,
dallarınının çatal yerlerinde kuşlara yuvadır söğütler.Ne bülbüller figân eylemiştir, ne güvercinler, kızıl şahinler tünemiştir o dallarda ve ne yılanlar ağmıştır yuvalara.
Kışlada -Yüzbaşı oturmuş, asker öğütler-
ta Yemen ellerinin yolunu tutar, Huş Dağları’nda yankılanan ağıttır söğütler...
Söz açılmışken söğütlerden iki ilginç öykü de anlatmak isterim:
Bir Amerika’lı profesör, Anadolu ’yu gezerken, bir söğüt ağacının altında ayak ayak üstüne atmış, uzanmakta olan bir çingeneye rastlar.Olacak ya, Amerikalı’nın aklına hemen ’ Tembellik ve miskinlik ’ gelir...Türkçe’yi güzel konuşan Amerika’lı sorar ;
-Neden yatıyorsun?
-Yatmayıp da ne yapayım?
-Kalk çalış!
-Çalışsam ne olur?
-Çok paran olur!
-Çok param olsa ne olur?
-Emrinde işçilerin olur, fabrikalar kurarsın...
-Eeee, sonra ne olur ?
-Çalışmaya ihtiyacın kalmaz, araban olur evin olur,yan gelir yatarsın...
-Ben ne yapıyorum şimdi ?!
Amarika’lı daha fazla diyecek bir şey bulamaz ve yoluna devam eder...
Diğer öyküye gelelim:
Adamın birisi, yine bizim Anadolu’dan; tam doksan dokuz kişinin katili olmuştur.Deli dolu çağlarında yapmıştır bir kere, ama aklı kemâle erip de yaş ilerleyince, günden güne artan bir cehennem korkusu sarmıştır yüreğini ...Çok günahım var, ben kesin cehennemliğim diye düşünürken, birden bir bilgeye danışmak gelir aklına.Ona gidip sorar ;
-Ey eren, ben bunca adam öldürdüm, bunca cana kıydım; söyle, cehennemden başka nereye, nasıl giderim ? Var mıdır sence bunun bir yolu , varsa söyle bana, o yoldan gideyim ?
-Git ovaya, bir kurumuş söğüt dalı dik; sonra karpuz da ek, karpuzlar olunca, gelene geçene, parasız hayrına dağıt, ne zaman diktiğin kuru dal yeşerirse, bil ki o zaman sen cennetliksin!
-Allah razı olsun senden.Ne gelirse elimden yapacağım yapabildiğim kadarıyla Allaha’smarladık , hoşça kal...
-Güle güle, uğurlar ola !
Cani, eren kişinin dediğince, önce kuru bir söğüt dalı diker ovaya, yanı başına bir de çardak kurup, başlar harıl harıl çalışmaya...Eker, diker, çapalar, suyunu verir, karpuzları yetiştirir, erdirir, önüne gelene bedava hay’rına verir, yiyenin dilinde cana, berekete, duaya döner karpuzlar.
Gel gör ki bir gün doludizgin bir atlı, tozu dumana katarak, tarlanın öte başından geçmektedir...Önce el eder ; bağırır ’ Duuur ! ’der,durmaz atlı; sanki felekten kanatlı.
Islık çalar durduramaz, daha hızlı bağırır , durmaz oğlu durmaz, sanki sağır, duymaz ki tam vurdumduymaz...
Çok fena sinirlenir bizim cani, olacak iş mi yani, gel şuraya iki dakikacık eğlen bre adam,böylesine de hiç rastlamamıştır hani...
Oldu olacak, kırıldı nacak, doksan dokuzunu vurdum ulan , bir de seni vursam ne olur; olsa olsa yüz olur ancak! deyip de mavzerini doğrultup, tetiği çekince, at gider de, sırtından kurşunu yiyen adam düşe kalır olduğu yerde...O öfkeyle umutları tamamen tükenmişken , üzüntüyle dönüp bir de bakıp ne görsün ki cani; gözlerine inanamaz, kuru söğüt dalı yeşermede;bunun üstüne cani;
’Şükürler olsun sana rabbim !’
deyip kapaklanır yere ve dua eder edebince...Bilge kişinin dediğine göre, günâhları bağışlanmıştır.Yeni bir ruh girmiştir bedene, artık o can alan cani değildir de, kurumuş dala can verendir...
Râbbim yüce, bağışlayan ve esirgeyendir...
Kuru dalın yeşermesindeki gizem ise sonra çözülür...
Meğer o dolu dizgin atlı, kavga olup da, çok sayıda kişinin öldüğü bir kavga yerinden, kendi taraftarlarına haber verip, daha da olayı büyüterek, yüz değil, çok daha fazla kişinin öleceği bir olaya sebep verecek, fitne fesat bir haberi taşımaktadır, ölmeden evvel, bir köyden öteki köye...
Onun için; ’ Taş taşı , lâf taşıma ! ’ demiş atalarımız...
Sağlık ve esenlikle ,hepinize yürekten selâm ve sevgilerimi sunarım,
salkımsöğüt nazlı sevdalarla kalın
sevgili dostlar ve tüm saygıdeğer okurlar...
Şaban AKTAŞ
13.12.2008-10.03
FOTO:BUYUTEC.NET