26
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2691
Okunma


Ne dert biter Anadolu’da, ne yoksulluk, ne hastalık ne ölüm . Tüm kahırı analar çeker genellikle. Anadolu ezelden beridir ezilen anaların yurdu olmuştur. Kadınların derdi çilesi, erkeklerinkini her zaman üçe beşe katlamıştır. O yuvayı yapan dişi kuştur, çadırın orta direğidir. Büyüyüp serpilen hayatın, gelişen bir neslin, elidir ayağıdır. O en güçsüz, yıkılgan anlarında, kocasının sırtını dayadığı karlı dağdır, en sağlam dayanağıdır.
İşte hangi köydeyse o köyde, yine yoksulluk at başı, aile nüfusu kalabalık, ana baba, gelin oğul torunlar hep bir aradalar, kara kış yaklaşıyor. Çocuklar aç, sefil perişan...
-Ölüm yolunu gözlüyor, kuşpalazı, boğmaca, karaçiçek, kızamık tifo, su çiçeği, difteri falan...
Büyük ana der ki adamına;
-Kalk git şurdan , önümüz kış, bu bebelerin ne yiyeceği ne giyeceği, ne donu ne gömleği, hiçbir şeysi yok, git bunlara bir şeyler al.
-Nerden alayım hanım, para yok pul yok, kime neyi, parasız kim verir?
- Ben anlamam, ne yaparsan yap, bunları sokak ortasına köpek eniği gibi salacak halimiz yok ya. Bu çocuklar tiril tiril üşür, hastalanır , ölür bunlar yarın soğuktan, kalk git şurdan, bir an evvel çoluğun çocuğun başına tellik, ayağına pabuç, sırtına sırtlık, basma pazen, altına üstüne yatak yorgan, battaniye, kilim ne bulursan al gel ...
Saçı sakalı ağarmış dede çaresizlik içinde daha fazla karısına direnmeden kasabanın yolunu tutar, tutar tutmasına da dede, parası yok şimdi cebinde, neyi nasıl ede ? Nereden bula, kimden ala, nereye gide ?
Düşünür taşınır, şansını önce doğrudan satıcıda denemeye karar verir. Kasabaya gelince dosdoğru bir toptancı bir manifatura mağazasına uğrar;
-Selamün aleyküm!
-Aleyküm selam, hoş geldiniz !
-Hoş bulduk; ağa benim adım şu, ben filanca köydenim, durum bu; bundan, bundan, şundan ibaret. Benim bunlara, şunlara, şunlara ihtiyacım var.
-Peki emmi ödemeyi nasıl yapacaksın? Madem paran yok, nasıl bir güvence, kefil vereceksin bize?
-Benim kefilim işte bunlar !
deyip, sakalını sıvazlamaya başlar adam , ama bir yandan da gözleri dolmuş içlenerek ağlamaya başlamıştır...
- Peki dede, tamam sakalını kefil bırak bakalım !
deyip istediği öte beriyi hazırlamaya koyulurlar.
Bu arada dede bir yandan sakalını sıvazlamaya, bir yandan ağlamaya devam eder... Nihayet ak bir tel sakal eline düşer onca sakalın arasından ve uzatır mağaza sahibine. Bir tel ak sakalı alıp, borç dökümünün yanına, borcun kefili olarak, ekleyip yapıştırırlar.
Dede;
’Allah razı olsun ! ’
deyip satın aldığı öte beri ile mutlu bir biçimde evine gelir...
...
Ertesi gün olay köyde duyulmuştur. Yakın bir komşusu sorar ;
-Nasıl alabildin beş para vermeden bunca malı ?
-Sakalımın bir telini kefil bıraktım.
Bunu öğrenen uyanık komşu, hemen kasabanın yolunu tutar, o da derdini anlatır.
Mağaza sahibi, adama sorar
-’Nasıl ödemeyi düşünüyorsunuz?’
Adam
-Bıyığımı rehin bırakacağım!
deyip, tuttuğu gibi bıyıklarından eline gelen kadarını, acısına aldırış etmeden, yolup masaya bırakır.
Bunu üstüne mağaza sahibi;
-Yooook; senin yolduğun bıyığının kefaleti kabul değil, o adam sakalının bir telini bıraktı ama, bir telini koparıncaya kadar yarım saat ağladı burada. Sen bıyığının değerini bilmiyorsun, bıyığının değerini bilmeyen adamın, sözünün de değeri yoktur. Kusura bakma!
deyip, adamı eli boş geri çevirirler.
Olan yolunan bıyıklara olmuştur.
Borç ödenmeyecek, taahhüt yerine getirilmeyecek olduktan sonra, kesilen çekin, senedin, yolunan sakalın bıyığın, verilen sözün ne hükmü var ki?!
Şaban AKTAŞ
ANTALYA - 11.12.2008
foto:milliyet.com/ fotogaleri
....................................................................................
(*) Kaynak kişiler;Ökkeş Öztürk- Hüseyin Şahin / Yaşanmış bir halk hikayesidir, tarafımca kurgu biçimlendirilmiştir.