4
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1299
Okunma
Tam bir şiddet toplumu olduk. Yoksa zaten mi öyleydik de, ortamlar uygun olunca, gerçek kimliklerimizi ortaya koyuyoruz?
Şu hâle bir bakın. Tam üniversite hazırlığı yapıp, hayata atılma aşamasındaki 4-5 genç, bir yayınevini basıp, sırf Müslüman olmadıkları için 3 kişiye işkence edip, canice boğazlarını kesiyor. Bu nasıl bir ruh hâlidir, bu nasıl bir vicdan, nasıl bir vahşiliktir.
Hrant Dink’i öldüren de aynı zihniyet, haraç için işyeri basıp insanları katleden de, güya siyasî nedenlerle parti binası bombalayan, köy basıp çoluk-çocuk öldüren de…
Böyle vahşetler, tüyler ürpertici cinayetler Dünya’nın birkaç ülkesinde oluyor ancak. Sık sık Cezayir’de duyduk, Afganistan’da, Irak’ta, Pakistan’da…
Ama, Türkiye, yüzü Batı’ya dönük, çağdaşlaşma isteklisi bir ülke. Atatürk’ün demokrasi yanlısı, cumhuriyet yanlısı, insan haklarından yana bir ülke… Bir Irak’taki, Afganistan’daki, Cezayir’deki, insanlık dışı, çağ dışı, hayvani cinayetler; bizim gibi bir ülkede nasıl yaşanır, anlamak mümkün değil. Elbette her toplumda, bireysel psikopatlar, caniler çıkabilir. Ama, öylesine çok, öylesine birbiriyle bağlantılı ki bu iğrenç katliamlar; bu olayları “münferit” diye görmek, “tekil” olarak algılamak mümkün değil. Devlet olarak çok kararlı biçimde üzerine gidilmezse, toplum olarak lanetlenip tepki gösterilmezse, çok daha büyük olaylar yaşanabilir. İşte o zaman, Irak’tan, Cezayir’den farkımız kalmaz; onca çağdaş, aydın, insancıl güçlere rağmen…
“Dayak cennetten çıkmadır” diye ata sözlerimiz olduğu için mi acaba bu şiddet eğilimi? “Nush ile uslanmayı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir” diye öğrettiğimiz için mi çocuklarımıza?..
Ya da, bu şiddet eğiliminde çocuklarımızı öğretmene teslim ederken “eti senin, kemiği benim” diye dayak toleransı tanımamızın etkisi mi var? “Git ara bul getir, saçlarını yol getir”, “Ya benimsin ya kara toprağın” diye türküler yakmamız mı yöneltiyor insanları şiddete?
Belki törelerimizin, geleneklerimizin, eğitim sistemimizin, toplumsal duyarsızlığımızın hepsinin etkisi var bu yaşananlarda. Ama en önemlisi, yapanın yanına kâr kalması. Olayların uzantısına erişilememesi ve perde arkasındaki planlayıcıların ortaya çıkarılamaması…
Çok yönlü bir şiddet dalgasının etkisi altında Türkiye. Dini şiddet, milliyetçi şiddet, bölücü şiddet, ideolojik şiddet, çeteci şiddet, kişisel şiddet… Kişisel şiddetin nedenlerini, ekonomik, sosyal, sağlıksal temellerini sorgulamaktan başlayarak; tüm şiddet çeşitleri üzerinde bilimsel araştırmalarla, kısa ve uzun vadeli önlemlerle eğilmeliyiz soruna… Birbirinin uzantısı olan organize olayları, son noktasına kadar izlemek zorundayız. Örneğin bu son Malatya vahşetini, bir Rahip Santoro, bir Hrant Dink cinayetlerinden bağımsız düşünmek mümkün değil. Nasıl ki, bölücü örgütün Tunceli’de, Şırnak’ta düzenledikleri saldırı, Hakkari’deki saldırıdan bağımsız değilse, kategori olarak aynı konumda olan hiçbir şiddet olayı da benzerlerinden ayrı düşünülemez.
İş çığırından çıkmış durumda. Sadece polis, jandarma, savcılar değil; toplumun konuyla ilgili tüm sosyologları, psikologları, sağlıkçıları da bir bütün halinde konuyu çözümleyip, çözüm önerilerini sunmalı; yetkililer de derhal uygulamaya koymalı. Yoksa, çok daha kötü günler bizi bekler…