8
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1541
Okunma
Vakit neredeyse gece yarısına yaklaşmıştı. El ayak çekilmiş, kentin tenhalığı sadece ağustos böceklerinin cilveleşen şarkılarıyla nida bulmuştu. Gündüzden kalma sıcağın sarı laneti geceye de sıçramış, yaprak kıpırdamaz olmuştu.
Mavi ışık huzmesi gibi odayı dolduran, televizyonun sesini de tamamen kısmış ve karşısındaki tek kişili koltukta uyuyakalmıştı kadın. Uykusu hafifti. Ne de olsa üç çocuk annesiydi ve ufacık bir seste irkilip kalkmayı adet edinmişti. Kapıyı kurcalayan anahtar sesiyle açtı gözlerini, silkeleyip üzerindeki mahmurluğu kalktı hemen. Sanki az önce uyuklayan o değilmiş gibi, çakmak çakmak gözlerle dikildi eski halının üstüne. Ve elleri belinde alev püsküren sözler dimağında. Kafaya koymuş bir kere haram edecek geceyi kocasına.
Adam yorgunluktan nevri dönmüş, gözlerinde uykusuzluğun mor halkaları geçti oturdu koltuğa. Yatağına gidecek dermanı yok belli. Tek derdi helalinden bir lokma sokabilmek çocuklarının kursağına. Sarının laneti uğrak vermez mi damsız yerde çalışana? Bedenini sarmalayan tuz kitlesi dudaklarında son bulmuş gibi kavurmuş, çatlatmış pembesini. Geceyi uyandırmak istemez gibi mecalsiz bir sesle;
—Buz gibi bir ayran versen de içsem, dedi.
Keşke hiç demeseydi. Sussaydı yüreği gibi dili de, susuzluğunu yakacak bir ateşe sürüklemeseydi kendini.
Kadın, vahşi bir kedi misali dilinin pençelerini çıkartarak saldırdı adama.Sızlayan bir ses tonuyla ardı arkası gelmeyen serzenişler sıraladı kocasına.
Yok efendim, çok yoruluyormuş bitmek bilmiyormuş ev temizliği, çocuklar her yeri dağıtıyormuş. Sonra ne pişirmeliyim derdi. Biri patates ister diğeri köfte, biter mi çocukların istekleri? Ardından bulaşık faslı. Hele bir de ütü yapmışsa vay haline. Tükenmek bilmeyen şikâyetler zinciri eklendikçe eklendi halka halka… Bir de kocanın gönlünü mü görmeli bu saatte?
Adam susuzluğuna, bağrının yanmışlığına bin pişman doğruldu yerinden. Yorgun gözlerini karısının ateş saçan gözlerinde buluşturup;
—Aynaya bak, gördüğüne ve görebilme melekelerine şükret, dedi.
Ve parmak uçlarının sessizliğinde süzülür gibi gitti yatağına.
Kadın bir süre kıpırdamadan kalakaldı. Ne demek istemişti kocası? Oysa o aynaya her gün bakıyordu zaten, sabah makyajını yaparken. Bakımlı bir kadındı. Aklını mı yitiriyor ne diye düşünmeden edemedi. Evet, bunamaya başlamış olmalıydı. Yoksa ne diye gecenin bu vaktinde aynaya bak desin ki karısına. Omuzlarını silkip gitti eşinin ardı sıra.
Ama koca,
‘’Aynaya bak… Şükret’’ demişti. Ne çok söz söylemişti içinde gizli. İbret alınacak çok şey çıkardı gün yüzüne, idrak etseydi ne dediğini ve bakabilseydi cesurca aynaya.
Sokaklarda sonsuz uykuya teslim ederken mekânsız biçareler bedenlerini, senin temizlemesi bile zoruna giden bir evin olduğu için şükret!
Açlıkla mücadele eden ülkelerde, yemek çeşitlerinin hayalini kurmayı bırak, kuru ekmeğe muhtaç sefilleri düşün ve sofrana nimet koyabilmene şükret! Ocakta tenceren kaynıyor ki bulaşık çıkarabiliyorsun yıkamak için.
Başında damı, sırtında urbası olmayan vicdan mahrumu insancıklar arasında soğuktan donarak ölenleri düşün.
Düşün ki bir çocuk sahibi olabilmek uğruna malını mülkünü döken çaresizleri ya da sırf neslini sürdürmek için üstüne gelecek kumaya boyun eğen kadınları düşün. Pırlanta gibi evlatlara sahip olduğun için şükret.
Başkalarının bakımına muhtaç olan eli ayağı tutmayan hastaları düşün, sağlıklı olduğun için şükret.
Aynaya bak, gördüğüne ve görme melekelerine şükret. Aslında ne çok mutluluk sebebi var görmeyi bilene. Bir masal kahramanı olmak çok mu zor? Fani değil mi yaşanan her şey. Bir de kendine zindan etmeye değer mi, zaten gelip geçici olan ve belki yarını olmayan hayatı?
Anlayabilseydi keşke, kocasının sözlerinden ne demek istediğini. Omuz silkip giderken, mutsuzluğun ve kendince umutsuzluğun kollarına atarken kendini…
‘’Mademki dünyanın sonunda yokluk var
Say ki yoksun, varmışsın gibi mutlu ol.’’
Ömer Hayyam
Haydi, dostlar kalkın yerinizden ve aynaya bakın.
SELMA PEKŞEN