11
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1002
Okunma
Çok sonraları anlamıştım onun da beni sevdiğini.
herkes için sıradan bir gündü ve sıradan bir günün öylesine bir gecesin de
görmüştüm bir durak dibinde ve kısacık eteğiyle. mevsim sonbahar’dı, yavaş yavaş çoğalan yağmur gecenin rengini değiştiriyordu ve hava biraz da soğuktu
ve biliyordum saatler bir sonrakine ulaştığında (zaman) gözü dönmüş bir (adam) kadar acımasız oluyordu.
görmüştüm ve gördüğümde sadece oradan geçiyordum ve herkes kadar yabancıydım ona.
taksim’den/şişli’ye
yolumu yarılamış,
gözlerimi ardımdaki uzaklara yatırmıştım,
sadece yoluma gidiyordum.
kimdi o kadın ? bu saatte tek başına ne yapıyordu? sorular sorular önümden çekilmiyordu.
üstelik hava soğuk ve çoğalan bir yağmur vardı ve gelip geçen herkes belkide benden daha yabancıydı !
kimbilir belki de bir anne idi, belki de yaşlı ana’sına bakan bir kimsesiz.
çok’mu güzeldi yoksa gecemiydi onu güzel yapan.
off.. sorular susun demeye bir şey engel oluyordu.
gözlerim’miydi aklımı çelen yoksa yüreğimmi el birliğine tutuşmuştu gözlerimle!,
fark edememiştim oysa yolum çoktan terse dönmüştü.
ve bir durak gerideydi, acaba soğukmuydu onu geriye iten yoksa serseri bir çift gözmü ?
ama oradaydı ve kalabalık yanlızlıkları da omuzların da.
yaklaştım ve camı araladım, gülümsedi.
galiba cam aralıklarından ona el uzatmayan bir tek bendim belkide bu yüzden gülümsemişti. o gülümsedikçe benim sözlerim azalıyordu, ve artık sus’pustum üstelikte yabancıydım. öyle güzel gülümsüyordu ki bana söylencek söz bırakmıyordu.
yollar onun’du ben o yoldan geçen belkide en masum yolcu.
hissediyordu !.
işte bu yüzden cesurdu.. (demek’ki)
üşüdüm yağmurda bastırdı biniyorum arabaya derken ne kadarda özgürdü.
’hoşgeldin.
adını söylemiş (bende saklı) üşümüş elleriyle sağ yanağıma dokunmuştu.
bizim ihtiyacımız bir sabah’çı lokantası dedim, kim bile bilirdi ki
sıcak bir tas çorbanın buğusun da ben o fahişe’yi sevecektim.
oda beni.
şaçlarının iki yana dalgalanışı alıp götürmüştü beni mesafe kabataş’la adeta çengelköy arası.
mercimek sarılığı bulaştırdığı al’alacalı dudakları beni aşk’a tetikliyor,
yarınlara başlamalığımıza itekliyordu gülen gözleri.
oysa başlamıştı ve çok olmuştu.
yarınlar bir sonrakine volta atıyor, bir sonraki ertesi akşam olsun diye güne yalancı karanlıklar katıştırıyordu.
bir gece ona döndüğümde
sevdiğim fahişe her zaman ki kaldırımda yoktu,
ve başka bir yerde olma olasılığıda yoktu.
çünkü kendi seçmişti
her gece bu saatte beni o kaldırımda bekleyecekti.
ve bir daha gelmedi.
yoldaş bir ablası vardı sesimi duymuş uzaktan’uzağa beni tanıyordu.
o aradı bir sabah ve öldü dedi.
14’te kalkıyordu cenazesi.
gittim o gelmemişti ve yine giden ben oldum.
abla fısıldadı kulağıma saf tutmuş bir kaç iyi kadın arasından
hiç görmemişti beni ama tanımıştı.
aşık olduğunu duydu
(pezevenk)
hiç acımadı sıktı dedi.
kalbinin yedi santim sağından girmiş kurşun ve kalbine hiç değmemişti.
o pezevenkmiydi suçlu aşk mı, ben mi bilmiyorum
ama
ben
o fahişeyi
hala saygıyla seviyorum !.
19/12/ 2003