6
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1486
Okunma
Mekânını, ortamını ve müziğini çok sevdiğim bir cafede oturuyorum. Dışarıda, sağanak yağmur yağıyor. Hava öylesine değişken ki;yağmur zaman zaman durup, güneş açıyor. İçimden kendi kendime konuşmamak mümkün değil <<hava ve ben birbirimize, çok benziyoruz>> diyorum...
Yağmur mu içini boşaltamıyor? güneş mi yağmuru susturuyor diye düşünüyorum...
Yan masamda evli bir çiftin boşanma kararı almaları beni buruklaştırıyor. Öylesine yüksek sesle bu kararı alıyorlar ki duymamak mümkün değil.<<birlikteliğinize bir şans daha verseydiniz>> dememek için kendimi zor tutuyorum. Yağmurla, güneşin durumuna düşmemek için susuyorum...
Sol tarfımda ki masa ise yeni tanışmış bir çiftin istemeyerek konuşmalarına tanık oluyorum. Erkek<<eğer bir gün ayrılırsak, sensiz yaşayamam, ölürüm>> diyor. Kızın göz bebeklerinin içine baka baka.
Kız ise<<bende>> derken sanki gözyaşlarını içine akıtıyordu. Belliki erkek o an için onun yağmuruydu...
Her iki masada birbirine tezat bir durum sergilerken hem kahve mi yudumluyordum, hem de içimden bir sürü yorumlar yapıyordum...
Uzun yıllar önce, sol masamda ki konuşulanları yaşamışmıydım? unutmuşum!...Ölmüşmüydüm? düşünüyorum...
Sağ masamda yaşanılan konuşmaları ve tartışmaları ise çok daha acılı bir şekilde yaşamıştım zaten...İçim acıyor...
İşte tam bunların analizlerini yaparken; içeriye üstübaşı sırılsıklam olmuş bir bayan giriyor. Gözlerinden her haliyle mutluluk okunuyor. "Gökyüzü rahmetiyle sularken, mutlulukla sulamış dedirten türden olsa gerek" diye düşünüyorum...
Etrafına bakıp boş bir masa arıyor. Ancak tüm masalar ne yazı ki dolu.
Kendisini, kibarca masama davet ediyorum.Çok seviniyor. Kısa bir süre sessizce oturuyoruz. Her zaman ilk sessizliği bozan ben olmanın sevinciyle<<bir hayli ıslanmışsınız>>diyorum...Ve cevabını beklemeden<<yağmurda yürümeyi çok severim>>diyorum...
Bayan <<bende çok severim ama bugün daha çok sevdim>>diyor...Üç, beş sohbetten sonra adının Leman olduğunu öğreniyor, tanışmış oluyoruz artık...
Lemân orta yaşlarda bir bayan görünümünde, alımlı ve hoşsohbet birine benziyor...Oldukça keyifli bir sohbet gelişiyor aramızda...
O sabah evden yirmi sene önce yaşadığı ilk çocukluk aşkı, telefon ile arayıp hatırını sormuş...Nerden buldu diyorum telefonunu? Gülümsyerek<< bu konuda çok uğraş vermiş>> diyor...Ve telefonda uzun bir müddet konuştuktan sonra, birbirlerini görmek için buluşmuşlar. Erkek evliymiş ikide oğlu varmış. Güzel bir işi, mutlu bir evliliği olduğunu söylüyor. Ancak sevmeden evlendiği için sevgisiz bir evlilik yaşıyor diyor...
Nasıl diyorum? hem mutlu, Hem sevgisiz?
Lemân gülümseyerek, sadece çocukların mutluluğunu ve eşlerinin birbirlerine olan saygısı söz konusu edilen diyor...İçim acıyor sanki o an...
Lemân’ın eşinden ayrılalı bir kaç sene olmuş...Çocuğu yokmuş...Buluştuğu erkeğin adı; Gürsel’miş...Birbirlerini çok sevmişler, ama söylemeye fırsat bulamamışlar, çekinmişler...Çünkü çok yakın arkadaşlarmış...Ve o yıllarda arkadaşlık <<çok kutsaldı>> diyor, söz arasında...İçim acıyor yine...Söylemek için, çok mücadele vermişler, zamana ve şartlara yenilip, içlerinde yaşamışlar...
Lemân:"işte bugün Gürsel’le eski yılları andık...ve gözlerinde sanki yirmi sene öncenin izleri" vardı diyor...Ve devam ediyor...
"ozamanlar gençtik, bugün hem olgunlaşmamız, hem de muabbete ve o yıllara bir özlem, bir açlıkla vaktin nasıl geçtiğini anlayamadığım, saatler yaşadım" diyor...
Lemân anlatırken, sanki o saatleri tekrar yaşıyor gibi, sesi ve elindeki sıgarası titriyor...Onun yanında<<çok heyecanlandım, yanaklarımın kıpkırmızı olduğunu hissettim>> diyor..."Şu an da da öyle görünüyorsun" diyorum, gülüşüyoruz..
Kısa bir sessizlik arasında mekÂndaki müziği dinliyoruz. Bülent Ortaçgil söylüyor<<Olmalımı? Olmamalımı?>>
Lemân’ın cep telefonuna mesaj geliyor...Heyecanla mesajı okurken, ellerimi sımsıkı tutuyor...Mesajda<<Seni çok sevmiştim>> yazıyor...Lemân’ın gözlerinden, sicim gibi yaşlar akıyor, ve gülümseyerek<<bende>> diye cevaplıyor gelen mesajı...
Ve ardından Gürsel’den bir mesaj daha geliyor...<<yarın birlikte bir öğlen yemeği yiyebilirmiyiz>>diyor...Lemân sanki Gürsel vazgeçer korkusuyla anında<<Evet, çok sevinirim>> diyerek cevaplıyor...
Lemân’ın yüzü giderek daha da al al oluyor...Bana da içimden<<ertelenen aşkların, yol bulduğunda tekrarlanabileceği düşüncesi>> kalıyor...
Böyle mi olmalıydı? Yoksa doğrusu bu mu? Meyva gibi olgunlaşınca mı yaşanmalı yaşanacak adına ne varsa? diye kendime bir sürü soru soruyorum içimden...
Lemân da biraz mahçup ve tedirgin bir şekilde<<beni ne olur yanlış tanımayın ve anlamayın>>diyor...Gülümseyerek <<bazen, yasaklarımız, günahlarımız bizi çağırır her nekadar, istemesek de; hem o duygunun altında eziliriz, hem de gönüle söz geçmez>> diyorum...ve ekliyorum<<kapın çalınmıştır,içeriye gelen yasak aşktır ve bazen özgürce yaşanmasını erteledğimiz için ya hesap soruyordur? ya da zamanı, şimdi gelmiştir, nasıl kabul edersen>> diyorum...Biraz daha sohbet ediyoruz, Lemân müsade isteyip, masadan kalkarken<<görüşmek üzere>> diyor. Gülüşüyoruz..
Ne tuhaf bir gündü...Bir fincan kahve içmek için girmiştim...İki ayrı masanın konuşmalarını dinlemiştim...Ve bir de LemÂn’ı tanımış, hikâyesini öğrenmiştim...Bana da bir kaç saatlik bir günün öyküsü kalmıştı...
ayşe yayman
20.11.2006