Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
ibrahimsami
ibrahimsami

SEN ANLAMAZSIN BEBEĞİM...

Yorum

SEN ANLAMAZSIN BEBEĞİM...

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

935

Okunma

SEN ANLAMAZSIN BEBEĞİM...



Sen Küçüksün, Anlayamazsın Bebeğim
Televizyonun daha yaşamımıza girmediği, (bazen iki, bazen üç ayda bir gelen faturadan, elektrik diye bir şeyden haberdar olsak da) genelde gazyağı lambasıyla aydınlandığımız günlerdi.

Daracık çakır çukur yollarda faytonların, çamurluk üzerinde mekanik sayaçlı Desoto ve Dodge markalı taksilerden sayıca fazla olduğu zamanlardan bahsediyorum.
Bırak minibüsü, taksiyi, içinde bilet kesen görevlisiyle bilmem kaç saatte bir gelen belediye otobüsünü beklemektense, akraba ziyaretlerine hatta gelin çıkarmaya bile o faytonlarla gidilirdi. Şimdi sana; “emmi emmi, arkaya kamçı” cümlesi neyi hatırlatıyor diye sorsam, boş gözlerle bakıp, cevap veremeyeceğini biliyorum. Ama bizim için öyle miydi ya?
Giden faytonun arkasına koşup takıldığımızda, büyülü dünyamıza açılan kapının kapanması anlamına gelen bu iç ürpertici cümlenin derin manası çok büyüktü. Şimdi kalkıp bunu sana anlatamam. Çünkü sen çok küçüksün bebeğim, anlayamazsın…

Taş duvar ve toprak bacalıydı ama sağlam yürekli komşularımızla, kale kadar sağlam olan evlerimiz vardı. Şimdi apartmanlarda olduğu gibi, kırk kapıdan geçildikten sonra yalnızlığa mahkûm evler gibi değildi elbet. O zamanlar mahalledeki bütün evlerin ortak bir kapısı vardı! O da sokak başında olan ve sadece mahalle sakinlerine açılan görünmez, sırlı bir kapıydı. Her ev, gece oldu mu bir ama güneş doğdu mu, bütün evler tek bir ev gibi olurdu.
Her yaz toprak bacaları yabani ot kaplardı. Bunlar da yağmur sularını tutup çektikleri için, yaz içinde evlerin tavanları damlardı. O yüzden konu komşu toplanır bacalara çıkardık. Analar bir yerde oturup mantısda demledikleri çay eşliğinde muhabbetlerine bakarken, biz çocuklar bu otları yolup sokak arasına atardık. Sonra da inip bu otlarla “canlan çiçeğim canlan” oynardık. Şimdi sana; “canlan çiçeğim canlan” cümlesi neyi hatırlatıyor diye sorsam, boş gözlerle bakıp, cevap veremeyeceğini biliyorum. Ama bizim için öyle miydi ya?
Bilgisayarla sandalye arasında sıkışıp kalan şimdiki bir çocuktan çok daha fazla heyecanlar yaşatan bu eğlenceli oyunu şimdi kalkıp anlatamam sana. Çünkü sen çok küçüksün bebeğim, anlayamazsın…

O senelerdeki kışların ne soğuğunun şiddetini ne de yağan karın çokluğunu cümlelerle anlatmak neredeyse imkânsız küçüğüm. Donmamak için içimizi hep sevgiyle ısıtmak zorundaydık. Öyle ki, o zamanlar biz her şeyin hep en çoğunu yaşadığımızdan, birgün gelirde o soğukları tarif et diyen birisinin olacağını hiç düşünemediğimizden, şimdi bunu sana nasıl anlatabilirim ki? Tipiden, günlerce evden çıkmadığımız olurdu. Mısır patlatır, kavurga kavurur yerdik. Transistorlu radyoyu açtıktan sonra, lambalarının ısınması için en az beş on dakika beklerdik. Uzun dalgadan yayın yapan Erzurum radyosunu bulduğumuzda ise çokça Klasik Türk Sanat Müziği ve Türk Halk Müziği dinlerdik. Hangi zamanlarda olurdu bilemem ama bazen de Halit Kıvanç’ın heyecanlı sesinden futbol müsabakalarını dinlerken, gözlerimizi kapar, sahada olup bitenleri aynen hayal eder ve hayallerimizi izlerdik. Şimdi sen hiç televizyonsuzluk nedir bilemezsin ki, o hayal gücünün bize ne büyük zevkler yaşattığını da bilesin! Sakın bana nasıl bir şey olduğunu sorma anlatamam. Çünkü sen çok küçüksün bebeğim, anlayamazsın…

Yazın olduğu gibi, kışın da bacalar damlardı. Bunun için çoluk çocuk çıkar elbirliğiyle bacaları yine sokak aralarına kürürdük. Sonra da inip bu kar yığınlarının içini oyarak kendimize küçük küçük evler yapar, “iyi komşuluk nasıl olur” oyununu oynardık. Atlarla çekilen arabalarla sokağa giren belediye işçilerinin, kazma kürek, bu evleri yükleyip götürmelerinin hüznü fazla sürmezdi içimizde. Odunluklardan çıkardığımız üç beş tahta parçası mahir bir ustanın elinde hemencecik bir kızağa dönüşürdü. Kardan temizlenmiş sokağımız harika bir kayak pisti, altına çaktığımız teneke parçaları kızaklarımız ve muhteşem kayakçılar olarak biz…

Aslında anlatacağım çok ama çok şey var, anlatamıyorum. Korkum, şimdiye kadar anlattıklarımı anlayamadığın gibi bunları da anlayamayacağından! Sanırım sen çok küçüksün bebeğim, anlayamazsın…

Birgün gelecek, sende büyüyeceksin! Küçüklerine anlatacağın ama onların anlayamayacağını düşündüğün hatıraların da olacak. işte o zaman daha iyi anlayacaksın beni, biliyorum bebeğim...

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Sen anlamazsın bebeğim... Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Sen anlamazsın bebeğim... yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
SEN ANLAMAZSIN BEBEĞİM... yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL