2
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
1336
Okunma
-Bu anımı öğretmenliği bir meslekten ziyade gerçek yaşam biçimi olarak algılayan öğretmenlere ve 1976 Yunus Emre İlk Öğretmen Okulu Mezunlarına adıyorum-
1975 yılıydı, gelen baharla birlikte son sınavlar için hummalı bir çalışma vardı. Yatılı Öğretmen okulunun son sınıfındaydık, yaklaşık 1.5 ay sonra karne ve diplomalarımız alıp bu güzel vatanın nadide bir köşesine gidip yıllarca aldığımız eğitimin karşılığını vermeye çalışacaktık. Ne yazık ki bizlerde artan sadece göreve başlama arzusu değildi, yurdumuzu daha sonraları bir ahtopod gibi saracak siyasi ayırımcılığın tohumları orta öğretim kurumlarına yeterince atılmış ve hasadını alma arzusu bir çok arkadaşın o çocuksu gönlünü artan bir şekilde yakıp kavuruyordu. İşte o günlerden biriydi, biz akşam etüdü için sınıflara doluşmuş, ertesi günün sınavına hazırlanmaya başlamıştık. Ancak arka sıralardan gelen tartışma hepimizin dikkatini çekmişti. Tartışma ve ses tonları da gittikçe önlenemez düzeylere çıkıyordu. Sınıfımızda fikirlerini savunmada biraz daha hoş görüsüz davranan ve kendilerini o görüşlerin lideri kabul eden iki arkadaşımızdı bunlar. Hepimiz sıralarımızdan kalkıp yatıştıralım demeye kalmadan bir birine attıkları yumruk sesleri, boğuşma ve yuvarlanma sesleri ile kavganın dozuna uygun bağırtıları birbirine karışıyordu. Tam o anda kapı açıldı, biz nöbetçi öğretmendir diye telaşla kapıya bakarken okul müdürümüz Azmi bey içeri girdi. Telaş yerini korkuya, daha çok korkuya bıraktı.
Azmi bey; otoriter, disiplinli, çok az konuşan, çok fazla ortalıklarda gözükmeyen bir müdür olarak içimizde hep bir ürperti oluştururdu. Kavga eden arkadaşlar tıpkı "don" komutunu almış sanatçılar gibi dağılmış üstleri başları ve birinin eli diğerini gırtlağında olduğu halde adeta taş kesilmişlerdi. Elbet salt onlar değildi taş kesilen, bütün sınıf başları önde eğik, sus pus kalmıştı. Çünkü olayın siyasi boyutu vardı ve kavgaya yol açmıştı, hem de etüt zamanı ve ne büyük talihsizlik ki olay Azmi beyin bizzat tanık olduğu bir anda olmuştu. Eminim hemen hepimiz kavga eden iki arkadaşımızın valizlerini toplaması gerektiklerini düşünüyordu ve salt onlarla da kalmayacaktı olay. Soruşturmalar sonucunda daha çok kişinin başı ağrıyacaktı. Biz bu kaos içinde kıvranırken Azmi bey "kavga eden iki kişi kara tahtanın yanına gelsin" dedi. İki arkadaşımız başları öne eğik, adeta sürünürcesine tahtaya ulaştılar.
Azmi bey arkadaşlarımızın ikisini de kulaklarını tuttu ve gür sesiyle "Ne oluyor çocuklar neyi paylaşamadınız?" dedi ve devam etti "Koca koca adamlar oldunuz, ben yarın çocuklarım öğretmen olup bu güzel vatana hizmete başlayacak diye seviniyorum sizler bir kız yüzünden birbirinize düşünüyorsunuz.... Hadi oturun yerinize, bir daha böyle saçma konular için birbirinizi üzmeyin" dedi. Arkadaşlarımızdan biri "Ama öğretmenim olay kız meselesi…" dediği anda Azmi bey "Bak rezile birde konuşuyor, çabuk otur yerine" dedi ve sessizce girdiği kapıdan aynı adımlarla çıktı gitti. Bütün sınıf girdiği şoktan kurtulmaya çalışıyor ve bir yandan da Müdür bey anlayamadı olayı çok şükür diye seviniyordu. Hatta bu adam anlama özürlü, salak, olayı ne kadar farklı algıladı diye işi komik düzeye bile çıkardık. Sonra iki kavga eden arkadaşlar ucuz kurtulmanın sevinci ile barıştılar, karşılıklı özür dilediler ve ne ilginçtir ki daha sonraki aylarda okul genelinde kavgalar ve olaylar oldu ama bizim sınıfta hiç kavga olmadı. Yıllar yıllar sonra, evet ben benzer bir kürsüye öğretmen olarak atandım.
Bir gün bir akşam etüdünde tam bir sınıfa ayağımı atarken geçmişte yaşadığım bu olay aklıma geldi. Gülümseyerek anıları şöyle bir turladım, birden aklıma bir şey takıldı. Yaşadığımız olayı Azmi beyin anlayamamış olduğu şeklindeki düşünce bir çok acaba çekincesi altında ezilmeye başladı. Her olayın düşündüğümde aslında Azmi beyin olayı o gün bütünüyle anladığını sonucuna daha çok yaklaşıyordum. Ama niye böyle davranmıştı ? bu soruyu günlerce düşündüm. Ta ki kavgacı arkadaşların bir akşam telefon edip yaz tatilinde çoluk çocuk size geliyoruz diye telefon edişine kadar. Evet, asıl salak ve kavrama özürlüsü olan bizdik. Azmi bey o gün olayı fazlasıyla anlamıştı ve gelişim yönünü de görebiliyordu. O gün saçma bir gerekçe yaratıp arkadaşlarımızı rencide etmeden, ceza vermeden yatıştırabilmişti. Sınıfımızda bozulmaya yüz tutan huzursuzluğu düzeltmiş, bize arkadaşlarımızı hediye etmişti. Ama bir hatası vardı, bu dersi bizzat gözümüz içine baka baka bize anlatmış ve bizim kavrayabileceğimizi düşünmüştü. Fakat ne gezer, biz onu yıllar boyu anlama özürlü olarak kabul edip alay ettik. Çünkü bu gün biliyorum ki Azmi bey o gece bizim kafamızın yettiği ölçüde davranıp arkadaşların kavga gerekçelerine göre davransaydı, çoğumuz mezun olamayacaktık, sınıfımız siyasi kavgaların sürdüğü bir arena olacaktı. Şimdi tatile gelmesini beklediğim arkadaşımı bile nefretle anıyor olacaktım.