0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
İslam akidesinde ırk, dil ve renk Allah’ın varlığının ayetleri (delilleri) olarak kabul edilir. Rum Suresi 22. ayette buyurulduğu üzere: "O’nun ayetlerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır." Bir halkın dilini inkar etmek veya kamusal alandan kazımaya çalışmak, doğrudan Allah’ın bir ayetini imha etmeye çalışmakla eşdeğerdir.
​
​Türkiye’deki İslamcı camianın önemli bir kısmı, devleti bir "hizmet aracı" olarak görmek yerine onu kutsal bir "mülk" olarak benimsemiştir. Bu anlayışta devlet, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi (Zillullah) gibi konumlandırılınca, devletin bekası için yapılan her türlü zulüm "maslahat" kılıfına sokulur. Kürt meselesinde, bir Müslüman kardeşinin fıtri hakkı olan anadilini savunmak yerine, "devlet bölünür" korkusuyla inkarcı politikaların payandası olmak; imanın gerektirdiği "Adalet şahitliği" vasfını yitirmektir.
​
​İslam, "asabiyeyi" (ırkçılığı) ayaklar altına almış bir dindir. Ancak Türkiye’de İslamcılık, zamanla Türk milliyetçiliği ile öylesine iç içe geçmiştir ki (Türk-İslam Sentezi), devletin bekası için bir başka Müslüman kavmin haklarının gasp edilmesi meşru görülmeye başlanmıştır. "Devletin birliği" putu, "Müminler ancak kardeştir" ilkesinin üzerine çıkarılmıştır. Oysa İslam fıkhına göre hiçbir siyasi yapı, Allah’ın kula bahşettiği kimlik ve dil hakkını gasp etme yetkisine sahip değildir.
​
​Pek çok İslamcı figür, Kürtlerin hak taleplerini "dış güçlerin oyunu" veya "terör" parantezine alarak fıkhi sorumluluktan kaçmaktadır. Bu, heva ve hevesi dinin önüne koymanın modern bir tezahürüdür. Bir zulmü, yapanın "bizim devletimiz" olması sebebiyle görmezden gelmek, Kur’an’ın "Bir topluluğa olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin" (Maide, 8) emrine açık bir isyandır. Devletin çıkarlarını, Allah’ın adaletinden üstün tutmak; devleti pratik hayatta Allah’a ortak koşmaktır.
​
​Kendi ırkdaşının hakkını "hak", din kardeşinin hakkını "devlet için tehlike" gören bir zihniyet, İslam’ın evrensel adalet terazisini kırmıştır. Bir halkın dili yasaklanırken sessiz kalan, asimilasyonu "birlik ve beraberlik" diye alkışlayan bir dindarlık; ruhunu ulus-devletin soğuk koridorlarında teslim etmiş bir dindarlıktır.
​ Tevhid mi, Devletçilik mi?
​Gerçek bir iman mücadelesi, sadece namaz ve oruçtan ibaret değildir. O, aynı zamanda güç sahibine karşı hakkı haykırmayı gerektirir. Devleti kutsallaştırıp, onun günahlarını İslam’la örtmeye çalışanlar; aslında İslam’ı devletin emrine vererek dini araçsallaştırmaktadırlar. Kürtlerin veya bir başka mazlum halkın hakkını, devletin bekası için feda edenler, ahirette devletin değil, Allah’ın huzuruna çıkacaklarını ve "Dilleri ve renkleri neden ayetim olarak görmediniz?" sorusuna muhatap olacaklarını unutmamalıdırlar.