0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
51
Okunma
Değerli Okurlar, Bir şiiri okuduğumuzda sıkça şunu söyleriz: “Sanki beni anlatıyor.” Oysa o şiir, bizden çok önce yazılmıştır; başka bir hayatın içinden çıkmış, başka bir kalbin ritmiyle kurulmuştur. Buna rağmen kendimize ait hissederiz. İşte şiirin asıl meselesi burada başlar.
Şiir, yazıldığı anda yazanındır; çünkü henüz kimseyle paylaşılmamıştır. Kelimeler onun deneyimine, duygusuna, sezgisine yaslanır. Ama şiir okunduğu anda yer değiştirir. Artık yalnızca yazanın iç dünyasını değil, okuyanın hayatını da taşımaya başlar.
Bu noktada şiir estetik bir nesne olmaktan çıkar, toplumsal bir ilişkiye dönüşür. Okur, şiiri olduğu gibi almaz; kendi geçmişini, acılarını, umutlarını onun içine yerleştirir. Aynı dize bu yüzden herkeste başka bir yankı üretir. Şiirin anlamı sabit değildir; dolaşımdadır. Tam da bu nedenle Roland Barthes, anlamın tek sahibi olarak yazarı merkeze alan düşünceyi sorgular. Şiirin kaderi, yazıldığı masada değil, okunduğu hayatta belirlenir.
Ancak şiiri bütünüyle okura teslim etmek de eksik bir okumadır. Çünkü her şiir, yazanının tanıklığını taşır. O tanıklık silindiğinde şiir derinliğini kaybeder, yalnızca duygusal bir yansıma hâline gelir. Şiir ne yazanın tapulu malıdır, ne de okurun sınırsızca sahiplenebileceği bir alan. O, iki yalnızlığın kesiştiği yerde yaşar. Yazanın yalnızlığıyla başlar, okurun yalnızlığıyla tamamlanır.
Bu yüzden doğru soru “Şiir kimin?” değildir. Asıl soru şudur: Şiir nerede anlam kazanır? Cevap nettir ama basit değildir. Şiir, insanın kendini aradığı yerde anlam kazanır. Bazen yazanda, bazen okuyanda, çoğu zaman da ikisinin arasında kurulan sessiz bağda. Şiirin gücü tam da buradadır: Kimseye ait olmadan, herkesin içinden geçebilmesinde.
Kendi kalemimden bir şiiri sizlerle paylaşmak istiyorum. Keyifli okumalar.
SAHİ, GİTMEK NEYDİ?
Bir kapıyı çekip çıkmak mı,
yoksa içerde kalan sesi
yanına almadan yürümek mi?
Gitmek,
aynı şehirde kalıp
aynı kalabalığın içinden
kendine yabancı çıkmaktı belki.
Valize konmayan şeyler vardı mesela yarım kalmış cümleler,
boğazda düğümlenen suskunluklar,
“kalsaydım” diye başlayan ihtimaller.
Gitmek bir kaçış değildi çoğu zaman,
bazen kalmanın artık
kendine ihanet olmasıydı.
İnsan en çok
kendinden uzaklaşınca
yerinde duramazdı.
Gitmek;
ardına bakmamaya yemin edip
her adımda hatırlamaktı.
Unutmak sanılırdı,
oysa hatıranın
yürüyen hâliydi gitmek.
Ve bazı gidişler vardı,
ne yolculuk sayılırdı
ne dönüşü olurdu.
Sadece insan
eski benliğini bir yerde bırakır,
sessizce
başka bir ağırlıkla devam ederdi.
Gitmek aslında
bir yerden çok,
bir halden vazgeçmekti.
5.0
100% (1)