2
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
69
Okunma

Duvarların soluk nefesini dinlersin. Sıvaların çatlaklarından sızan loş ışık, zeminde ölü bir gölge gibi yayılır. Pencerenin dışında, tren rayları uzanır sonsuza. Üzerinden geçen her vagon, uzaklara giden bir hayatın çığlığını taşır gibi gelir. Sen ise hep aynı peronda durursun. Ayakların betona kök salmış gibidir. "Kavuşmak adına her şeyi yaptım" dersin içinden, ama kıpırdayamazsın bile. Ellerin ceketinin ceplerinde, avuç içlerin terin soğuk iziyle nemlidir. O treni durdurmak için raylara atlamayı kaç kez düşündüğünü bilirsin. Ama bir adım. Bir tek adım bile atamazsın. Çünkü asıl soru, daha ne yapmak gerek, olmaktan çıkmış , neden o trenin önüne atlamadım sorusuna evrilmiştir Ve o soru, beyninde bir çivinin tahtaya gömülüşü gibi döner durur.
Odada, bir koltuk, bir masa, bir de boş bir vazo durur. Vazonun içi, tozla kaplıdır. Bir zamanlar orada taze çiçekler vardır. Şimdi sadece kırılgan camın boşluğu yankılanır. Beklemek, zamanla eşyanın ruhunu da emer. Masanın üzerinde, sararmış bir bilet yapışır. Varış yeri silik, kalkış saati geçmiş, sonsuza dek ertelenmiş bir seferin simgesi. Onu eline alırsın. Parmak uçların kâğıdın kaba dokusunu hisseder. "Neden?" diye sorarsın sessizce. Cevap, odanın içinde asılı duran soğuk havadan başka bir şey değildir. Beklemek, artık bir beklenti değildir. Bir alışkanlık, bir kader, bir cezadır. Beklentisizlik, ruhunu kemiren bir küftür.
Gecenin ilerleyen saatlerinde, şehrin ışıkları pencerede titrer. Uzak bir sokakta bir kahkaha duyulur. Keskin, canlı, hayat dolu. Sana yabancı bir dil gibi gelir. Kendi içindeki sessizlik, o kahkahayı boğar. Yatağa uzanırsın. Tavan, karanlıkta genişler, daralır, nefes alan bir canavar gibi. Gözlerini kaparsın. Zihninde, o an gelir: Trenin düdüğü, buharlı camlar, el sallayan bir kadın. "Keşke…" diye başlayan cümleler, bir girdap gibi içine çeker seni. Ama o keşkelerin sonu yoktur. Hepsi, o peronda çakılıp kalmış ayaklarının önünde birikir. Bir adım. Sadece bir adım. Ama o adım, dağları aşmaktan daha zordur. Çünkü onun atamadığı o adım, seni sen yapan her şeyi gömmüştür zaten.
Sabahın ilk ışıkları, perdenin aralığından sızdığında, aynaya bakarsın. Gözlerinin içinde, derin bir kuyu vardır. O kuyuda, kendi yansıman değil, bir yabancı, bir hayalet yüzüyor gibidir. "Ben ne için yaşadım?" diye sorar o yabancı. "Bekledim," diye fısıldar dudakların. "Ama neyi?" diye yankılanır ses. Cevap, odanın boşluğunda kaybolur. Vazo boş, masa bomboş, koltuk bomboş. Sen de öylesin. Beklentisizlik, seni dünyanın dışına itmiştir. Bir gözlemci, bir gölge, bir hiç. Yaşamak, bir trenin gelip geçişini izlemekten ibarettir artık. Sen binemezsin. Çünkü biletin yoktur. Çünkü gidecek bir yerin yoktur. Çünkü varoluş sebebin, o gelmeyen trenin hayalini taşımaktır.
Günler, haftalar, aylar… Zamanın kırıntıları, toz olup vazonun dibine çöker. Sen hâlâ perondasın. Hâlâ o soruyu sorarsın: "Neden?" Hâlâ o adımı atamıyor. Beklemek, artık nefes almaktan farksızdır. Otomatik, anlamsız, boş. Dünya döner, insanlar güler, ağlar, sever, terk eder. Sen ise o bekleme odasında, zamanın dışında, donmuş bir anın içinde sıkışıp kalmışsındır. "Daha ne yapmak gerek?" diye sorduğun her an, aslında kendine bir mezar kazmaktır. Ve o mezar, sen farkına varmadan, ruhunun tam ortasına inşa edilmiştir.
Bir akşam, pencereden dışarı bakarken, son trenin ışıkları uzaklaşır. Raylar, kızıl batışın altında iki soğuk, parlak çizgi gibi uzanır. İçinde bir şey kıpırdar. Belki bir isyan , belki de son bir umut. Ayağa kalkarsın. Kapıya doğru bir adım atarsın. Ama o adım, perona değil, karanlık koridora doğrudur. Bilirsin ki o tren asla gelmeyecek. Bilirsin ki o peronda beklemek, kendi cehennemini solumaktır. Bekleme odasının kapısını kapatırsın. Anahtarı çevirirsin. Kilit, kalbinin son atışı gibi çınlar. Sırtını soğuk tahtaya dayarsın. Yavaşça aşağı kayarsın. Zeminde, tozların arasında, gözlerin kapanırken son bir düşünce süzülür zihninden:
"Onunla yaşamak için her şeyi yapabilirdim...
Ama tek başıma yaşamak için hiçbir şey yapmadım."
Ve anlarsın ki beklediğin tren, senin ruhunu taşıyan son vagondur. O da çoktan kalkıp gitmiştir...
Sen ise çoktan ölmüşsündür kendi içinde...
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (1)