1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
29
Okunma

Hayatın garip bir matematiği var; bazen doğrular fısıltıyla konuşurken, yanlışlar avazı çıktığı kadar bağırıyor. Eskilerin "Yavuz hırsız ev sahibini bastırır" dediği o meşhur deyim; sadece bir hırsızlık vakasını değil, insan ruhunun en karanlık savunma mekanizmalarından birini tarif eder. Bu, hatalı olduğunu bildiği hâlde o hatanın ağırlığı altında ezilmemek için başkalarını ezmeye çalışanların hikâyesidir.
Aslında her şey bir "savunma" refleksiyle başlar. Kişi, bir açığı ortaya çıktığında hissettiği o yakıcı mahcubiyeti bastırmak için saldırıyı seçer. Çünkü bilir ki, en iyi savunma saldırıdır. Sesini öyle bir yükseltir, karşısındakini öyle bir şaşırtır ki; mağdur olan taraf bir an durup "Acaba ben mi hatalıyım?" diye kendini sorgulamaya başlar. İşte "yavuzluk" tam da burada devreye girer: Suçun verdiği ezikliği, cüretkârlığın sağladığı sahte bir güçle maskelemek.
Günümüz dünyasında bu karakterlere her köşe başında rastlamak mümkün:
Trafikte: Hatalı şerit değiştirip size çarptığı hâlde araçtan iner inmez size bağırmaya başlayan sürücüde;
İş Hayatında: Görevini eksik yapıp kendisini uyaran yöneticisini "mobbing" ile suçlayan çalışanda;
İlişkilerde: Bir gönül kırdığı hâlde karşısındakini "fazla alıngan" olmakla itham eden dostta...
Hepsinde aynı yankı vardır.
Peki, bu durum neden bu kadar can yakıcıdır? Çünkü bu tavır sadece bir haksızlık değil, aynı zamanda bir adalet suikastıdır. Ev sahibi, malı çalındığı yetmiyormuş gibi bir de suçlu ilan edilmenin şaşkınlığıyla baş başa kalır. Gerçek, gürültünün arasında kaybolup giderken; haklı olanın mahcubiyeti, haksız olanın arsızlığına yenik düşer.
Sonuç olarak, sesin yüksek çıkması haklılığın değil, sadece gürültünün kanıtıdır. Yavuz hırsızlar, ev sahibini anlık bir gürültüyle bastırabilirler; ancak hakikatin, eninde sonunda ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır. Belki de en büyük erdem; haklıyken bağırmak değil, haksızken susup özür dileyebilecek kadar "güçlü" olabilmektir.
5.0
100% (1)