0
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
27
Okunma
Karanlık, artık bir örtü değil; damarlarıma işleyen, içimdeki tüm enerjiyi emen bir ağırlık. Derin yalnızlığı yutmaktan boğazım çatladı. Ne bir sitem kaldı içimde ne de beklenen bir yol. Yollarımı kaybetmedim, onlar benden tükenip gitti. Ben, nehrin yatağı kuruduktan sonra geride kalan o ıslak taş parçasıyım; kurumaya mahkûm ve kimsesiz.
Ne zamandır buradayım?
Bilmiyorum.
Zaman, ağır, yapışkan bir sıvıyla akıyor sanki. Bedenim, uzun süredir ruhumun terk ettiği boş bir ev gibi. Aynaya bakıyorum da, o gözlerdeki yabancılık beni korkutmuyor. Çünkü ben, bu bedenin içinde kendini unutmuş bir yabancıyım artık.
Hatıralar birer sis perdesi, geçmişe dair her şey yorgun bir fısıltıdan ibaret.
Düş kurmayı unuttum. Zihin, o parlak, hafif şey; şimdi yalnızca ağır bir taştan ibaret. Göz kapaklarımın altına sızıp beni alıp götürecek hiçbir sahne kalmadı. Hayal etmeye mecalim yok, zira kuracağım en güzel düş bile, uyandığım bu yoksun sabaha dayanamayacak, kül olup dağılacak. En derin, en imgesel bir yalnızlıktayım.
Bir sıcaklık arıyorum; teni ısıtan değil, ruhun en ücra köşesine sızıp ’Hâlâ buradasın’ diyen sıcak bir hüzün. Parmak uçlarımdan başlayıp kalbime yayılan o bildik, yumuşak sızı. Sanki bir nefes daha alsam, o nefesin ağırlığı altında ezileceğim.
Elimde kalan tek şey, bu yorgun sessizlik. Ne koşacak gücüm, ne de bekleyecek umudum var.
Sadece duruyorum. Bitmiş bir şarkının son sessiz notasını dinler gibi, kendi içimdeki imgeli boşluğu izliyorum.
5.0
100% (1)