1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
54
Okunma

Yıllar önce çalıştığım kurum müdürü bana bir teklifte bulundu.
"Senin çalışmalarından ve arkadaşlarınla iletişiminden çok memnunuz.
Yeni kurulan bir yerleşkede büyük bir depo kuruldu, depo şu anda boş, büyük bir arazisi var, etrafı yüksek duvarlara ve dikenli telle çevrili, güvenlikli bir alan. Bu arazinin bir bölümünde istinat duvarı var, altından yol geçiyor.
Bu alanın içinde 40 metre karelik iki oda, bir mutfak ve ufak da bir lojman var.
Kendi seçeceğin bir bölümü bahçe olarak kullanabilirsin, su sıkıntısı yok, dilediğin sebzeyi dikersin, istersen bir tavuk kümesi yapar, tavuk beslersin, yumurtalarından faydalanırsın."
İdare, ilk olarak sana teklifi sana götürmemi benden istedi.
"Senden ve ailenle o lojmanda oturmanı istiyoruz, ayrıca elektrik-su parası da vermeyeceksin. Dilersiniz bütün ihtiyaçlarınız için elektrik kullanabilirsiniz."
"Çocuğumun okulu için ne düşünüyorsunuz?" dediğimde,
"1 km aşağıda bir okul var, biraz zor olsa da oraya gidebilir. Servisle de bunu sağlayabilirsiniz."
"Kira ve fatura giderlerinin yarısı bile tutmaz. Burada bu masrafların olmayacak."
"Yalnız çalışma şeklin değişmeyecek, iş yerine buradan gidip geleceksin, depoda en azından birilerinin olduğunu bileceğiz" dedi.
Kabul etmek için biraz zaman istedim, enine boyuna düşündüm, güvenlik ve tedirginlik yaşayıp rahatsız olabileceğimizi hesap ettim. Eşim, "Burası bize iyi gelebilir, sebzeler diker, tavuklar besleriz, maaşımız bize kalır, 3 sene böyle dirensek ev bile alabiliriz" deyince kafama yattı.
Depo alanına taşınma maceramız böyle başladı.
Geceleri deponun güçlü spot lambaları bütün alanı aydınlatıyordu, ilk zaman tedirginlik nedeniyle uyuyamadım, birçok gün işe uykusuz gittim ama direnmeliydik.
Yavaş yavaş alışmaya başladık, ektiğimiz sebzeler büyümeye başladı, tavuk kümesimizden her gün taze yumurta geliyordu, işe gittiğimden pek yardımcı olamasam da hafta sonları ve boş saatlerimde bahçe işiyle uğraşıyordum.
10 tane servi ve dut ağacı dikmiştim, evin çevresine de 2 asma ağacı. Şehrin kalabalığından, kirinden uzakta, burada adeta bir dağ köylüsü gibi olduk, iyice alıştık, hayat rutin şekliyle devam ediyordu, kendi ürettiğimiz sebzelerden yemekler yapıyorduk, arada bahçede mangal yakıyorduk.
Çocuğumuz için artık sıkıntı da olmuyordu. Kızımın sınıf arkadaşının annesi her okul çıkışında evimize (lojman) getirip bırakıyordu, giderken sorun yoktu çünkü yokuş aşağı bir alan olduğundan annesi (eşim) götürüyordu. Günler günleri, aylar ayları kovaladı ve kara kış başladı, çok soğuk oluyordu... 2 elektrikli sobayla anca ısınıyorduk.
Artık bahçeyle uğraşmak zorluyordu, zaten mevsimsel sebzelerin ekimi bitmişti, bir tek tavuklarla ilgileniyorduk.
Şubat ayıydı, evimizin çatısında 1 karış kar birikmişti.
Göz gözü görmüyordu, bizim sahaya yabani hayvanlar girerdi, ama bunlar köstebek, gelincik gibi hayvanlardı, tavuklara dadanmaya çalışırlardı.
Fakat bir gece yarısı, tam uykuya yatacağımız esnada, dışarıdan acı acı bir inilti sesi geldi, eşimle dikkat kesildik, bu nedir diye, inilti devam ediyordu, acı acı inliyordu.
Eşime, "İçeri deki kapıyı çocukla üzerinize kapatın, bakmam şart oldu, bu normal değil" dedim.
Kendi güvenliğimi sağlayacak bir şeyler elime aldım, kapıyı yavaş yavaş açtım, tam karşımda zangır zangır titreyen bir köpek! Yardım istiyordu, gözlerine baktığımda hali perişandı. İçeri hızla girdim, eşime, "Misafirimiz var, ama ölmek üzere" dedim, eşim de çıktı, gördü, "Ayy" dedi, "Kıyamam, buraya nasıl gelmiş?" Eski battaniyelerle köpeği sardık, altına birkaç kat mukavva, iniltisi kesildi.
"Dedim, ne yemek vardı, kalmış mıydı?" Eşim, "Yarım tencere nohut var, ama köpekler nohut yer mi?" dedi, "Bilmem ki, belki yer" dedim. Biraz ısıttık, ekmek doğradık, hemen hemen bir tencere hacminde nohut-ekmek oldu.
Hayatımda bir köpeğin nohut yediğini ve tencerenin tamamını bitirdiğini ilk kez gördüm.
Artık ısınmış, iyice sakinlemişti. Biz de içeri girdik, uzandık, yattık. Sabah işe erken kalkmıştım, saat 7 civarındaydı, merakla köpeğe bakınıyorum, bomboş battaniyeler, köpek çekip gitmişti. İçeri döndüm, "Gece gelen misafir gitmiş" dedim, "Vefasız, yaa, insan bir sevgisini gösterir, belki bizimle yaşardı, ama gitti işte" diye diye iş yerime gittim.
Aradan aylar geçti, havalar ısındı, mayısın 29’u, uydu saat 19... Eşim bahçeye masayı kurmuş, ben de işten gelmiştim, kızım, eşim, ben, yemeğe başladık. Kızım, "Baba, baba, dışarıya, demir kapıya bak, aaa" deyince, "Bizim Nohutçu", başı ve arkasında 4 yavrusu, kuyruklarını sallaya sallaya geliyorlar.
Geldiler ve bir daha da gitmediler. Evimizi alana kadar ailemiz olarak devam ettiler. Benim yerime gelen aile, bizim gibi onlara sahip çıktı.
Aradan 15 yıl geçti, depo bölgesine yeni binalar kuruldu
belediye otobüsleri işlemeye başladı .
Eşime gel bugün bir hayatımıza bir renk katalım dedim , ne yapalım dedi bizim Depoya bir bakalım otobüsler işliyormuş güzel bir nostalji olur dedim o da seve seve kabul etti .
Depoya yaklaşırken ikimizde ağlamaya başladık .
çok uzaklardan diktiğimiz ağaçlar görünüyordu .
Girdik içer de artık bir güvenlikçi varmış ona kendimizi tanıttık . Nohutçu başı 8 yıl önce iki yavrusu da 1 yıl önce ölmüş . Yavrunun birini sahiplenmişler ee diğer yavru nere de dedim O da yaşlandı sokaklarda dolaşıyor bazen buraya geliyor bir şeyler veriyorum dedi .
Yanlış anlamazsan sana bir miktar mama parası vereyim onu lütfen besle olur mu dediğimde Ağabey rica ederim biz ona kıyar mıyız inan gerek yok geldiği zaman mutlaka besliyoruz dedi . İçimize su serpildi eşimle ağaçlara ellerimiz, süre süre ayrıldık Depo bölgesinden .
Bu gerçek hikaye benim yaşamamda hiç unutulmayan bir vefa anısıdır .
Doğum yapmış bir köpeğin bize gelmesi bizim kovmak yerine ona yardım etmemiz o gece yarım tencere nohut kalmış olması hepsi Yaradanın planıydı bizi sınadı o gece biz aslında köpeğe iyilik yapmakla kendi yolumuzu çizdik .
O köpek sadece bir vesileydi .
Orhan Gülaçar
Görsel . temsilidir .
5.0
100% (2)