0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
Gecenin kör karanlığı, şehrin en ıssız sokaklarından birini örtmüş gibiydi. Sokak lambaları sönmüş, rüzgâr bile esmekten vazgeçmişti sanki. O sessizliğin içinde yürüyordum; her adımımda ayakkabılarımdan çıkan ’’tak… tak…’’ sesi gecenin içine çarpa çarpa geri dönüyordu kulağıma. O kadar yalnızdım ki kendi sesim bile beni ürkütüyordu.
İçimde taşıdığım düşünceler, gün boyunca olduğu gibi, yürüdükçe daha da ağırlaşıyordu. Sanki zihnim beni taşımıyor, ben zihnimi taşımaya çalışıyordum. Ne bir hedefim vardı ne de gidecek bir yerim. Adımlarım kendiliğinden ilerliyor, ben de onlarla sürükleniyordum.
Zihnim tükenmişti. Duygularım harap olmuş, çökmüş bir binanın içindeki toz gibi dağılmıştı. Yorgundum… Öyle bir yorgunluk ki, insanın içinden sökülüp alınmış hissi verirdi. Karanlık sokakta yürüyen bir insan değil, sanki kendi gölgemin peşinden sürüklenen bir hayalet gibiydim.
“Şimdi hangi yöne gitmeliyim?” diye düşündüm bir an. Ama düşünmek bile yoruyordu. Sanki yolların hiçbir anlamı yoktu. Yine de yürümeye devam ettim. Çünkü durduğum an, içimdeki sessizlik beni daha çok boğacaktı.
Tam o sırada, eski anılar doluştu aklıma. Bir zamanlar “güzel” dediğim, beni güldüren, içimi ısıtan anlar… Bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmeye başladı. Ama artık içimi ısıtmıyorlardı; tam tersine içimde bir ürperti bırakıyorlardı. Çünkü o güzel anıları hatırlamak, artık acı veriyordu. Ne kadar kırılgan olduğunu biliyordum artık o hatıraların.
“Yalanmış,” diye fısıldadım.
Belki o anılar hiç gerçek olmamıştı. Belki sadece görmek istediğim gibi görmüştüm. Şimdi hiçbiri yoktu. Hepsi bitmiş, izleri bile kalmamıştı. Sanki biri bütün geçmişimi silip yerine boş bir sayfa bırakmıştı.
Karanlık sokakta bir süre durdum. Etraf sessiz, hava soğuktu ama içimdeki boşluk ondan da soğuktu. Başımı kaldırıp uzun zamandır görmediğim kadar parlak duran ayı fark ettim. Oradaydı… Hep orada duruyordu. Sessiz, sabırlı, uzak. Benim gibi yorgun görünmüyordu ama sanki beni izliyordu.
O an anladım…
Bazen insan yalnız yürür.
Bazen geçmişi taşıyamaz.
Bazen sadece bitmiş olanın içinden geçmek zorunda kalır.
Ben de yürüdüğüm o sokakta, işte bunu yaşıyordum:
Bitmiş bir zamanın boşluğunda, sadece kendime doğru yürüyordum.
Ayakkabılarımın çıkardığı ’’tak tak’’ sesi tekrar duyuldu. Bu kez ürkütmedi beni. Çünkü o sesin karanlığın değil, hâlâ hayatta olduğumun sesi olduğunu fark ettim.
Ve ben yürümeye devam ettim.
Boş bir geçmişin içinden, bilinmeyen bir geleceğe doğru…
meyra