0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
22
Okunma
Keçenin Altındaki Sessizlik
Köy, o sabah her zamankinden daha sessizdi.
Sanki rüzgâr bile yolunu uzatarak geçiyordu evlerin arasından.
Kan davasının haberi günlerdir dolaşıyordu; kahvede, çeşme başında, avluların duvar diplerinde. Birinin öleceği belliydi. Kimsenin aklında “olmaz” ihtimali yoktu. Sadece kimin önce düşeceği konuşuluyordu.
Adam silah seslerini ilk duyduğunda çocuklar avludaydı.
Kız, taşların üzerine tebeşirle bir şeyler çiziyordu.
Oğlan, kırık bir değneği at gibi sürüyordu.
“İçeri!” dedi.
Sesi sertti, ama titriyordu.
Kapıyı kapattığında artık geri dönüş olmadığını biliyordu. Mermiler sayılıydı. Her tetiğe basış, eksilen bir ihtimaldi.
Çatışma uzun sürmedi.
Mermiler bittiğinde evin içi barut ve korku kokuyordu.
Adam dizlerinin üzerine çöktü.
Önce karısına baktı.
Sonra çocuklara.
Düşünmeye zamanı yoktu ama yine de düşündü.
Keçeyi aldı. Karısını içine sardı. Duvarın kenarına yasladı. İçinde canlı bir beden değil de boşluk varmış gibi…
“Belki,” dedi içinden, “belki fark etmezler.”
Çocuklara baktı.
Onları nereye saklayacağını bilemeden başını önüne eğdi.
Kapı kırıldı.
Silah sesleri yeniden yükseldi. Bu kez karşılık yoktu. Duvarlara, eşyalara, çocuk bedenlerine yağan kurşunlar… Çığlıklar kısa sürdü. Sessizlik daha uzun.
Adamlar evi aradı.
Kadını sordular.
Keçeye kadar geldiler.
Onu, çocukların kanı henüz soğumadan, gözleri henüz kapanmamışken boğdular.
Sonra çekip gittiler.
Toz kalktı. Ayak sesleri uzaklaştı.
Köy sustu.
Kimse kapısını açmadı.
Kimse “dur” demedi.
Her şey bittikten sonra çıktılar evlerinden. Cesetleri topladılar. Gözlerini yere indirdiler. Konuşmadılar.
O günden sonra o evin önünden geçenler adımlarını hızlandırdı.
Ama geceleri, keçenin altındaki sessizlik hâlâ soluk alıp veriyordu.