0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
40
Okunma
HZ. HÜSEYİN
Zulme Karşı Dik Duran Rahmet Nesli
Yazar: Murat Kerem
Gönüllerdeki Kerbelâ
Tarihin bazı sayfaları vardır ki okunmaz; insanın kalbine işler. Kerbelâ böyle bir sayfadır. Çölün kızgın kumları üzerinde, yalnız susuzluk değil; haysiyetin en çetin imtihanı yaşandı. Bugün bile Kerbelâ’yı düşündüğümüzde, sanki bir sıcak rüzgâr yüzümüze çarpar ve içimizde bir soru yankılanır:
“Neden sustular o gün?”
Zira Kerbelâ, sadece Hüseyin’in değil, insanlığın vicdan sınavıdır. İnsanı iç hesabıyla baş başa bırakır: Zalim karşısında susmak mı, yoksa hak uğrunda bedel ödemek mi? Belki de her çağın Kerbelâ’sı vardır; her insanın da bir Kerbelâ imtihanı…
Medine’nin sessiz sokaklarında, Resûlullah’ın (s.a.v.) dizlerinin dibinde yetişen bir çocuk, ileride ümmetin vicdanı olacaktı. Hz. Hüseyin, dedesinin kokusu ile büyüyen bir rahmet emaneti idi. Efendimiz bir gün onu bağrına basıp şöyle buyurdu:
“Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin’denim.” [1]
Bu söz, sadece sevgi değildi; ümmete bırakılmış bir emanetin, bir kaderin ilanıydı.
Gaybî Bir Hüzün: Efendimizin Haber Verişi
Bir gün Cebrâil (a.s.) elinde kumlu bir toprakla geldi. Ümmü Seleme validemiz, Efendimizin toprağı kokladığında gözlerinin dolduğunu şöyle anlatır:
“Bu toprakta Hüseyin’im öldürülecek.” [2]
Resûlullah’ın gözlerinden süzülen yaşlar, sadece bir torun acısı değil; ümmetin geleceğinde yaşanacak bir çöküşün habercisiydi. Bu ilahi haber, henüz yaşanmamış bir facianın gölgelerinin Medine sokaklarına düştüğünü gösteriyordu.
Bazı âlimler bu sahneyi “peygamber gönlüne indirilen bir gaybî uyarı” olarak yorumlar. Kerbelâ acısı, daha dünyadayken Resûlullah’ın kalbinde bir yangın gibi doğmuştur.
Zulmün Gölgeleri
Yıllar geçti… Hilâfet yerini saltanat ihtirasına bıraktı. Adaletin sesini bastıran kalın duvarlar örüldü. Kutuplaşma, korku, suskunluk… Birçok âlim bu dönemi, “ümmetin ağır imtihanı” diye tarif eder. Çünkü hakka karşı susmak, zulme rıza göstermekti.
Dünya değişiyordu; fakat hakkın sesi, güç sahiplerinin gölgesinde kayboluyordu. Sarayların ihtişamı, hakikatin üzerine çekilmiş bir perde gibiydi.
Bir yanda iktidar sevdası, öte yanda Resûlullah’ın emanet bıraktığı Ehl-i Beyt… Ve Hz. Hüseyin, bu suskunluğu seyretmeye razı olmadı. Çünkü zulme sessizlik, zulmü meşrulaştırırdı.
Bu noktada İbn Teymiyye, Hz. Hüseyin’in tutumunu “haklı ve meşru bir direniş” olarak tarif eder; bu kıyamın siyaset değil, zulme karşı meşru bir müdafaa olduğunu özellikle vurgular.
“Ben ümmetin ıslahı için çıkıyorum.”
Bu cümleyi sadece tarih kitaplarında görmek yetmez; onu anlamak gerekir. Çünkü bu cümle, bir saltanat kavgası değil, imanla zulüm arasındaki çizgiyi çeken ilahi bir duruştur.
Hz. Hüseyin, “iktidar” istemedi. Kaybolan emaneti, adaleti ve izzeti ayağa kaldırmak istedi. Bu yüzden bazı âlimler, Hüseyin’in kıyamını “imanın izzeti için ödenen bedel” olarak tarif ederler. Bu, geleceğe bırakılmış bir ahlak mektubudur adeta. [3]
Onun kıyamı, “hakikat susunca insan ölür” mesajının ete kemiğe bürünmesidir.
Bu noktada İmam Gazzâlî’nin tasviri dikkat çekicidir: “Hz. Hüseyin dünya saltanatı için değil, hakikatin korunması için hayatını vermiştir. Zulüm zahiren galip görünür; fakat hakikatte mağlubiyete mahkûmdur.”
Çölün Orta Yerinde Susuzluk
Kerbelâ’ya doğru ilerleyen kafile çölün ortasında kuşatıldı. Suyun kesilmesi, savaşın değil; zulmün en koyu şekliydi. Çocukların dudakları kuruyor, annelerin gözlerinde sabrın ağır sessizliği dolaşıyordu.
Bazı rivayetlerde, okların sudan daha acımasız olduğu anlatılır. Çünkü düşman, suyu silah gibi kullanıyordu. Oysa su, hayatın en masum emanetidir.
Zaman durmuş gibiydi; kum taneleri bile Hüseyin’in gözlerine bakıyor, gökyüzü bile suskunluğu haykırıyordu. Ve tarihte hiçbir çöl, o günkü kadar susamamıştı.
Zeyneb’in Direnişi: Acıya Cemal Katmak
Kardeşinin şehadetinin ardından Hz. Zeyneb’in çölün ortasında söylediği söz, tarihin en büyük iman cümlelerinden biridir:
“Ben Kerbelâ’da güzellikten başka bir şey görmedim!”
Bu sözün ardında sadece teslimiyet değil; ilahi takdir karşısında hakikati gören bir basiret vardır. Çünkü mümin bilir ki, kimi zaman zahirde acı olan şey, batında rahmet kapısıdır.
Zeyneb’in sesi, zulmü susturan bir nida olmuş; mazlumun gönlüne yeniden umut serpmiştir.
Asıl kazanan kim?
Zulüm o gün güçlüydü. Fakat hakikatin kazandığını tarih gösterdi. Zamanın diliyle konuşan âlimler, Kerbelâ’yı “zahirde mağlubiyet, hakikatte ebedî fetih” olarak yorumlamışlardır.
Bu manayı, tasavvuf ehli, özellikle İbnü’l-Arabî, “zahiren mağlubiyet, batınen galebe” ifadesiyle özetler. Ona göre Hak yolunda ölmek, hayatın gerçek tescilidir.
Bir çöl kana bulandı; ama adaletin sesi göklere yükseldi. Çünkü hakikat hiçbir zaman kanla söndürülemez; bilakis kanla daha da parlar.
Ehl-i Beyt’in Üç Kanadı
Hz. Ali adaleti,
Hz. Hasan rahmeti,
Hz. Hüseyin haysiyeti öğretti.
Üçü birleşince, Ehl-i Beyt nurunun hakikati ortaya çıkar:
Zulme karşı direniş ruhu.
Ve bu ruh, tarih boyunca mazlumların sığınağı, zalimlerin korkusu olmuştur.
Kıyamete Kadar Süren Kıyam – Hüseyinî Duruş
Kerbelâ, yalnızca geçmişte kalmış bir acı değildir; kıyamete kadar sürecek bir çağrıdır. Kur’ân “zalimlere meyletmeyin” [4] buyururken, Hz. Hüseyin bu emri çölün ortasında hayata dönüştürdü.
Her çağın zalimi olur; her çağın Hüseyinî ruhlara ihtiyacı da…
Mazluma sahip çıkan, bir haksızlığa “hayır” diyen herkes, Kerbelâ çölünde dikilen o haysiyet sancağının gölgesinde yürür.
Bir mazlumu savunmak; Hüseyin’in yoluna katılmaktır.
Kim hak için sesini yükseltirse, o an Kerbelâ yeniden doğar. Çünkü Kerbelâ bir tarih değil; bir duruş, bir imtihan ve kıyamete kadar sürecek bir diriliş çağrısıdır.
Kaynakça
[1] Tirmizî, “Menâkıb”, 30.
[2] Taberânî, el-Mu‘cemu’l-Kebîr, rivâyet-i Ümmü Seleme.
[3] Taberî, “Tarih”, Kerbelâ bahisleri; Siyer literatüründe mektuplar.
[4] Kur’ân, Hûd Sûresi, 113.