2
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
179
Okunma

Derler ki insan, iki kez doğar:
İlki annesinin bedeninden, ikincisi kelimelerinin sorumluluğundan.
Ne var ki bizim coğrafyada ikinci doğum, çoğu zaman sakatlanmış bir ruhla gerçekleşir. Çünkü kalem; hakikatin kılavuzu, vicdanın terazisi, toplumun nabzı olması gerekirken… zamanla makamın, iktidarın, popülerliğin ve güç yuvalarının birer süs eşyasına dönüşebiliyor. Böyle olunca kalem dünyayı aydınlatan bir mum değil; rüzgâr nereye eserse oraya savrulan kuru ot parçası hâline gelir.
Toplumun en kırılgan olduğu zamanlarda, düşünce üretmesi gerekenler düşünce satar; doğruyu araması gerekenler doğruyu eğip bükerek pazarlık masalarına yatırır. Ve bir millet, en önce kalemi satılan yazarlardan darbe yer. Çünkü söz, bombadan önce gelir; kalem, silahtan sessiz ama daha ölümcül işler.
Bu nedenle gelin, bu coğrafyanın “eli kalem tutan ama kalbi hiçbir hakikati taşımayan” figürlerinin derin bir çözümlemesini yapalım. Onları bir insan olarak değil; bir zihniyet modeli, bir davranış kalıbı, bir toplumsal hastalık olarak ele alalım. Böylece hem geçmişi okuyalım hem geleceğe bir not düşelim.
1. Kalemi Kutsallaştırıp İçini Boşaltanlar
Bizim toplumda köşe yazarı olmak, çoğu zaman bir “aydın sorumluluğu” değil, bir “makam alanı” olarak görülür. Birçok kişi için köşe yazarlığı, düşünmenin değil; tribün toplamayı, taraf değiştirmeyi, güç yakınında durmayı meşrulaştıran bir Unvan hâline gelir.
Bu tip kalemler hakikati değil, atmosferi koklar.
Toplumu değil, güç merkezlerini takip eder.
Vicdanı değil, rüzgârı dinler.
Onların dünyasında bir yazı, gerçeğin peşinde koşan bir metin değil; daha çok “kimin hoşuna giderse o tarafa eğilen bir tatlı dille” yazılmış talimata dönüşür. Çünkü esas kıbleleri hakikat değildir. Hakikati savunmak, bedel ister; bedel ödemeyi göze almak ise ancak karakterli kalemlerin işidir. Oysa karakter, bu coğrafyada en pahalı sermayedir; herkesin cebinde bulunmaz.
2. Gücü Görünce Secde Eden Zihin İnşası
Toplumumuzda köşe yazarlarının bir kısmı, gücü adeta mistik bir merkez gibi algılar. Güç kimdedir? Sözü kim taşır? Makam unvanı kimdedir? Onlar için bütün soruların tek cevabı budur.
Bu zihniyet tipinin üç temel özelliği vardır:
A) Her güç değişiminde inancını yenilemesi
Bir sabah başka bir dili savunur, ertesi gün bambaşka bir görüşün ateşli müdafii olur. Çünkü savundukları fikirler değil; etraflarındaki iklimdir.
Rüzgâr nereye eserse, secdeleri orayadır.
B) Güçlüye yakın olmayı erdem sanmaları
Kendi iç evrenlerinde “güçlüye yakınlık” akıllı olmakla eşdeğerdir. Oysa tarihin en akıllı insanları çoğu zaman yalnız kalmış, bedel ödemiş, sürgüne gitmiş ya da susturulmuştur. Onlarsa bunun tam tersini yapar; yalnız kalmaktansa gerçeği terk etmeyi tercih ederler.
C) Toplumsal çürümenin taşıyıcı kolonları hâline gelmeleri
Bir ülkenin ahlaki dokusu; siyasetle değil, düşünce insanlarının omurgasıyla ayakta kalır.
O omurga eğrildiğinde, toplumun bütün inşa sistemi çöker.
3. Bilgi Değil, Algı Üreten Kalemler
Bu kişilerin en tehlikeli yönü, bilgiyi çarpıtmaları değil, bilgi yerine algı üretmeleridir.
Bir toplumda bilgi eksikliği telafi edilebilir; eğitimle çözülür.
Fakat algı operasyonları, toplumun düşünme refleksini sakatlar.
Bu tip yazarlarda görülen belirgin davranış biçimleri:
— Gerçekleri parçalama
Hakikati bütün olarak ele almak yerine, işlerine gelen parçayı öne çıkarırlar. Böylece toplum tam resmi görmez; manipüle edilmiş bir camın arkasından dünyaya bakar.
— Kavramları sulandırma
Özgürlük, demokrasi, vatan, millet, liyakat, adalet gibi kavramlar onların kaleminde birer pazarlık ürününe dönüşür. İçlerini boşalttıkça, toplumun zihninde de bu kavramların ağırlığı azalır.
— Duyguları kullanma
Akıl yerine duygu üretirler; öfke, korku, kutuplaşma ve hamaset üzerinden takipçi toplarlar. Böylece toplum aklen değil, duygusal karanlıklar içinde düşünür.
— Sansüre değil, kendi iç sansürlerine teslim olmaları
Çoğu zaman kimse onlara “bunu yazma” demez.
Onlar zaten neyi yazmamaları gerektiğini çok iyi bilirler.
4. Toplumsal Çürümenin Zihinsel Anatomisi
Bir toplumda düşünce çürürse, siyaset de çürür; medya da çürür; ahlak da çürür. Çünkü düşünce, ülkenin zihinsel omurgasıdır. Bu omurga eğildiğinde, toplum artık doğrulamaz.
Köşe yazarlığını güçle ilişkilendiren zihniyet, üç büyük tahribat yaratır:
1. Toplumsal hafızayı kirletir
Gerçekleri çarpıtan kalemler, nesillerin hafızasına yanlış bilgiler işler. Bu da toplumun gelecekte aynı hataları tekrar etmesine yol açar.
2. Adalet duygusunu aşındırır
Haksızlıkları görmezden gelen yazılar, toplumun ruhunda “zaten her şey böyle” duygusu yaratır. Bu duygu en tehlikeli çürüme biçimidir.
3. Eleştiri kültürünü yok eder
Kalemler susarsa toplum konuşamaz; toplum konuşamazsa sorunlar da çözülmez.
Suskunluk, çürümenin en derin sessizliğidir.
5. Bu Zihniyetin Topluma Maliyeti
Bir yazı bir ülkeyi değiştirmez demeyin.
Tek bir cümle, tek bir paragraf, tek bir manipülatif metin; kitle psikolojisini etkiler, algıları saptırır, toplumu karanlık bir koridora sokar.
Toplumumuzda yıllardır süregelen bazı sorunların temelinde işte bu “kıblesiz kalemlerin” payı vardır:
Gerçeği eğip bükerek halkı yönlendirmeleri
Eleştiri yapmadan zemin hazırlayan yazıları
Sorgulayan zihinleri itibarsızlaştırmaları
Güç sahiplerine düşünsel koridor açmaları
Hakikati görünmez kılmaları
Bir ülke önce düşünce insanlarını kaybederek çöker.
Kalemler eğildikçe, toplumun bel kemiği kırılır.
6. Peki Çözüm Nerede?
Toplumsal çözülme, yine toplumun içindeki dürüst kalemlerle onarılır.
Gerçeği savunanlarla…
Hakikatin bedelini göze alanlarla…
Doğruyu sadece doğru olduğu için yazanlarla…
Bizim ihtiyacımız olan:
Hakikati eğip bükmeyen kalemler
Vicdanı makamdan üstün gören aydınlar
Güç yerine gerçeği gözeten yazarlar
Halkı küçümsemeyen, toplumu kandırmayan düşünürler
Toplumun iyileşmesi, kalemlerin iyileşmesiyle başlar.
Vicdandan uzaklaşmış bir kalem, toplumun vicdanını karartır.
7. Kıblesiz Kalemlerin Karanlığında Aydınlık Aramak
“Yalakanın kıblesi olmaz, güçlü gördüğü yere secde eder” bu söz; bir hakaret değil, bir toplumsal tahlildir. Kıblesiz kalem, yönünü bulamayan toplum demektir. Ve yönünü kaybetmiş toplumlar, en çok suskunlukla ve manipüle edilmiş gerçeklerle yıkılır.
Ama tarih bize şunu öğretiyor:
Her karanlık dönemin içinde bir avuç hakikat kalemi vardır.
Her çürüme çağında, birileri ısrarla doğruyu yazar.
Her rüzgâr savururken, birileri dimdik durur.
İnsanlar geçer, sistemler değişir, güç odakları yıkılır;
ama hakkaniyetle yazılmış tek bir cümle bile yüzyıllar boyunca kalır.
Bu yüzden;
Hakikat kaybolmaz, saklanır.
Kalem satılmaz, sadece ihanete uğrar.
Toplum çöker, ama yeniden ayağa kalkacak gücü yine kendi içinden bulur.
Ve bir gün, tarihin sayfalarında şunu yazarlar:
“Onlar güçlüye secde etti, fakat birileri hakikate sadık kaldı.”
Erol Kekeç/06.12.2025/Sancaktepe/İST
5.0
100% (1)