0
Yorum
3
Beğeni
3,0
Puan
35
Okunma
Bazı insanlar hayatlarına hep aynı tipleri çeker:
Baba narsisttir, çocukluğu onun gölgesinde geçer.
Aradan yıllar geçer, bu kez arkadaş narsisttir; kırar, küçümser ama vazgeçemezsin.
Sonra bir bakarsın, eşin de aynı kişilik örüntüsünün bir kopyasıdır.
Sanki kader, aynı acıyı farklı yüzlerle tekrar tekrar karşına çıkarır.
Narsistler, yanlarında “güçsüz” gördükleri insanları isterler. Çünkü onların parladığı tek yer, bir başkasının ışığını söndürdükleri yerdir. Kendi dev aynalarını başkalarının kırılmış özgüvenleriyle tamamlarlar.
Ve o “zavallı” dediğimiz insanlar… Aslında zavallı oldukları için değil, yıllarca değersiz hissettirildikleri için öyle görünürler.
Küçük bir çocuk düşün.
Babasının sevgisini kazanmak için sürekli daha iyisini yapmaya çalışmış;
ama hiçbir zaman yeterli olmadığı söylenmiş.
Bu çocuk büyür, kendi değerini hep başkalarının gözlerinden okumaya çalışır.
Karşısına çıkan her narsist, onu biraz daha içe kapatır.
Bir zaman sonra kişi kendini işe yaramaz, güçsüz, yapayalnız hisseder.
Ve en ağır yanılgı da şudur:
O olmadan yaşayamam. Onsuz hayatta kalamam.
Oysa gerçek tam tersidir.
Narsist olmadan hayat daha sessiz, daha huzurlu, daha güvenlidir.
Sadece yıllarca özgüveni yontulan kişi, bu sükûneti hak ettiğine inanmakta zorlanır.
Bir narsistin yanında “hiçleşen” her insan aslında içten içe çok güçlüdür.
Çünkü yıllarca kırılarak yine de ayakta kalabilmiştir.
Gerçek zavallılık, başkasını küçültmekten güç alanlardadır;
yok sayılanlarda değil.
Ve bir gün, kişi kendi değerini bir başkasının elinden almayı bırakıp
kendi avuçlarına geri koyduğunda…
Narsistin hükmü biter.
Zincirler çözülür.
Karanlıktan çıkmanın ilk adımı da budur:
“Ben varım ve değerlilik, kimsenin bana verdiği bir şey değil.”
5.0
50% (1)
1.0
50% (1)