Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Dünya Yükünün Hamalı
Dünya Yükünün Hamalı

Rıza, Sorumluluk ve Kendini Gerçekleştirme: Hümanist Psikoloji Penceresinden Atatürk’ün İnsan Merkezli Uygarlık Projesinin Bir Analizi

Yorum

Rıza, Sorumluluk ve Kendini Gerçekleştirme: Hümanist Psikoloji Penceresinden Atatürk’ün İnsan Merkezli Uygarlık Projesinin Bir Analizi

0

Yorum

2

Beğeni

0,0

Puan

58

Okunma

Rıza, Sorumluluk ve Kendini Gerçekleştirme: Hümanist Psikoloji Penceresinden Atatürk’ün İnsan Merkezli Uygarlık Projesinin Bir Analizi

Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Öz

Bu makale, Türk modernleşmesinin kurucu babası Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği insan merkezli devlet modelini, Hümanist (İnsancıl) Psikoloji kuramı ışığında analiz etmeyi amaçlamaktadır. Makale, öncelikle "köpek metaforu" üzerinden şekillenen "rızalık yolu" felsefesini inceleyerek, bireyin "insan-ı kâmil" olma serüveninde sorumluluk, öz-farkındalık ve telafi erdeminin altını çizer. Ardından, bu bireysel etik temelin, Atatürk’ün inşa etmeyi hedeflediği toplumsal düzene nasıl aktarıldığı sorgulanacaktır. Carl Rogers’ın “koşulsuz kabul” ve “öz-actüalizasyon” ile Abraham Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarşisi” kavramları, Atatürk’ün akıl, vicdan, hak ve hukuk temelli "insan merkezli uygarlık" projesi ile paralellikler taşımaktadır. Bu çalışma, Atatürk’ün projesinin, yalnızca siyasi ve ekonomik bir modernleşme olmayıp, aynı zamanda bireyi güçlendirerek onun kendini gerçekleştirme potansiyelini açığa çıkarmayı hedefleyen psiko-sosyal bir mühendislik olduğu tezini ileri sürmektedir. Makale, bu iki düşünsel sistem arasındaki diyaloğu felsefi, sosyolojik ve psikolojik boyutlarıyla ele alarak, hem tarihsel bir okuma sunacak hem de günümüz toplumsal sorunlarına ışık tutabilecek bir çerçeve önerecektir.

Anahtar Kelimeler: Hümanist Psikoloji, Atatürk, Rızalık Yolu, Kendini Gerçekleştirme, Koşulsuz Kabul, İhtiyaçlar Hiyerarşisi, İnsan-ı Kâmil, Laik Demokratik Devlet.

Giriş: Metaforun Derinliğinde İnsan Olma Halleri

“Köpek metaforu”, insan olma durumunu anlamak için güçlü bir araç sunar. Sûret (görünüş) ile sîret (öz) arasındaki farkı vurgulayan bu metafor, insanı diğer varlıklardan ayıranın, salt biyolojik bir varlık olması değil, eylemlerinin ahlaki ve toplumsal sonuçlarının bilincinde olması ve bu bilinçle hareket etmesi olduğunu öne sürer. Köpek, içgüdüsel bir dürtü ile tavukları yer ve bu eyleminin etik boyutundan habersizdir. “Sûrette insan” olan birey de, eğer eylemlerinin sonuçlarını, yarattığı acıyı veya ihlal ettiği hakkı göremiyorsa, “sîret” itibarıyla bu hayvani bilinç düzeyinde kalabilir. İnsan olma yolculuğu, işte bu farkındalıkla, yani “kendini bilme” ile başlar. Ancak asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmek ve mağdurun “rızasını” almakta yatar. Bu, bireyi “insan-ı kâmil” mertebesine taşıyan, onu olgunlaştıran ve kemale erdiren bir süreçtir.

Bu makale, bu derin bireysel felsefenin, bir toplum mühendisliği projesine nasıl dönüştürülebileceği sorusundan yola çıkar. Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa ederken benimsediği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modeli, “rızalık yolu”nun kolektif düzeydeki tezahürü olarak okunabilir mi? Bu çalışma, bu soruya, 20. yüzyılın ortalarında şekillenen Hümanist Psikoloji kuramının lenslerinden bakarak yanıt arayacaktır.

1. Bölüm: Hümanist Psikoloji – İnsan Doğasına İyimser Bir Bakış

1950’lerde ABD’de, Psikanaliz’in determinist ve karamsar insan portresine (id, ego, süperego çatışması) ve Davranışçılık’ın mekanik, uyaran-tepki modeline bir tepki olarak doğan Hümanist Psikoloji, “Üçüncü Güç” olarak anılır. Kurucuları Carl Rogers ve Abraham Maslow, insana daha olumlu, daha umutlu ve daha bütüncül bir bakış açısı getirmişlerdir.

Temel İlkeler: İnsan doğası temelde iyidir ve yapıcıdır. İnsan, özgür iradeye sahip, seçimler yapabilen ve kendi hayatının aktif bir failidir (agent). Psikolojinin odağı, patolojilerden ziyade, insanın güçlü yönleri, yaratıcılığı, sevme kapasitesi ve kendini gerçekleştirme (self-actualization) potansiyeli üzerinde olmalıdır.

Abraham Maslow ve İhtiyaçlar Hiyerarşisi: Maslow, insan motivasyonunun, basit fizyolojik ihtiyaçlardan (açlık, susuzluk) en üst düzeydeki psikolojik ihtiyaçlara (kendini gerçekleştirme) doğru ilerleyen bir hiyerarşi içinde organize olduğunu öne sürer. Piramidin tabanında fizyolojik ihtiyaçlar, onun üzerinde güvenlik, sonra ait olma ve sevgi, ardından saygınlık ihtiyaçları yer alır. Ancak bu temel ihtiyaçlar karşılandığında, birey nihai hedef olan “kendini gerçekleştirme”ye yönelebilir. Kendini gerçekleştiren birey, yaratıcı, özerk, demokratik bir yapıya sahip, derin kişilerarası ilişkiler kurabilen, hayatın getirdiği zorluklarla başa çıkabilen ve kendi potansiyelini tam olarak kullanma eğiliminde olan kişidir.

Carl Rogers ve Koşulsuz Kabul: Rogers’a göre, kişinin “kendini gerçekleştirme eğilimi”ni engelleyen en büyük faktör, çevreden gelen “koşullu sevgi”dir. Birey, sadece belirli koşulları sağladığında (örneğin, “uslu çocuk” olduğunda) sevgi ve kabul görürse, bu koşulları içselleştirir ve “olması gereken ben” (ideal self) ile “gerçek ben” (real self) arasında bir uyumsuzluk (incongruence) oluşur. Bu uyumsuzluk kaygı, güvensizlik ve psikolojik sorunların temelidir. Rogers’ın terapide savunduğu “koşulsuz olumlu kabul”, danışanı olduğu gibi, yargılamadan, eleştirmeden kabul etmek ve ona empati ile yaklaşmaktır. Bu güvenli ortam, bireyin kendini olduğu gibi kabul etmesine, “gerçek ben”i ile “ideal ben”i arasındaki uçurumu kapatmasına ve böylece kendini gerçekleştirme yolunda ilerlemesine olanak tanır.

2. Bölüm: Atatürk’ün Projesi: Kolektif Bir Kendini Gerçekleştirme Çabası

Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923 sonrasındaki devrimleri, salt bir “Batılılaşma” projesi değil, köklü bir “insanı yeniden inşa” hamlesidir. Onun hedefi, kul olmayan, özgür irade sahibi, haklarının bilincinde, aklı ve vicdanı ile hareket eden, üreten ve kendine güvenen bireylerden oluşan bir toplum yaratmaktı. İşte bu vizyon, Hümanist Psikolojinin temel varsayımlarıyla şaşırtıcı benzerlikler taşır.

Temel İhtiyaçların Temini ve Maslowcu Bir Yaklaşım: Atatürk’ün öncelikleri, bir anlamda Maslow’un hiyerarşisini yukarı doğru tırmanmak gibidir.

Fizyolojik ve Güvenlik İhtiyaçları: Kurtuluş Savaşı ile vatanın güvenliğini sağlamak (güvenlik ihtiyacı), ardından ekonomik kalkınma hamleleri (aşar vergisinin kaldırılması, sanayi planları) ile halkın refahını ve temel geçim kaynaklarını iyileştirmek (fizyolojik ihtiyaçlar).

Ait Olma ve Saygınlık İhtiyaçları: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir” tanımıyla etnik kökenden ziyade ortak vatandaşlık bağına dayalı yeni bir ait olma duygusu yaratmak. Medeni Kanun’la kadınlara tanınan haklar, soyadı kanunu gibi düzenlemelerle bireylerin toplum içindeki saygınlık (itibar) ihtiyaçlarını güçlendirmek.

Kendini Gerçekleştirme: Temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra ulaşılacak nihai hedef, bireyin potansiyelini ortaya çıkarabilmesidir. Atatürk’ün eğitim devrimi (Tevhid-i Tedrisat, Harf Devrimi, üniversite reformu) tam da bunun içindir. Laik, bilimsel ve parasız eğitim modeli, her bireyin – Rogers’ın tabiriyle – “kendini gerçekleştirme eğilimi”ni harekete geçirecek bir ortam sunmayı amaçlar. Köy Enstitüleri fikri (ne yazık ki tam anlamıyla hayata geçirilememiş olsa da) bu vizyonun en somut örneklerinden biridir: üreten, okuyan, sorgulayan, kendi kendine yeten ve topluma katkı sağlayan özerk bireyler yetiştirmek.

Koşulsuz Kabul ve Hukuk Devleti: Rogers’ın “koşulsuz kabul”ü terapötik bir ilişki içinde bireye sunması gibi, Atatürk’ün idealindeki laik hukuk devleti, topluma ilişkin bir “koşulsuz kabul” alanı yaratmayı hedefler. Yani, birey; inancı, etnik kökeni, cinsiyeti veya sosyal statüsü ne olursa olsun, devlet nezdinde yasa önünde eşit kabul edilir. Bu, bireyin “olduğu gibi” yasal güvence altına alınmasıdır. “Kümes”in dar, dışlayıcı kalıpları (feodal yapılar, bağnazlık) kırılarak, her bireyin kendi potansiyelini gerçekleştirebileceği güvenli, adil ve öngörülebilir bir çerçeve (hukuk devleti) sunulur.

3. Bölüm: Rızalık Yolu: Bireysel Erdemin Toplumsal Sözleşmeye Dönüşümü

İşte bu noktada “köpek metaforu” ve “rızalık yolu” yeniden devreye girer. Atatürk’ün projesi, toplumu oluşturan bireyleri, metaforik “köpek”lik düzeyinden çıkarıp, eylemlerinin sorumluluğunu alan, hata yaptığında telafi eden, birbirinin haklarına saygı gösteren ve nihayetinde birbirinden “rıza” alan “kâmil insanlar” haline getirmeyi amaçlar.

Sorumlu Birey ve Demokratik Katılım: Hümanist Psikolojide özgür irade ne kadar merkezdeyse, demokratik sistemde de sorumlu vatandaş o kadar merkezdedir. Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözü, bu sorumluluğu kolektife vermiştir. Birey, artık padişahın kulu değil, kendi kaderinin failidir. Seçme ve seçilme hakkı, siyasi katılım, düşünce özgürlüğü gibi haklar, bireyin toplumsal sözleşmeye aktif ve sorumlu bir şekilde dahil olmasını sağlar. Bu, kolektif bir “rızalık” arayışıdır. Yöneten ile yönetilenler arasındaki ilişki, bir “rıza” ilişkisine dönüşür.

Hukuk ve Telafi Mekanizması: Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını ödeyerek hatasını telafi eder. Modern hukuk devleti de aynı işlevi toplumsal düzeyde görür. Bireye veya topluma verilen bir zarar, hukuk yoluyla telafi edilir. Adalet, rızanın yeniden tesis edildiği zemindir. Atatürk’ün “hak, hukuk, adalet” vurgusu, toplumsal hayatın “rızalık yolu” üzerinde yürümesi için gerekli kurumsal altyapıyı oluşturmayı hedefler.

4. Bölüm: Eleştirel Bir Bakış ve Günümüzdeki Yansımalar

Hiçbir proje ideal şekliyle hayata geçirilemez. Atatürk’ün bu hümanist vizyonu, tarihsel koşullar, iç ve dış dinamikler, çok partili hayata geçiş sancıları ve toplumsal dirençler nedeniyle tam anlamıyla realize edilememiştir.

Tez ve Antitez: Atatürk’ün jakoben, “aydınlanmış seçkinler” eliyle toplumu yukarıdan aşağıya dönüştürme metodu, Hümanist Psikolojinin “bireyin özerkliği” ve “içsel motivasyon” vurgusu ile bir gerilim içerir. Rogers’çı anlayış, değişimin dışarıdan dayatılamayacağını, ancak bireyin içsel kaynaklarından geleceğini savunur. Bu açıdan, devrimlerin hızı ve “tepeden inme”ci karakteri, toplumun bazı kesimlerinde bir “koşulsuz kabul” değil, bir “dayatma” algısı yaratmış ve “öz” ile “sûret” arasında yeni bir uçuruma neden olmuş olabilir.

Günümüz için Çıkarımlar: Günümüz Türkiye’sinde yaşanan birçok toplumsal kutuplaşma ve hak ihlali sorunu, “rızalık yolu”nun ve “koşulsuz kabul”ün (hukuk devleti, eşitlik) zayıflamasıyla ilişkili olarak okunabilir. Bireylerin ve grupların birbirlerinin “rızasını” aramak yerine, kendilerini sürekli haklı çıkarma eğilimi (“cahiller ise daima kendini aklar”), metaforumuzdaki olgunlaşmamış insan modeline işaret eder.

Sonuç

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu düzen, “köpek metaforu”nda somutlaşan bireysel etik kodları, bir devlet felsefesine yükseltme çabasıdır. Bu proje, Hümanist Psikolojinin iyimser insan portresi, kendini gerçekleştirme vurgusu ve bireyi merkeze alan yaklaşımı ile derin bir felsefi ortaklık içindedir. Her iki sistem de, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevherin ortaya çıkması için gerekli koşulların – güvenlik, eğitim, hukuk güvencesi, koşulsuz eşitlik – yaratılması gerektiğine inanır.

Atatürk’ün mirası, yalnızca anıtsal binalar veya siyasi başarılar değil, aynı zamanda henüz tamamlanmamış bu psiko-sosyal projedir: Bireyin korkudan ve bağımlılıktan arınarak kendi potansiyelini gerçekleştirdiği, toplumun ise karşılıklı rıza, sorumluluk ve adalet üzerine inşa edildiği bir “insan-ı kâmil medeniyeti” yaratma ideali. Bu zorlu yolculuk, hem bireyin kendi içinde sürekli özünü yoklamasını, hem de toplum olarak kurumlarımızı bu ideal doğrultusunda yeniden gözden geçirmemizi gerektirir. Gerçek kemalet, işte bu süreklilik arz eden arayışın ta kendisidir.

Kaynakça

Maslow, A. H. (1943). A Theory of Human Motivation. Psychological Review, 50(4), 370–396.

Rogers, C. R. (1961). On Becoming a Person: A Therapist’s View of Psychotherapy. Houghton Mifflin.

Atatürk, M. K. (1927). Nutuk. Türk Tarih Kurumu Basımevi.

Mardin, Ş. (1983). Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908. İletişim Yayınları.

Özakman, T. (2005). Şu Çılgın Türkler. Bilgi Yayınevi.

Cüceloğlu, D. (1991). İnsan ve Davranışı: Psikolojinin Temel Kavramları. Remzi Kitabevi. (Hümanist Psikoloji’nin Türkçe kaynaklardaki yansımaları için)

Hançerlioğlu, O. (1993). Felsefe Ansiklopedisi: Kavramlar ve Akımlar. Remzi Kitabevi. (Rıza, Kâmil İnsan gibi kavramların felsefi arka planı için)

Zürcher, E. J. (2004). Turkey: A Modern History. I.B. Tauris. (Tarihsel bağlam için eleştirel bir kaynak)

Paylaş:
2 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Rıza, sorumluluk ve kendini gerçekleştirme: hümanist psikoloji penceresinden atatürk’ün insan merkezli uygarlık projesinin bir analizi Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Rıza, sorumluluk ve kendini gerçekleştirme: hümanist psikoloji penceresinden atatürk’ün insan merkezli uygarlık projesinin bir analizi yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Rıza, Sorumluluk ve Kendini Gerçekleştirme: Hümanist Psikoloji Penceresinden Atatürk’ün İnsan Merkezli Uygarlık Projesinin Bir Analizi yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL