0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
75
Okunma

Makalenin başında sunduğunuz keskin gözlem, binlerce yıldır insan doğasının en kalıcı ve rahatsız edici çelişkilerinden birini özetliyor: "Bütün ahlaksızlığı onlar yapar, çamuru karşı tarafa atar." Bu durum, basit bir kötü niyetten öte, derin psikolojik savunma mekanizmaları ve toplumsal statü oyunlarından beslenen bir ikiyüzlülük sistemidir.
Bu figürler, ahlakı bir yaşam kılavuzu olarak değil, bir siyasi araç ve kendi kusurlarını gizleyen bir zırh olarak kullanırlar.
I. Projeksiyon: Kendi Gölgelerini Başkasına Giydirmek
Freudyen psikolojinin temel kavramlarından biri olan projeksiyon (yansıtma), bu davranışın çekirdeğinde yer alır. Birey, kendi içinde taşıdığı, toplum tarafından kabul görmeyecek ya da vicdanını rahatsız eden dürtüleri, arzu ve hataları bilinçaltına iter. Ancak bu bastırılmış içerik yok olmaz, sadece yer değiştirir.
Namus bekçisi, kendi yaşadığı ahlaki çatışmayı dışarıya yansıtarak, rahatsız olduğu ahlaksızlığı "öteki"nin üzerine atar. Böylece:
Kendini Aklamış Olur: Kendi ahlaki zayıflıklarını başkasında görerek ve onu yargılayarak, kendi vicdanını geçici olarak susturur.
Enerjisini Dışarıya Yöneltir: İçindeki ahlaksızlıkla yüzleşmek yerine, tüm enerjisini karşı tarafa saldırarak harcar. Atılan çamur, kişinin kendi bastırdığı, kabul görmeyen benliğinin somutlaşmış halidir.
II. Tarihi Bir Tema: Molière’in Tartuffe’ü
Bu toplumsal ikiyüzlülük teması, sanat ve edebiyatta defalarca işlenmiştir. Fransız tiyatro dehası Molière’in 1664 tarihli ölümsüz eseri Tartuffe, bu durumun en bilinen örneğidir.
Tartuffe, dindar, sofu ve ahlaklı görünümüyle varlıklı bir ailenin reisini (Orgon) etkisi altına alan bir sahtekardır. Ailenin tüm fertlerini namus ve dindarlık adına yargılar, eleştirir ve kontrol etmeye çalışır. Ancak gerçekte, hırslı, ahlaksız ve şehvet düşkünü bir dolandırıcıdır.
Tartuffe, ahlaki söylemi o kadar güçlü ve ikna edicidir ki, Orgon onun sahte dindarlığının arkasındaki gerçek kötülüğü görmekte aciz kalır. Bu oyun, yüzyıllardır bize şunu hatırlatır: En yüksek sesle ahlak dersi verenler, en büyük tehlikeyi barındırabilir.
III. Ahlakı Güç Aracı Olarak Kullanmak
Çağdaş namus bekçiliği, sadece psikolojik bir rahatsızlık değil, aynı zamanda sosyal bir güç stratejisidir. Yüksek ahlaki iddia, bireye toplum içinde bir dokunulmazlık ve yargılama yetkisi sağlar:
Sorgulanamaz Statü: Kendini ahlaki dürüstlüğün sembolü olarak konumlandırmak, bireyi eleştirinin üstüne çıkarır. "Ahlakı koruyan" birinin kendi ahlakının sorgulanması, toplumsal vicdanda zor kabul görür.
Hedef Şaşırtma: Kendi hataları, yolsuzlukları veya ahlaki kusurları gündeme geldiğinde, hemen karşı tarafın "daha büyük" kusurlarını veya ahlaksızlıklarını ortaya atar. Bu, bir duman perdesi görevi görür; dikkatleri kendi karanlık alanından uzaklaştırır.
Bu strateji, ahlaki söylemi, kişisel ya da grupsal çıkarlar için bir silah haline getirir. Amaç, toplumu temizlemek değil, kendi çıkar alanını temiz tutmaktır.
Sonuç: Maskenin Ardını Görmek
İnsanlık tarihinde ikiyüzlülük her zaman var olmuştur, ancak modern toplumda medyanın ve sosyal medyanın hızıyla yayılma gücü katlanmıştır. Yargının, gerçeğin kanıtlanmasından çok daha hızlı yayıldığı bir çağda, atılan çamur çok daha kalıcı izler bırakır.
Bunun panzehiri, bireyleri söylemlerinin gücüne göre değil, davranışlarının tutarlılığına göre değerlendirmektir. Toplumun görevi, Tartuffe’lerin maskelerinin ardındaki gerçek niyetleri görmekte ısrarcı olmaktır. Zira ahlak, yüksek sesle ilan edilen bir slogan değil, kişinin kapalı kapılar ardında ve eleştiri altında dahi sürdürdüğü onurlu bir yaşam biçimidir.
Hüseyin TURHAL
Gazeteci - Yazar
5.0
100% (1)