1
Yorum
7
Beğeni
5,0
Puan
105
Okunma
BÖLÜM I: Kasabın Derisi ve İlk Çatlak
Yirmi yaşındaki Neda, evlendiği ilk hafta, tıpkı elindeki iğne oyası tülbente attığı nazik ilmekler gibi, yaşamının da aynı özenle kurulacağına inanıyordu. Aile evinden getirdiği çeyiz sandığı kadar umut doluydu. Kocasıyla kurduğu yuvaya adım attığı o parlak gün, hayatının en uzun otuz yılının ilk milimi olacaktı.
Fakat balayı denilen o tatlı bekleyiş, daha ilk akşamdan zehrini damıtmaya başladı. Birlikte kurdukları o sessiz yuva, kocasının fiziksel özellikleri üzerine yaptığı alaycı ve aşağılayıcı yorumlarla hızla gölgelendi.
"Senin burnun niye bu kadar uzun, sanki bir kartalın gagası," derdi kocası. Ya da saçını işaret ederek, "Bu ne biçim saç böyle, biraz canlansın artık."
Sözleri, ne kadar hafif tonda söylenirse söylensin, Neda’nın ruhunda şimşek etkisi yaratıyordu. Kendisine yakışana, sevdiğine inanarak yaptığı her şeyi bir anda sorgulamaya başlıyordu. Aynaya bakarken ilk kez kendi suretinden utandı. Güzelliğinin, değeri için yeterli olmadığını düşünmeye başladı.
Bir akşam, gözlerinden yaşlar süzülerek, kırılgan bir sesle sordu kocasına:
"Neden böyle yapıyorsun? Neden beni sürekli aşağılıyorsun?"
Kocası, elindeki gazeteyi yavaşça katladı. Gözlerinin içinde en ufak bir pişmanlık izi yoktu. Aksine, yüzünde, yaptığı işten keyif alan, çarpık bir ifade belirdi.
"Canım Neda," dedi, sesi zehirli bir tatlılıkta. "Bilmez misin? Kasap sevdiği deriyi yere çalarmış. Ben sana eziyet etmiyorsam, seni sevdiğimi nereden bileceksin?"
Bu söz, bir mazeret değil, bir ilandı. Sevgi ve istismar arasındaki o ince çizgiyi silen, Neda’yı otuz yıl boyunca kendi kafesine kilitleyecek olan ilk yalan... O an, genç kadın, sevginin can yaktığına, dayanılmaz bir acı olduğuna inanmak zorunda kaldı. Oysa bu, sevgi değil, Neda’nın yıllar sonra adını koyacağı şeydi: Narsist bir ruhun zalim oyunuydu.
BÖLÜM II: Dedikodu Kazanı ve Susturulan Çığlık
Neda’nın gençlik umutları, kocasının ailesiyle birlikte yaşadığı o an, yavaş yavaş betonlaşan bir gecekondu mahallesinin sert toprağına gömülmüştü. Yaşadıkları ev, kaynakçı olan kocasının demir tozu kokan atölyesine yakındı. Bu dar, iç içe geçmiş düzende herkes birbirini izlerdi.
Ancak, Neda’ya hayatı zehir eden sadece kocasının zalim sözleri değildi. Kayınvalide, oğlunun her hareketine çanak tutarak, istismar çemberini tamamlıyordu. Birlikte kurdukları o küçük komplo, Neda’nın her gözyaşından besleniyordu. Kayınvalide, oğlunun alaycı şakalarına eşlik eder, Neda köşede hıçkırırken zevkle kahkahalar atardı.
Kayınpeder, büyük abi ve küçük kardeşler de bu zalim koroya katılmıştı. Neda kendini savunmaya kalktığında, demir parmaklık gibi bir ses yükselir ve yüzüne çarpılırdı: "Sen gelinsin. Sus." Bu üç kelime, onun sesinin, itirazının ve varlığının evdeki değerini özetliyordu. Neda’nın ağzı mühürleniyor, eli kolu bağlanıyordu.
Yıpratıcı kavgaların sonunda, bazen kelimeler yetmez olurdu. O zaman, Neda fiziksel şiddete maruz kalırdı. Dövdüler, kovdular ve sonra hemen ardından, mahallenin o bitmek bilmeyen dedikodu kazanına yeni bir yalan attılar: "Bu gelin böyle deli, manyak, inat."
Onun acısı, komşular arasında yayılan bir fısıltıya, bir maskeye dönüşmüştü. O artık, istismara uğrayan bir kadın değil, hakkında dedikodu yapılan, dengesiz bir gelin olarak etiketlenmişti. Arkasında duracak bir baba ocağı, destek olacak bir ses yoktu. Neda yapayalnızdı.
BÖLÜM III: Annelik Kalkanı ve Çivilenmiş Sözler
Neda’nın zihninde, o boğucu yıllar boyunca yankılanan tek bir melodi vardı: "Çocuklarım büyüsün. O zaman boşanırım." Bu söz, geceleri uykusunu kemiren bir teselli, bir erteleme sanatıydı. Onların yetişkinliğe adım atması, Neda’nın özgürlüğe atacağı ilk adımın tarihiydi.
İlk oğlu doğduğunda, evdeki atmosferde kısa süreli, yapay bir bahar havası esti. Erkek torun, kayınvalide için bir zafer simgesiydi. Oğlu, Neda’nın elinden alınmış gibiydi. Kayınvalide, gece gündüz onunla ilgileniyor, uyurken dahi yanından ayırmıyordu. Neda ise hâlâ evin hizmetçisi, değeri sadece hizmetiyle ölçülen, çocuğunun şefkatli annesi rolünden mahrum bırakılmış bir gölgeydi.
Hayatındaki en büyük darbeyi, bir gün kapıdan içeri giren babasından aldı. Babası, yeni doğan torununa altın takmış, yüzünde buruk bir gururla oturuyordu. Sohbetin sonunda, Neda’nın kalbine bir hançer gibi saplanan nasihatini fısıldadı:
"Kızım, babanın şapkasını eğdirme. Bizim de dostumuz düşmanımız var. Kendinden iyi söz ettir."
Bu sözler, Neda’nın beynine çivilenmişti. Kollarının kökünden kırıldığını hissetti. O an anladı ki, bu evden kaçış, sadece kendi hayatını değil, ailesinin onurunu da riske atmaktı. Şiddet ve zulüm altında kalmak, boşanıp babasının şapkasını eğmekten daha az utanç verici sayılırdı. Babanın sevgisi ve onuru, istemeden de olsa, Neda’yı o demir parmaklıkların ardına kilitleyen son kilit olmuştu. Artık boşanma hayali, otuz yıllık bir göreve, bitirilmesi gereken zorlu bir çileye dönüşmüştü.
BÖLÜM IV: Askerlik Molası ve İlahi Adalet
Neda’nın küçük oğlu, üç yaşına geldiğinde evin en zeki ve dikkatli ferdiydi. Babasının gölgesinden çok, büyük amcasının rehberliğinde şekilleniyordu. Bu gergin bekleyiş arasında, Neda ikinci kez hamile kaldı. Kayınvalidenin tepkisi, bir fırtınanın habercisi gibiydi: "Bir çocuk yeter. Bu çocuğu hiç istemiyorum." O zehirli sözler, Neda’nın kalbinde yeni bir yara açtı.
Tam bu dönemde, kocası askere gitti. Onun evden ayrılmasıyla, Neda’nın ruhu ilk kez nefes aldı. Bir hafta sonra, kocasının yokluğunda, Neda’nın kızı dünyaya geldi.
Minicik, masum bir melek. Sanki kâinattan gelen bir teselli hediyesiydi. Geceleri, kızıyla sarılarak uyudu. Neda’nın yıllardır biriken tüm yaraları, bu küçücük bedenin sıcaklığıyla, sessizce, birlikte sarılıyordu. Dünyalar güzeli kızı, ona ilk kez koşulsuz sevginin ne demek olduğunu öğretiyordu.
Kayınvalidenin ise acımasız kehaneti kapıdaydı: "Ben bu çocuğa bakmam, baban evine git!" Ancak tam bu çaresizlik anında, Rabb’in işi tecelli etti. Akraba evliliği sayesinde hem kocanın hem Neda’nın büyükannesi olan yaşlı kadın, beklenmedik bir şekilde eve geldi.
Büyükannenin gelişi, bir kurtuluş mektubu gibiydi. Kayınvalidenin kucağına dahi vermediği o masum kızı, omuzlarına alarak büyüttü. Büyükannenin gözlerinde, sessiz bir meydan okuma vardı.
Neda, kayınvalidesinin yüzüne bakarken, yıllardır susturulmuş sesi ilk kez bir fısıltıyla güçlendi:
"Görüyorsun, Allah’ın işini," dedi. "Sen bana ’baban evine git’ dedin, ama Allah o çocuğa bir bakıcı yolladı."
O an, kocasız geçen o evde, Neda ilk zaferini tattı. O küçük kızın doğumu, sadece bir başlangıç değil, Neda’nın hayatta kalma savaşında kazandığı ilk, en önemli cepheydi.
5.0
100% (3)