0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
66
Okunma
Kur’ân’ın Işığında İnsan – 3
Sâlih, Sıddîk, Müceddit ve Velî
Yazar: Murat Kerem
Kalbin Aynasında Parlayan Dört Yolcu
Her insan, içinde görünmeyen fakat kaderini belirleyen bir iç yolculuğa sahiptir. Kimileri bu yolculuğu hiç fark etmeden yaşar; kimileri daha başlangıcında kaybolur; kimileri ise karanlıktan aydınlığa açılan kapıları aralayacak kadar derin bir uyanış yaşar. Kur’ân, insanın bu manevi yükselişini dört parlak mertebeyle anlatır: Sâlih, Sıddîk, Müceddit ve Velî.
İnsanın iç dünyasında karanlık odalar olduğu gibi, nura açılan pencereler de vardır. Bazıları o pencereleri aralar; bazıları tamamen açar; bazıları ise içeri sızan ışığı başkalarının yolunu aydınlatacak kadar güçlü bir kalp temizliğine sahiptir. Kur’ân’ın övdüğü yüksek insan prototipleri işte bu pencerelerin ardında durur.
Sosyoloji, insanın toplumu değiştirebilen bir özne olduğunu söyler. Kur’ân ise daha derin bir hakikati bildirir:
İnsan, kendi iç âlemini düzeltmeden dış dünyayı ıslah edemez.
Bu dört mertebe, insanın içten dışa doğru yükselişinin, karanlıktan nura yürüyüşünün işaret taşlarıdır.
Mevlânâ bu hakikati şöyle tamamlar:
“İnsanın yürüdüğü yol dışarıda değil, kendi içindedir. İçini düzeltmeyen dışarıyı imar edemez.” [1]
Bu makale, Kur’ân’ın ışığında insanın nura doğru yükselişinin dört basamağını ele alıyor:
Sâlih, Sıddîk, Müceddit ve Velî.
Sâlih: Kalbini Islah Eden ve Toplumu İmar Eden İnsan
Kur’ân sâlih insanı şöyle anlatır:
“Kim salih amel işlerse, onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır.” [2]
Sâlih, yalnızca “iyi” olan değildir. Çünkü iyilik, niyetle anlam kazanır. Sâlih insan; iyiyi doğru niyetle yapan, hem kendisini hem çevresini onarmaya çalışan kişidir. Ameli kalbinin bir yansımasıdır; içi ile dışı arasında perde yoktur.
Gazâlî bunu şöyle ifade eder:
“Sâlih, hem kendisini hem başkalarını ıslah için yaşayan kimsedir.” [3]
Salihliğin özünde derin bir onarım iradesi vardır.
Bu onarım, sadece dış dünyayı değil, insanın iç âlemini de kapsar.
Kırılmış gönülleri iyileştirmek, dağılmış ilişkileri toparlamak, bulanık duyguları berraklaştırmak, zulmü adaletle değiştirmek, haksızlığı hakkaniyetle düzeltmek hep bu mertebenin işaretleridir.
Toplumsal Onarımın Sessiz Mimarı
Sosyolojide buna “değer restorasyonu” denir.
Sâlih insan, toplumun kırık yerlerini sessizce tamir eden görünmez bir mimardır. Ailesine, işine, ilişkilerine adalet, merhamet ve ölçü taşır.
Hz. Şuayb’ın şu sözü, Kur’ân’ın sâlih insan modelini özetler:
“Ben ıslah etmekten başka bir şey istemiyorum.” [4]
Sâlih insanın özü:
Nefsini terbiye eder, çevresine güzellik taşır.
Sıddîk: Doğruluğun Sarsılmaz Dağı, Hakikatin Şahidi
Kur’ân’ın en yüksek mertebelerinden biri sıddîklıktır:
“Kim Allah’a ve Peygambere itaat ederse… işte onlar peygamberlerle ve sıddîklarla beraberdir.” [5]
Sıddîk, yalnızca doğruyu söyleyen kişi değildir.
O, hakikati bütün ağırlığıyla omuzlayan, doğrulukla tam bir örtüşme yaşayan insandır. Hakikatin yükü ağırlaştığında bile eğilmez, bükülmez.
Kur’ân, bu yüksek mertebeyi Hz. İbrahim için kullanır:
“İbrahim, sıddîk idi ve bir peygamberdi.” [6]
İmam Rabbânî bu mertebeyi şöyle tanımlar:
“Sıddîk, hakikate en küçük bir gölge bile düşürmeyendir.” [7]
Hz. Ebû Bekir: Sıddîklığın Zirvesi
Miraç haberini duyan Hz. Ebû Bekir şöyle demiştir:
“O doğru söyler, eğer bunu o söylüyorsa, elbette doğrudur.”
Bu söz, yalnızca bir iman beyanı değildir; hakikat ağırlaştığında sadakatten vazgeçmeyen bir ruhun nişanesidir.
Sıddîk insanın özü:
Hakikat zorlaşınca dik durmak.
Hakikatin bu sarsılmaz duruşundan sonra Kur’ân, insanın yalnızca bireysel olarak doğruda kalmasını değil, zamanın kararan yönlerini de yeniden aydınlatmasını öğütler.
Müceddit: Zamana Nefes Veren ve Hakikati Yenileyen Diriltici
Kur’ân, geçmiş ümmetlerde yol göstericilerin sürekli geldiğini haber verir.
İslâm geleneğinde müceddit; unutulan hakikatleri yeniden dirilten, kalplere yeni bir nefes veren kişidir.
Bediüzzaman müceddidi şöyle tanımlar:
“Müceddit, dini aslî hüviyetiyle parlatan, hakikati zamanın idrakine uygun şekilde ifade eden kimsedir.” [8]
Müceddit: Dönüşümün Kalbinde Duran Diriltici
Sosyolojide bu tip insanlar “zihinsel reformcular, kültürel yenileyiciler, dönüşüm aktörleri” olarak tanımlanır.
Müceddit, yalnız bireyleri değil; toplumun kolektif bilincini, değer yapısını ve ahlak terazisini de yeniden inşa eder.
Tarihte bu rolü farklı dönemlerde üstlenen isimlere baktığımızda tablo nettir:
Ömer b. Abdülaziz, adalet ve merhameti devlet yönetiminin merkezine yerleştirerek çürümeyi durduran bir yenileyiciydi.
İmam Gazâlî, fikrî ve itikadî dağınıklığı gidererek İslâm düşüncesine yeni bir istikamet kazandırdı.
İmam Rabbânî, tasavvufun özündeki tevhid hakikatini yeniden parlatıp nübüvvet çizgisini merkeze aldı.
İmam Nevevî, ilmi ihlâsla yoğurarak sünnetin yaşayış dilini yeniden diriltti.
Bediüzzaman Said Nursî, imanı aklî delillerle yeniden inşa ederek modern çağın buhranına ışık tuttu.
Bu isimlerin tamamı, bozulanı tamir eden, unutulanı hatırlatan, kararanı parlatan dirilticiler olarak çağlarını aydınlatmıştır.
Müceddit, çağın gözünü açan kişidir;
karanlık yoğunlaştığında hakikatin lambasını taşıyan dirilticidir.
Velî: Hakk’ın Yakın Dostu ve Kalpteki Sükûnun Sahibi
Kur’ân velileri şöyle tanımlar:
“Dikkat edin! Allah’ın velilerine korku yoktur; onlar mahzun da olmayacaklardır.” [9]
Velî, Allah’a yakınlık kazanmış, kalbi O’nun korumasında sükûnete ermiş kişidir.
Kalbine sükûnet, yüzüne nur, sözlerine hikmet verilmiştir.
Onun huzuru, etrafındaki insanların bile yürüyüşünü değiştirir.
İbn Atâullah velîyi şöyle tarif eder:
“Velî, Allah’ın koruduğu ve kalbini nurlandırdığı kuldur.” [10]
Toplumun Gizli Direkleri
Sosyolojik açıdan velî; toplumun moral ve metafizik direğidir.
Gösterişsizdir; fakat çevresine görünmez bir güven, huzur ve ahenk yayar.
Varlığı bile insanları dengeler.
Ashab-ı Kehf’in Kur’ân’da anlatılan duruşu velâyetin genç bir yüzüdür:
Sessiz, kararlı, tavizsiz ve Allah’a bağlı…
Velînin özü:
Allah’ı unutmaz ve Allah tarafından unutulmaz.
İnsan Mertebelerle Yükselir, Mertebelerle Derinleşir
Kur’ân’ın anlattığı bu dört mertebe, insanın ruh yolculuğunun doruklarıdır.
Sâlih, insanın kendisini ıslah etme gayretini;
Sıddîk, hakikate sadakati;
Müceddit, toplumu yenileme sorumluluğunu;
Velî ise Allah’a yakınlığın sükûnetini temsil eder.
Birinci makalede başlayan iç yolculuk, ikinci makalede insanın karanlık yönleriyle yüzleşmiş; bu üçüncü makalede ise insanın en parlak mertebeleriyle taçlanmıştır.
Bediüzzaman bu hakikati şöyle özetler:
“İnsan, kalbiyle büyür; kalbi hakikate bağlanınca dağlardan ağır olur.” [11]
Hakikat şudur ki:
İnsanı yükselten amel değil, ameli doğuran niyettir.
Niyet makbul olunca mertebe doğar;
mertebe doğunca insan hem kendini hem toplumu aydınlatır.
Kaynakça
[1] Mevlânâ, Mesnevî
[2] Kur’ân, Fussilet 8
[3] İmam Gazâlî, İhyâu Ulûmiddîn
[4] Kur’ân, Hûd 88
[5] Kur’ân, Nisâ 69
[6] Kur’ân, Meryem 41
[7] İmam Rabbânî, Mektûbât
[8] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler
[9] Kur’ân, Yunus 62
[10] İbn Atâullah el-İskenderî, Hikem
[11] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler