Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
cakirismail
cakirismail

Japonya’dan Amazon’a Göç 7-Ruhların Yolu

Yorum

Japonya’dan Amazon’a Göç 7-Ruhların Yolu

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

95

Okunma

Japonya’dan Amazon’a Göç 7-Ruhların Yolu

Japonya’dan Amazon’a Göç 7-Ruhların Yolu

Bölüm 19: Büyük Ayak Günü’nün Sonu

Köy, derenin çağlayanı ve maniok tarlalarıyla yeşermişti. Saz kulübeler, gemiden sökülen tahtalarla sağlamlaşmış, kıvrımlı desenli pruva totemi köyün kalbinde yükseliyordu. Kael ve Lila, artık olgun bir anne-babaydı; oğulları Taro (16) ve kızları Aila (14), köyün umuduydu. Köylüler, toprağı işliyor, maniok ve yaban meyveleri yetiştiriyor, avdan geyik ve tapir getiriyordu. Her yıl, karaya ayak bastıkları günü “Büyük Ayak Günü” olarak kutluyorlardı; bu, kolektif hafızalarını ve kimliklerini güçlendiren bir bayramdı.

O sabah, köy neşeyle doldu. Çocuklara boynuz şapkalar giydirildi, ellerine küçük çam fidanları verildi. Köylüler, gemiden kalan son tahta sütunun etrafında toplandı. Yaşlı Nia, sopasıyla yere vurdu, gürledi: “Ayak bastık ve toprak bizi kabul etti!” Taro, geyik postu omzunda, gençlere ok atmayı öğretiyor, kahkahası ormana karışıyordu. Aila, çiçeklerden örülmüş bir taçla dans ediyor, dere kenarında su samurları gibi kayan çocuklara gülümsüyordu.

Ateşler yakıldı, maniok ekmeği kavruldu, tütsülenmiş bizon eti ve yaban meyveleri masaları süsledi. Lila, Aila’nın tacını düzeltti, mırıldandı: “Denizin kızı, toprağın çiçeği oldun.” Kael, Taro’nun omzuna vurdu, gülümsedi: “Oğlum, ataların izindesin.” Köylüler, dans etti, şarkılar söyledi, pruva toteminin gölgesi ateşle dans etti.

Tam o sırada, ufukta bir gölge belirdi. Havanın renginde bir tuhaflık vardı. Rüzgârın yönü değişti, kuşlar ağaçlardan fırladı. Nia, bastonuyla toprağı yokladı, mırıldandı: “Bu rüzgâr, hatırladığım rüzgâr değil…” Gökyüzü karardı, nehir kenarındaki bayraklar sökülüp uçtu. Uzakta, bir küp gibi dönen karaltı büyüdü, döne döne yaklaştı. Taro, bağırdı: “Hortum!”

Çocuklar ağladı, kadınlar bebekleri kucaklayıp kulübelere koştu. Erkekler, keçileri serbest bırakıp eşyaları toparladı. Kael, gürledi: “Barınaklara! Çabuk!” Ama doğa, bayramı dinlemedi. Hortum, en yakın kulübeyi pençe gibi yakaladı, çiçeklerle süslü çatıyı bir yaprak gibi yuttu. Çatı, gökyüzünde savrulurken çığlıklar köyü sardı.

Kulübenin içinde, genç bir baba, yeni yürümeye başlayan oğlunu kucaklayıp orta direğe sarılmıştı. Karısı, dışarıda, “Hayııııır!” diye haykırdı, elleri saçlarına dolanmış, dizleri toprağa çöktü. Hortum, direği kırdı, baba ve oğul havada döndü. Baba, son bir kez çocuğun başını göğsüne bastırdı, göz göze baktılar. Sonra ikisi de, hortumun karanlığına savruldu. Geriye, bir ağaca dolanmış bir çocuk oyuncağı kaldı: küçük bir saz balık.

Hortum çekildiğinde, sessizlik köyü yuttu. Nehir bile akmayı unutmuş gibiydi. Köylüler, kulübenin kalıntılarına koştu, ama hiçbir iz yoktu. Toprakta ayak izleri bile silinmişti. Aila, arkadaşının adını defalarca haykırdı, sesi her seferinde kısıldı: “Kuma! Kuma!” Taro, kız kardeşini kucakladı, gözyaşlarını sakladı. Nia, fısıldadı: “Ruhlar rüzgârla konuşurmuş.” Sero, başını eğdi: “Ve biz bu rüzgârı dinlemedik.”

Kael, Lila’ya sarıldı, sesi çatallı: “Doğa, bize haddimizi bildirdi.” Lila, gözleri nemli, mırıldandı: “Ama biz, hâlâ buradayız.” O gece, köyün ortasında, hortumun açtığı boşluğa bir taş bırakıldı. Üzerine şu yazıldı: “Burada, yeryüzü bir can aldı.” Köylüler, sessizce eğildi, ateşin çıtırtısı dualara karıştı.

Kael, köylülere döndü, sesi kararlı: “Bu topraklara kök salamayacağız. Amazon’un derinliklerine yürümeliyiz. Yeni bir yuva bulacağız.” Taro ve Aila, ebeveynlerine baktı, gözlerinde korku ama kararlılık vardı. Pruva totemi, ay ışığında parladı, sanki atalar yeni bir yolculuğu kutsuyordu.

[Kamera: Boynuz şapkalı çocukların dansından, pruva toteminin ateşle parlayışına geçiş yapar. Hortumun karaltısı, çatının savruluşuyla gerilim doruğa ulaşır. Baba ve oğlun gökyüzünde kayboluşu, saz balık oyuncağının ağaca takılışıyla trajikleşir. Son kare, taş anıtın yazısı ve Kael’in kararlı bakışıyla kapanır.]


Bölüm 20: Kovulanlar

Hortum dindiğinde, geriye yalnızca rüzgârın fısıltısı ve çığlıkların yankısı kalmıştı. Köy, bir yara gibi açılmıştı. Saz kulübelerin çatıları ağaçlara saplanmış, gemiden kalan tahtalar ormana savrulmuştu. Derenin kıyısında, bir çocuğun saz ayakkabısı, yalnız bir anıt gibi duruyordu. Adı Kuma’ydı; artık yalnızca gözyaşlarında yankılanıyordu. Pruva totemi, hâlâ ayakta, ama kıvrımlı desenleri sanki solmuş, ataların izleri silikleşmişti. Kael, Taro’nun ahşap tılsımını boynunda sıkıca tuttu, annesinin saz parçasını cebinde hissetti. Lila, Aila’yı göğsüne bastırdı, Taro omzunda bir mızrakla sessizce durdu.

Köylüler, yıkıntılar arasında dolandı, sessizlik bir uğultuya dönüştü. Şaman Ayzug, ellerinde yanan otlardan tütsüyle rüzgârı kokladı. Gözleri doluydu, ama yüzünde korkudan çok bir anlayış vardı. “Bu toprak bizi istemiyor,” dedi, sesi ağır. “Ne nehir, ne rüzgâr, ne gök… Ruhlar bize sırtını döndü.”

Taro, kaşlarını çatarak öne çıktı, sesi genç ama öfkeli: “Bu sadece bir fırtına! Her yıl olur! Gitmeyelim!” Aila, ağabeyine yaslandı, fısıldadı: “Taro, Kuma… o gitti.” Köylüler, mırıldanarak Taro’ya baktı, ama gözleri Ayzug’a çevrildi.

Ayzug, başını eğdi, ateşin önüne çömeldi. Davulunu kucağına aldı, ama vurmadı. Konuştu, sesi derin: “Tsunamiyle geldi, yağmurla sürükledi, şimdi rüzgârla savurdu. Gök, deniz ve toprak… üçü birden sırt çevirdiyse, biz burada kalamayız. Bu bir mesajdır. Ruhlar artık bizimle değil.”

Tam o sırada, genç bir adam, kollarında ufak bir çocukla kalabalığın önüne çıktı. Islanmış, çamura bulanmıştı. Gözleri boş, elleri titriyordu. “Ben oğlumu korumaya çalıştım… ama rüzgâr onu göğe aldı… göğe…” Sesi kırıldı, dizleri çöktü. Karısı, bir çığlıkla toprağa yığıldı. Kadınlar başlarını eğdi, bazıları diz çöktü. Erkekler, mızraklarını yere bıraktı. Sessizlik, köyü yuttu, nehir bile sustu.

Kael, Lila’nın elini sıktı, mırıldandı: “Doğa, bize haddimizi bildirdi.” Lila, gözyaşlarını silerek başını salladı: “Ama ruhlarımız hâlâ bizimle.” Runa, bir çocuğu kucakladı, Sero bir kalası omzuna aldı, ama kimse konuşmadı. O an, herkes aynı anda hissetti: Buradan gitmeleri gerekiyordu.

Gece, Ayzug uzun bir transa girdi. Tütsü dumanı kulübesini sardı, davulu usulca vurdu. Uyandığında gözleri yaşlıydı, ama sesi kararlıydı. “Gördüm,” dedi, köylülere. “Bir yol… dev bir nehrin izinden güneye. Ormanın kalbine. Sisli, vahşi, ama… yeniden doğacağımız bir yer.” Elini göğsüne koydu, devam etti: “Orada, ilk defa göğü seven toprak var. Yağmurun kutsal olduğu, nehrin anne olduğu bir yer. Ruhlar hâlâ orada bizi bekliyor.”

Köylüler, ağlamaktan kurumuş gözlerle başını salladı. Nia, bir saz torbaya maniok unu doldurdu, mırıldandı: “Ruhlar, bize yol göster.” Taro, mızrağını sıktı, Aila bir çiçek tacını göğsüne bastırdı. Lila, Kael’e yaslandı, fısıldadı: “Denizi geçtik, fırtınaları aştık. Bu ormanı da geçeriz.” Kael, Taro’nun tılsımına dokundu, gülümsedi: “Birlikte, her zaman.”

Ertesi sabah, köy terk edildi. Köylüler, saz torbalar, mızraklar ve kil kaplarla yüklenmişti. Çocuklar, boynuz şapkalarını bıraktı, ama çam fidanlarını ellerinde taşıdı. Pruva totemi, yalnız kaldı, kıvrımlı desenleri rüzgârda titreşti. Ayzug, önde yürüdü, tütsüsü ormana karıştı. Amazon’un derinliklerine, yeni bir yuva arayışına doğru yola çıktılar.

[Kamera: Yıkılmış kulübelerin kalaslarından, deredeki saz ayakkabıya geçiş yapar. Ayzug’un tütsüyle rüzgârı koklayışı, trans davulunun ritmiyle yoğunlaşır. Genç adamın çığlığı, köylülerin sessiz çöküşüyle trajikleşir. Son kare, Ayzug’un önde yürüdüğü göç kervanı, pruva toteminin yalnız parlayışıyla kapanır.]



Bölüm 21: Ruhların Yolu

Sabah, göç başladı. Çocuklar annelerin sırtında, yaşlılar gençlerin omuzlarındaydı. Herkesin yükü ağırdı: saz torbalar, mızraklar, kil kaplar ve suçluluk. Kael, Lila’ya fısıldadı: “Denizi geçtik, bu ormanı da geçeriz.” Lila, gülümsedi: “Birlikte, her zaman.” Ayzug, önde yürüdü, tütsüsü ormana karıştı.

Göçün İlk Adımları
Nehirle başladılar. Sazdan sallar yaptılar, akıntıya teslim oldular. Büyük göllerin kıyılarından geçtiler, suyun aynasında yıldızlar dans etti. Bir sabah, sis içinde parlayan bir geyik gördüler. Ayzug, fısıldadı: “Bu, Gökten Gelen’in kılavuzudur.” Geyik, kayalıklarda kayboldu. O günden sonra her sabah dua ettiler: “Geyik Göz, bize yolu göster.”

Yellowstone benzeri vadilerde kamp kurdular, sıcak suların buharı yüzlerini okşadı. Yaşlı bir kadın, dalgaların vurduğu bir fosil buldu: balık gibi, ama ayakları vardı. Ayzug, fosili eline aldı: “Bu, suyu terk eden ruhun bedeni… Bizim gibi, bu kıtada nefes almayı öğrenen bir ruh.” Köylüler, fosili bir saz torbaya sardı, kutsal saydı.

Yeni Canlılar, Yeni Efsaneler

Büyük Ovalar’da bir armadillo gördüler, sırtı kabuklu bir zırh gibiydi. Ayzug, mırıldandı: “Yer ruhlarının haberci.” Çocuklar, ona “Kabuklu Ruh” dediler. Bir gece, balta girmemiş ormanda bir jaguar geçti, gözleri karanlıkta parladı. Kimse konuşmadı. Ayzug, yere kuru et bıraktı: “Gece Ruhuna saygı sunuyoruz. Geçsin ve unutsun bizi.” Taro, mızrağını sıktı, ama sustu.

Bir sabah, nehrin kıyısında bir anakonda süzüldü, bedeni suyla dans etti. Aila, korkuyla fısıldadı: “Nehrin ruhu bedenlenmiş. Suya düşeni yutar.” Köylüler, nehire yaklaşmadı. Tukano kuşları sürü halinde geçtiğinde, renkleri gökyüzünü boyadı. Nia, gülümsedi: “Cennetle konuşan elçiler…”

Zaman ve Umut

Aylar geçti, deriler çürüdü, yeni derilerle değişti. Çocuklar büyüdü, bazıları yolda doğdu. Bir bebek, nehir taşmadığında, rüzgâr durduğunda doğdu; adına “Umut” dediler. Lila, gözyaşlarıyla mırıldandı: “Belki affedilmeye başladık…”

Ruhun Dinlendiği Vadi

Yıllar sonra, yemyeşil bir vadiye vardılar. Dağlarla çevrili, berrak bir ırmakla beslenen bir yerdi. Yaban hayvanları bile saygıyla uzak duruyordu. Ayzug, ellerini göğe kaldırdı: “Ruhlar burada susmuş! Bizi istemiyor, ama kovmuyor da. Belki bekliyor…”

Taş üstüne taş koydular, geminin son tahtalarıyla kulübeler yaptılar. Maniok tohumları toprağa serpildi, tesadüfi filizler kutsal sayıldı. Kimi dağ yamaçlarına işlikler kurdu, kimi nehirde balık avladı. Yeni doğanlar, “Toprak Doğanlar” oldu. Her yıl vadideki ilk günlerini şölenle kutladılar, danslar ettiler, çocuklara ruhların isimlerini verdiler.

Lanet Yeniden

Bir sabah, dağlardan uğultular yükseldi. Sis, vadiyi yuttu. Çığ mı, toprak kayması mı, yanardağın öfkesi mi bilinmez, evler çöktü, nehir yön değiştirdi. Bir baba, kızını kurtarmaya çalışırken toprağa gömüldü. Köylüler, çığlıklarla koştu, ama sadece toz buldu. Ayzug, toprağı avuçladı, başını salladı: “Affedilmedik. Bizi yine kovdular.”

Halkın diline bir cümle yerleşti: “Her ne zaman kök saldık, ruhlar bizi söktü.” Amazon’un adı, bir yerden çok bir özlem, bir vaat oldu: “Gökten Gelenler için hazırlanmış, ruhların susacağı yer…”

[Kamera: Yıkıntılardan, Ayzug’un tütsü ve davul transına geçiş yapar. Saz sallar nehirde süzülür, geyik ve fosil sahneleri mistik bir hava katar. Jaguar ve anakonda, gerilimli anlar yaratır. Vadiye yerleşim, umutlu bir başlangıç sunar; çığ felaketi, trajik bir kapanış yapar.]

DEVAM EDECEK...

Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Japonya’dan amazon’a göç 7-ruhların yolu Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Japonya’dan amazon’a göç 7-ruhların yolu yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Japonya’dan Amazon’a Göç 7-Ruhların Yolu yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL