1
Yorum
14
Beğeni
0,0
Puan
130
Okunma

Akıllı insanlar olduğunu düşündüğünüz insanların gerçek niyetlerini öğrenmek için onlara daha dikkatli bakmaya başladığınızda, bazen şaşırtıcı bir gerçekle karşılaşırsınız. Zannedildiği kadar derin, üretken ya da yaratıcı olmadıklarını fark edersiniz. İlk bakışta zeka ile parlayan, kendine güvenli bir duruş sergileyen veya karmaşık sözlerle etrafını etkileyen kişiler, yakınlaştıkça sıradan bir düşünsel döngünün içinde sıkışmış gibi görünür. Bu durum, insan zihninin yansıtma eğilimi ve toplumsal algı mekanizmalarının bir sonucu olduğu kadar, zeka kavramının çoğu zaman yüzeysel işaretlerle değerlendirilmesinden de kaynaklanır.
Bir insanın gerçekten zeki olup olmadığını anlamak, yalnızca söylediklerine değil, söylemediklerine, ürettiklerine değil, üretemediklerine; hatta bazen kaçındıkları konulara bakmayı gerektirir. Çünkü gerçek zeka, sadece bilgi birikimiyle değil, bilgiyi işleme biçimiyle, yeni bir bakış açısı geliştirme kapasitesi ve kendini eleştirebilme cesaretiyle ortaya çıkar. Oysa birçok insan, kendini akıllı göstermenin en hızlı yolunu, karmaşık görünmekte bulur. Kavramları süslemek, kelimeleri döndürmek ve aslında çok az şey söyleyerek çok şey söylüyormuş izlenimi yaratmak… Bu, özellikle entelektüel çevrelerde sıkça rastlanan bir yanılsamadır.
İlginç olan, bu insanların çoğunun gerçekten kötü niyetli ya da kasıtlı olarak boş konuşan kişiler olmaması. Aslında çoğu, çevrelerinin kendilerinden beklediği akıllı kişi rolüne uzun süre maruz kaldıkları için, zamanla bu rolün içini dolduramadıklarını fark etmeden yaşamaya devam ederler. Kendi düşünsel alanlarının sınırlarını genişletmek yerine, zaten sahip oldukları kabuğu parlatmayı tercih ederler. Bu da onları üretmekten çok tekrar eden, çözmekten çok yorumlayan, keşfetmekten çok uzakta duran insanlar haline getirir.
Belki de sorun, zekayı çoğu zaman yanlış yerlerde aramamızdandır. Bir insanın ne kadar fikri olduğundan çok, ne kadar soru sorabildiğine, ne kadar iddialı olduğundan çok, ne kadar meraklı ve açık olduğuna bakmalıyız. Çünkü gerçek fikri olmayanların eksikliği, sessizliklerinde değil, başkalarının fikirleriyle oyalanırken kendi düşünce kanallarını kuramamış olmalarında ortaya çıkar. Akıllı görünmenin cazibesi, düşünmenin zahmetini çoğu kez gölgede bırakır.
Asıl şaşırtıcı olan ise, gerçekten zeki insanların çoğu zaman kendilerini olduğundan daha az zeki göstermesidir. Çünkü onlar, her fikrin geçici olabileceğini, her bilginin eksik kalabileceğini ve her düşüncenin zamanla dönüşebileceğini bilirler. Bu farkındalık, onları gösterişten uzaklaştırır, derinleşmeye yöneltir. Onların zihinleri, yüzeyde gürültü değil, derinde hareket üretir.
Sonuçta, insanların gerçek niyetlerine bakmak aynı zamanda onların düşünsel dünyalarının sınırlarına bakmak gibidir. Kimileri bu sınırları görkemli duvarlarla çevreler ve dışarıdan etkileyici görünür ama içeride bir oda bile zor bulunur. Kimilerinin ise duvarları alçaktır, fazla gösterişli durmaz ama içeri girildiğinde beklenmedik bir genişlik keşfedilir. Bu yüzden, bir insanın gerçekten ne kadar "akıllı" olduğunu anlamak için, görünebilir zeka işaretlerine değil,düşünsel alanının derinliğine, üretkenliğine ve kendini yenileme becerisine bakmak gerekir. Ve çoğu zaman, en parlak görünenlerin aslında en sönük fikirlerle yaşadığını görmek, insanı hem şaşırtır hem de kendi değer yargılarını yeniden sorgulamaya iter.
*
Mehmet Demir
201122