1
Yorum
8
Beğeni
5,0
Puan
183
Okunma

Hava buz gibi soğuktu , alıp verdiği her nefes havada buharlaşıyordu , elini cebine attı , sigarasını dudağına koydu, karşısında kendisi gibi ıssız bir şehrin aysız gecesi duruyordu Şehir, koyu bir mürekkep lekesi gibi denize doğru kıvrılıyordu. Rıhtımda, tahta iskelenin çürümüş tahtaları üzerinde duran şair, başını kaldırıp boşluğa baktı. Gökyüzü, simsiyah bir kadife gibi gerilmişti üstünde. Ay yoktu... Olmaması gereken bir eksiklikti bu, bir yüzün yarısının karanlığa gömülmesi gibi. Bulutlar çekilmiş, yıldızları bile silik ve ürkek bırakmıştı. Bu karanlık, onun içindeki boşluğun rengiydi. Adını Ay’dan alan bir sevgiliyi özlemek için, gökyüzünün de aysız olması gerekirdi belki de. İşte o gece, kader ona bu acımasız uyumu sunmuştu.
Dalgalar, beton rıhtıma karanlığın dilini fısıldayarak vuruyordu. Her çarpışta, tahtaların altından sızan sular, kayıp bir şeyin gözyaşları gibi kumlara karışıyordu. Şair, ayaklarının altında titreyen çürük tahtaların sesini dinledi. Sanki iskele de onun gibi, bir yokluğun ağırlığı altında inliyordu. Ellerini ceplerine soktu. Paltosunun kumaşı sert, deniz rüzgarından nemliydi. Ciğerlerine çektiği hava, tuzlu bir sızı bırakıyordu içinde. Her nefes, uzaklardaki bir sahili çağırıyordu. Adını Ay’dan alan kadının soluduğu, dokunduğu, gülüşünü bıraktığı o sahili. Gözlerini kapattı. Karanlık daha da derinleşti. İçinde, sadece bir isim çınlıyordu. Ay...
Göğün kubbesi bomboş bu gece
Yıldızlar üşümüş, sönük birer nokta
Neredesin ey sevgili, ey ilk hece
Adınla ağaran o müjdeli sabah nerede ?
Rüzgar, saçlarını karıştırdı. Sanki görünmez bir el, başını okşuyor, sonra aniden çekip gidiyordu. Uzakta, denizin koyu lacivertinde, bir balıkçı teknesinin titrek feneri sallanıyordu. Bir kandil kadar cılız, kaybolmak üzere olan ışık, Ay’ın uzaklardaki varlığının işareti gibiydi. Görülebilen ama asla dokunulamayan, ulaşılamayan bir imge. Şair, elini cebinden çıkardı, avucunu boşluğa doğru uzattı. Boş avucunu yüzüne kapattı. Parmaklarının arasından, karanlığın ve denizin kokusu sızıyordu. Bu koku, onu adını Ay’dan alan sevdiğinin saçlarındaki tarifsiz kokuya götürüyor, sonra acıyla geri fırlatıyordu.
Deniz, aniden hırçınlaştı. Dalgalar daha yüksek, daha gürültülü geldi iskeleye. Çatırtılar arttı. Sanki sular gökyüzünün bu ayırt edici eksikliğine öfkelenmiş, karanlığı dövüyordu. Şair, bu öfkeyi içinde hissediyordu. Göğsündeki o tanıdık boşluk, bir kez daha genişliyor, kaburgalarını zorluyordu. Ay’ın yokluğu, sadece fiziksel değil ruhsal bir yokluktu artık. Nefes almasını zorlaştıran, kalbini sıkıştıran bir ağırlık. İskelenin ucuna doğru. bir adım daha arttı Tahtalar tehlikeli bir şekilde eğriliyor, gıcırdıyordu. Aşağıda, karanlık sular köpürüyor, kayalara açlıkla saldırıyordu. Kendini bırakma dürtüsü, bir anlık şimşek gibi çaktı zihninde. Ama sonra, sevdiğinin gülüşünü hatırladı; o gülüş ki deniz fenerinden daha güçlüydü içindeki karanlığı yarmak için.
Sen gülünce aydınlanırdı felek
Şimdi karanlık, dipsiz bir kuyu bana
Adın bir dua, bir sığınak, bir emek
Lakin uzakta, eşsiz dudaklarında...
Cebinden küçük, deri kaplı bir defter çıkardı. Sayfaları nemden dalgalanmıştı. Kurşun kalemi, ıslak parmakları arasında kaydı. Boş bir sayfayı aydınlatmak için yanında fener yoktu. Zaten ne yazacaktı? Kelimeler, bu derin özlemin yanında sığ ve renksiz kalıyordu. Defterin kenarına, parmağının ucuyla bir şeyler çizmeye çalıştı. Bir hilal. Yarım bir daire. Eksik bir çember. Tıpkı hayatı gibi: Tamamlanmamış, bir yarısı sürekli karanlıkta kalmış. Defteri kapadı. Kalemi, karanlığın içine, denizin sesine doğru fırlatmaya kalktı. Ama yapamadı. Kalem, cepte bir yüktü belki, ama adını Ay’dan alan sevdiğine dair son somut bağlarından biriydi. Çürük tahtaya çöktü. Sırtını sert, nemli bir direğe dayadı. Gözlerini, o dipsiz, aysız gökyüzüne dikti. Bu bakış, bir sual, bir isyan, bir yakarıştı. Sessiz bir çığlık gibi...
Aniden, uzak bir kıyıdan, bir köpeğin havlaması duyuldu. Sonra bir motor sesi. Günlük hayatın sıradan uğultuları başlıyordu. Sabah yaklaşıyordu. Gökyüzünün kadifesi, kenarlarından soluk bir griye çalmaya başlamıştı. Ama bu, bir aydınlık değildi henüz. Geceyi kovmayan, sadece yorgunluğunu belli eden bir renk değişimi. Şair, bu alacakaranlığın içinde daha da görünmez olduğunu hissetti. İskelenin üzerinde, denize bakan silueti, karanlıkla bütünleşmiş, bir taş yığınına dönüşmüştü. İçindeki özlem ise, sabahın bu solgun ışığıyla birlikte daha da keskinleşiyordu. Güneş doğsa bile, onun için gecenin bitmeyeceğini biliyordu. Çünkü Ay, gökyüzünde değil, yüreğindeki karanlıktaydı artık.
Ayaklarının ucundaki karanlık sulara baktı. Dalgalar, ayaklarının altındaki tahtaları yalıyor, çekiliyor, sonra tekrar geliyordu. Bir davet gibiydi. Suyun çağrısını duyuyordu: Gel, bu boşluğu doldur. Gel, sessizliğe karış. Bir an için, bedenini öne doğru verdi. Soğuk suyun buğusu yüzüne çarptı. Sonra, içinde bir titreşim oldu. Sevdiği kadının bir sabah vakti, güneş denize vurmadan önce, uykulu gözlerle ona bakarken söylediği sözler hatırına geldi: "Her gece biter, şiir yazan yürekler için..." Geri çekildi. Tahtalar gıcırdadı.
Sabah yaklaşır, soluk bir ağıtla,
Gece bitmez, içimdeki kuyuda.
Ay adınla yanar yüreğimde korla...
Defteri yeniden çıkardı. Işık yoktu, görmeden yazdı. Parmakları, sayfanın üzerinde kör bir örümcek gibi gezindi. Mürekkep değil, hislerle, özlemin karanlık mürekkebiyle karaladı boşluğu. Yazdığı şey okunaksızdı, belki de sadece denizin anlayabileceği bir dildeydi.
Gökyüzü artık açık griye dönmüştü. Şehrin siluetleri belirginleşiyor, martı çığlıkları havayı dolduruyordu. Ama şairin üstüne çöken yük, daha da ağırlaşmıştı. İskeleden ayrılırken, her adımı çamura saplanmış gibiydi. Sırtında, sadece paltosunun ağırlığı değil, bütün bir aysız gecenin, bütün bir ömrün özleminin kara yükü vardı. Dönüp son bir kez baktı denize. Bakışlarının düştüğü yerde, küçük bir köpük halkası genişliyor, sonra kayboluyordu. Ay’ın yokluğu, o halkanın içinde sonsuza kadar genişleyecekti artık.
Geriye kalan, sadece içinde hiç batmayan bir aysız’ lığın ezici gölgesi ve dudaklarında, bir daha asla söylenemeyecek bir ismin sessiz yanığıydı.
Denizin beklediğinin Ay’dı, onun sevdiği elbet bir gün geri dönüp aydınlatacaktı sularını ama şairin gökyüzü ne zaman aydınlanacaktı ?
Çağdaş DURMAZ
5.0
100% (3)