3
Yorum
12
Beğeni
0,0
Puan
132
Okunma

Sokağın en ucunda, zamanın unuttuğu bir ev vardı… Duvarları dökülmüş, pencereleri çoktan kırılmış, kapısı bile rüzgarın insafına kalmış. İçeride, rüzgarın bile ürkerek girdiği bir köşede ihtiyar yaşardı. Adını bilen yoktu, geçmişini soran çıkmazdı. Ama herkes onu aynı şekilde hatırlardı, Yamalı ceketi, yere düşmeyen sigarası ve sürekli kaçan gözleriyle.
Her sabah şafakla birlikte çıkardı o metruk evinden. Elindeki eski bir torbayla aynı sokakları arşınlar, marketlerin çöplerinde işe yarar bir şey var mı diye bakar, sonra ağır adımlarla kendine ait o metruk karanlığa geri dönerdi. İnsanlar nedense onun yanından geçerken gözlerini kaçırırdı. Birisinin ona seslenmesi, selam vermesi,hele hal hatır sorması neredeyse mucize olurdu.
Ben ise onu hep aynı bankta bir başına otururken görürdüm, sanki bu dünyadan değil de dünyaya geçerken uğramış sıradan birisi gibiydi. Yüzündeki o çizgiler, kelimeleri gereksiz kılacak kadar derindi. Birkaç kez bakıştığımız oldu ama o hemen başını eğip sigarasının ucuna saklanırdı.
Kış yine iyiden iyiye çökmüştü, hava ise ayazdan adeta bıçak gibi kesiyor, nefes almak bile artık fazlasıyla acı veriyordu. Her bacadan dumanlar tütüyor, sokaklar ise buz tutuyordu. Ama ihtiyarın yaşadığı ev hep karanlıktı, hep ışığa hasretti sanki içinde bir hayat değil, sadece bir sessizlik vardı.
Bir gün geçti, iki gün geçti… Onu sokakta görememiştim her zaman oturduğu o bankta boştu, torbası yoktu, sigarasını tüterken de görünmemişti hiç bir yerde görünmüyordu. İçimi birden bir sıkıntı kapladı ama “Belki başka yere gitmiştir.” diye avutuyordum kendimi.
Üçüncü gün kapı gürültüsüyle sarsıldı sokak birde çıkıp baktım sokakta birkaç meraklı komşu ve polisler metruk eve doğru yürüdü. Ben de aralarına katıldım, kapıyı açtıklarında içeriden soğuk bir boşluk çöktü dışarıya. Kendimi geri çekemedim. İçeri girdiklerinde bir süre sessizlik oldu, sonra birisi “Buldum!” diye bağırdı.
İhtiyar, duvar dibinde öylece yığılmıştı. Üzerindeki yamalı ceketin çoğu yeri sökülmüştü. Elleri buz kesmişti. Ambulansta sedyeye alırken gözleri kapalıydı ama sanki hala bir şey söylemeye çalışıyordu.
Polis sordu, bu adamı tanıyan var mı ya da Akrabası?”
Kimse cevap vermedi çünkü o koca sokaktan bir tek ses çıkmadı.
Dayanamadım, “Ben tanıyorum.” dedim.
Tanımıyordum aslında… Ama yalnız bırakmaya da vicdanım el vermedi.
Ambulansa bindim. Sirenler çığlık çığlığa hastaneye doğru ilerlerken ihtiyar titrek bir nefes alıyor, bazen anlaşılmaz sesler çıkarıyordu. Doktorlar koşturdu, serum taktılar, sonra yoğun bakıma götürdüler. Ben kapının önünde kaldım… İlk kez gerçekten orada olduğumu hissettim.
Bir süre sonra hemşire elinde bir poşetle geldi...
“Eşyaları bunlar.” dedi.
Poşetin içindeki birkaç kırıntı eşya… Bir kalemtıraş, eski bir fotoğraf, bir çorap, bir de yamalı ceket. Ceketi elime alınca içimden bir şey koptu. Kumaş soğuktu ama sanki yılların yalnızlığına tanıklık etmişti. Ürperdim, titredim, insanlığım utandı, ben utandım.
Kısa süre sonra doktor geldi. Sessizliğiyle her şeyi anlattı. Başını eğdi ve gitti.
Yoğun bakım kapısı açıldığında ihtiyarın yüzünü son kez gördüm. Başını yana düşürmüş, gözleri artık kapalıydı. Sanki yıllardır konuşamadığı tüm sözleri içine gömmüş, sessizce veda etmişti hayata.
Bir çığlık koptu içimden, ama dışarı çıkmadı. Boğazıma düğümlendi.
O an anladım ki giden sadece bir insan değildi… Giden, bu sokaktan eksilen “insanlık”tı.
*
Mehmet Demir
271114
"Gerçekten yaşanmış ve tanığı olduğum bir hayattan bir bölüm"