0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
77
Okunma
Ortaokul birinci sınıfa yeni başlamıştık. Sınıfımız çok kalabalıktı, çünkü o zamanlarda her köyde ya da beldede ortaokul olmadığı için öğrenciler yatılı okullara gitmek zorunda kalıyordu. Benim de okuduğum okul bir yatılı okuldu. Bu okula gelen öğrenciler genelde kendi köylerinde en başarılı olanlardı, çünkü aksi takdirde zorlu sınavı kazanmak neredeyse imkansızdı. Her yıl yalnızca altmış kişilik kontenjan belirlenirdi, ama sınava yüzlerce öğrenci girerdi.
Sınıfta, önümde oturan sessiz ve sakin bir çocuk vardı: Çetin. Esmer tenli, sınıfa göre kısa boylu ve oldukça zayıf bir öğrenciydi. Genelde gri takım elbisesini ve sarı gömleğini giyerdi; gömleğin uzun yakalarından dolayı altına taktığı kravat neredeyse görünmezdi. Çetin’in dolabında bir beyaz gömleği de vardı ama onu pek tercih etmezdi. Sarı gömleği adeta onun simgesi olmuştu.
İki aydır aynı sınıftaydık, ama onunla neredeyse hiç konuşmamıştım. Çetin derslerine odaklanır, yalnızca yanında oturan sıra arkadaşıyla kısa sohbetler ederdi. Öğretmenlerin sorduğu sorulara cevap vermediği gibi, sınıfta pek kimseyle iletişim kurmazdı. Sanki kendine ördüğü görünmez bir duvarın arkasında yaşıyordu.
Matematik derslerimiz oldukça hareketli geçiyordu. Öğretmenimiz genelde çalışkan öğrenciler yerine sessiz kalanları derse katılmaya teşvik ederdi. Bir gün üçgenlerin iç açılarının toplamıyla ilgili bir konu işleniyordu. Tahtada çözülen bir soru için birçok öğrenci parmak kaldırırken, Çetin’in sıra arkadaşı ona sorunun cevabını sordu. Çetin kısık bir sesle ona anlatmaya çalışırken öğretmen aniden dikkatini Çetin’e çevirdi.
“Hey sen sarı gömlekli! Ben burada ders anlatıyorum, sen orada ne konuşuyorsun? Derse katılmak yerine sohbet mi ediyorsunuz?” diye sert bir şekilde çıkıştı. Çetin’in yüzü kızardı, gözlerini yere indirdi. Özür bile dilemedi; sessizliği, çekingenliğinin bir göstergesiydi.
Bir süre sonra, arkadaki bir öğrenci yine Çetin’e sorunun cevabını sordu. Çetin bu kez cevap vermeden kalmayı tercih etse de, öğretmen onu fark etti. “Sarı gömlekli, gel bakalım tahtaya! Madem bu kadar biliyorsun, soruyu sen çöz!” dedi.
Çetin tahtaya çıktı. Ellerini hafifçe titretse de sorunun cevabını doğru yaptı. Öğretmen sinirlenmişti. Daha zor bir soru sordu: “Peki bunu da yap bakalım!” Çetin hiç tereddüt etmeden o soruyu da çözdü. Öğretmen, şaşkınlığını bastıramadan başka bir soru sordu, ama Çetin onu da doğru yaptı. Sınıfta çıt çıkmıyordu. Öğretmenin haksız bir tokat atışı sınıfta yankılanırken, sessizce yerine geçti. Öğretmen arkasından hala bağırıyordu. "Sorunun cevabını biliyor olman derste konuşacağın anlamına gelmez." Çetin o andan sonra matematik derslerinde konuşmayı tamamen bıraktı.
Ancak Çetin’in başarısı durdurulamazdı. Yazılı sınavlar başladığında, herkes onun notlarına hayran kaldı. Matematik sınavlarından sürekli 100 alıyordu. Sene sonuna doğru öğretmen, yaptığı hatayı anladı ve sınıfın önünde şu açıklamayı yaptı:
“Arkadaşlar, benim dersimden 100 almanız için adınızın Çetin olması gerekiyor. Çetin arkadaşınızı tebrik ediyorum.”
Bu sözler, Çetin’in içindeki ışığı yeniden yaktı. Yavaş yavaş derse katılmaya başladı. Artık sınıfın en çalışkan ve en saygı duyulan öğrencilerinden biriydi.