1
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
98
Okunma
Sokaktan ayrılıp eve dönerken merdivenlerin pas kokusu yüzüme vurdu. Basamaklara bastıkça içimde bir yer yine çöktü. Sanki her adımda altımdan çekilen görünmez bir zemin vardı. Merdiven boşluklarında biriken sessizlik kendimi hatırlamadığım eski bir güne benziyordu. Bir kat yukarı çıkarken nefesim daraldı. Yorgunluk değildi bu. Birinin yıllar önce içime yerleştirdiği ve zamanı geldiğinde kabaran bir yük gibi. Beni hep yanlış yerde bulup çöken bir ağırlık.
Anahtarı çıkarmak için çantama elimi uzattığımda parmak uçlarıma biraz titreme karıştı. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama o anda bile kırk ikindi ağrısı yer değiştirdi sanki. Göğsümden boğazıma taşındı. Sanki biri orada yağmurlu bir düğüm tutuyordu. Hiç çözülmeyen. Hiç çözülmek istemeyen.
Kapıyı açtığımda içeride beni karşılayan ilk şey karanlık olmadı. Karanlığın bile çekildiği bir boşluktu. Oda kendini toplamamış. Ben de toplamamışım. Perdeler yine yarım kalmış. Masanın üzerinde dün bıraktığım su bardağındaki iz bile bana yabancı gelmiş. Bardağın ağzında kurumuş bir hüzün gibi bir şey vardı. Elimi uzattım. Bardak sanki kırılmamak için kendini geriye çekti.
Halıya oturdum. Yere çömelmek bazen insanın sırtını dinlendirir. Bazen de içindeki bütün ağırlığı daha fazla duyurur. Ben ikinci olanlardanım. Ellerimi dizlerime koydum ve etrafı seyrediyormuş gibi yaptım. Oysa tüm dikkatim içimdeki uğultudaydı. İçimdeki yağmur. Dışarı yağmıyor ama içimde damlıyor. Dışarıda fırtına yok ama içimde gök gürlüyor.
Bazen düşünüyorum. İçimdeki bu ağır ses nereye kadar taşınır. Bir insan içindeki mevsimle kaç yıl yaşar. Kırk ikindi bir gün diner mi. Yıllardır benle birlikte büyüyen bu iç yağmuru bir sabah ansızın çekilip gider mi. Yoksa ben onunla bir bütün haline geldim de farkında değil miyim.
Yere oturmuşken gözüm duvarla tavanın birleştiği çizgiye takıldı. Çizgi dediğime bakma. Orası bile eğri. Benim hayatım gibi. Benim kalbimin ritmi gibi. Düz giden hiçbir şey yok bende. Bir tek acılarım düzenli. Onlar hep zamanında gelir. Hep aynı saatlerde ürperir.
Oturduğum yerden kalkmaya çalıştım ama göğsümde birden bire eski bir sızı kıpırdadı. Kırk ikindinin belki de en tanıdık yanı buydu. Bir sır gibi. Bir yara gibi. Bir anda yer değiştirir. Nerede duracağı belli olmaz. Bir an sağ yanağıma çarpar. Bir an sol kaburgama. Bir an yıllardır konuşmadığım biri gibi sessizce arka cebime çöker.
Pencerenin kenarına gittim. Dışarıdaki hayatın beni beklemediğini biliyordum. Kimse beklemiyordu. İnsan bazen kendi gölgesine bile geç kalıyor. Perdeleri araladım. Sokağı izledim. Bir çift yürüyordu. Bir çocuk bisikletiyle geçti. Bir kadın elinde poşetle eve dönüyordu. Hepsi aynı akışın içindeydi. Sanki dünya kendi ritmini hiç aksatmıyordu. Benim ritmim bozulmuş olsa bile.
Bir an düşündüm. Bu şehirde kaç kişi kendi kırk ikindisiyle dolaşıyor. Kaç kişi içinin yağmurunu kimseye söylemiyor. Kaç kişi görünmez mevsimlerin içinde kayboluyor. Belki hepimiz aynı gölgede yürüyoruz ama birbirimize bakmıyoruz.
Pencereden uzaklaştım. Koltuğa oturdum. Ellerim birbirine kenetlendi. Birkaç dakika hiç hareket etmedim. Çünkü içimde bir yerde bir şey çok yavaşça düşüyordu. Bir hatıra. Bir nefes. Bir zaman. Bir isim belki. Bir iz. Düştü. Ses çıkarmadan. Sadece karartarak.
Gözlerimi kapattım. Kırk ikindinin içimde nasıl dolaştığını dinledim. İnan bana Didem, bazen bu ağrı bile bana eşlik eden tek şey oluyor. Bazen dost gibi. Bazen düşman gibi. Ama hep orada. Hep aynı yerde. Hep yeniden kabarıp yeniden çekilen bir iç yağmur gibi.
Ve o an bir şey fark ettim.
Ben bu ağrıyla yaşamayı öğrenmişim.
Onu saklamak yerine onunla aynı odaya oturmayı.
Onu kovmak yerine aynı sandalyeye yaslanmayı.
Belki de bu yüzden eksiğim.
Belki de bu yüzden tamamlanmıyorum.
Belki de kırk ikindi benim hiç geçmeyen mevsimim.
Dışarıda gün yavaşça çökerken içimdeki karanlık yer değiştirdi.
Kıpırdadı.
Ama tamamen gitmedi.
Benim hikayem böyle ilerliyor Didem.
Yağmuru dışarıda değil, içimde taşıyan biri gibi.
Her adımda biraz daha ağırlaşarak.
Her nefeste biraz daha eksilerek.
Ama yine de yürüyerek.
5.0
100% (1)