Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
emin çelikli
emin çelikli

İsli Duvarlar ve Kayıp Geyikler

Yorum

İsli Duvarlar ve Kayıp Geyikler

( 2 kişi )

2

Yorum

8

Beğeni

5,0

Puan

194

Okunma

İsli Duvarlar ve Kayıp Geyikler


Şafak, sökmekle sökmemek arasında direniyordu. Gökyüzü bildiğimiz maviliğinden soyunmuş, nadir bulunan, zehirli ve büyüleyici bir lalenin siyah yaprakları arasına hapsolmuş gibiydi. Işık, dünyayı aydınlatmak için değil, o lalenin siyahında boğulmak için geliyordu sanki. Ufuk çizgisi, çölün ortasında asırlardır nöbet tutan yaşlı bir kaktüsün dikenli sırtından ibaretti. Güneş, işte o kaktüsün hemen arkasından, isteksiz, yorgun ve kan çanağına dönmüş bir göz gibi doğuyordu.

Bizim evimiz, zamanın ve coğrafyanın unuttuğu bu kurak düzlüğün ortasında, modern dünyadan kopuk, sanki bir orta çağ rahibinin çilehanesiydi. Yaşamak, bizim için nefes alıp vermekten öte, o rahibin üzerine giydiği kaba kumaştan, ağır ve kasvetli kisveye bürünmekti. Dünya dönüyordu belki ama bizim zamanımız, o kisvenin ağırlığı altında ezilip kalmıştı.

Evin içinde ise bambaşka bir ayin vardı. Dışarıdaki siyah şafağa inat, içeride yaşamı damla damla var eden bir kadın... Annem. Yokluğun ve kıtlığın ortasında, kurumuş topraklara inat filizlenen bir mucize gibiydi. Biz açtık, biz üşüyorduk ama o, göğüslerinden sadece süt değil, evlatlarının ruhuna ışıklar sağıyordu. Onun varlığı, karanlık odamızın tek kandiliydi.

Biz, o izbe odanın içinde, yokluğun girdabında birbirine dolanmış beş can damarıydık. Kardeşlerim ve ben, yoksulluğun etimizi kemiğimizi sıktığı o girdapta, birbirimize tutunarak hayatta kalmaya çalışıyorduk. Beşimiz de tek bir yüreğin atışı, tek bir vücudun sızısıydık.

Babam ise o odanın en puslu köşesiydi. Bir gölge gibi, varlığıyla yokluğu arasında gidip gelen, kelimelerden çok suskunluğuyla konuşan bir adam... Ağzından düşürmediği sigarası, onun dünyayla kurduğu tek köprüydü sanki. Dumanlar yükselirdi başının üzerinden; her bir duman halkası, söyleyemediği, içinde yuttuğu, belki de küfürle başlayıp hıçkırıkla biten o "puslu heceleri" taşırdı tavana. O sustukça, dumanlar konuşurdu.

Evin duvarları isliydi. Soba tütmüştü yıllarca, babamın sigarası tütmüştü, bir de yüreğimizin yangını tütmüştü o duvarlara. Siyah, gri, kirli bir tabaka kaplamıştı her yanı. Ama biz o kiri görmezdik. Çünkü biz, o isli duvarları türkülerle yamardık. Birimiz bir bozlak tutturur, diğeri bir ağıt yakar; sesimiz o çatlakları, o soğuk taşları örterdi. Yoksulluğun deliğini türküyle kapatır, soğuğu ezgiyle ısıtırdık. Belki de bu yüzden, penceremizden içeriye dolunay hiç vurmazdı. Bizim gecelerimiz, dışarıdaki aydan medet ummayacak kadar kendi karanlığına ve kendi iç ışığına alışkındı. Dolunay, bizim isli camlarımızdan içeri sızmaya cesaret edemezdi.

Dışarıda hayat, bir akrebin kuyruğunda saklıydı. Çorak toprağın üzerinde yürürken her an tetikte olmak gerekirdi. Akrebin o sinsi, o ani, o ölümcül manevrası; sadece biz çocukları değil, toprağa düşen kuru yaprağı bile ürkütürdü. Ölüm, kuyruğunun ucunda taşıdığı zehirle her taşın altında bizi beklerdi. Bu korku, genlerimize işlemiş bir miras gibiydi.

Ben, hüznü güllerin solgun mateminden öğreniyordum. Bahçemizde açmaya çalışan cılız güller, susuzluktan boyunlarını büktüklerinde, o kadifemsi yaprakların yere düşüşündeki kederi içime çekiyordum. Büyüyordum. Büyüdükçe ellerim sertleşiyor, tırnaklarımın arasına o esrarlı toprak doluyordu. Şimdi, o kuraklığın ortasında, sanki altında bir hazine ya da bir lanet varmışçasına pençeliyorum toprağı. Tırnaklarımla kazıyorum kaderimi.

İçimde bir yangın var; yılların, yoksulluğun ve o isli duvarların biriktirdiği bir yangın. Bağrıma sızan sular, içtiğim ırmaklar, üzerime yağan yağmurlar... Hiçbirinin haberi yok bu yangından. Su değdiği yeri serinletir sanırlar ama benim içimdeki kor, suya değdikçe daha da harlıyor, tıslayarak buharlaşıyor.

Artık o evden uzağım ama o ev benim içimde. Başımı kaldırıp göklere bakıyorum; özgürlük arıyorum, ferahlık arıyorum. Ama gökyüzü yerine, kuşlar tünüyor gözüme. Kirpiklerimin arasında kanat çırpıyorlar, bakışlarımı perdeleyen birer gölge oluyorlar. Ufka bakmak istediğimde, gözbebeklerime konmuş o kuşların ağırlığını hissediyorum.

Hayalimde, limanlara zincirlenmiş, pas tutmuş, yosun tutmuş o demirli gemileri çözüyorum. Halatları koparıyor, onları azgın sulara salıyorum. Gitmek istiyorum, çok uzaklara, o akrebin manevrasının ve isli duvarların olmadığı diyarlara...

İnsanlar yüzüme bakıyor. Bakışlarında bir acıma, bir irkilme seziyorum. Yaraya bakar gibi bakıyorlar yüzüme. Sanki alnımda, yanaklarımda o çocukluğun izleri, o isli duvarların karası, babamın sigarasının pusu duruyor. "Yapmayın," demek istiyorum. "Beni bir kurban, bir yaralı ceylan gibi görmeyin." Çünkü ben, sandığınız o kırılgan çocuk değilim artık.

Ben, fırtınalar hapşıran dağlardan geliyorum. Rüzgârın kayaları dövdüğü, karın ve boranın nefes kestiği o sert coğrafyanın oğluyum. Ciğerlerimde dağ havasının keskinliği, öfkemde fırtınaların gücü var.
Şimdi dudaklarımdan dökülenler, ne o eski türküler ne de çocuksu dualar. Gri, tozlu, boz mısralar esiyor ağzımdan. Rengi solmuş, zamanın değirmeninde öğütülmüş, tadı kekremsi şiirler... Etrafımdaki yaşlılar, o "büyüklerim", yerdeki karıncalar gibi telaşlı. Mahşeri anlatıyorlar bana, kıyameti, sonu... Oysa ben kıyameti o isli odada, babamın sustuğu, annemin ışık sağdığı o gecelerde çoktan yaşadım.

Beni anlamak istiyorsanız, acılar ormanına gelmelisiniz. Ama dikkat edin, o ormanı benim budağımdan aşılamanız gerekir. Benim gövdemdeki yaradan, benim dalımdaki kırıktan filizlenir ancak o acı. Ve şimdi, o ormanın derinliklerinde, kurumuş bir pınar başında bekliyorum nicedir...

Çok uzun zamandır, susuzluktan kavrulsam da, o berrak pınara inmiyor geyiklerim. İlhamın, masumiyetin ve huzurun o ürkek geyikleri, içimdeki yangını ve gözümdeki fırtınayı görmüş olmalılar ki, artık suyumdan içmeye gelmiyorlar. Ben de o pınarın başında, dudağımda gri mısralar, gözümde tüneyen kuşlarla, akrebin son manevrasını bekler gibi bekliyorum.


www.edebiyatdefteri.com/siir/1561930/akrebin-manevrasi.html


Emin çelikli





Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (2)

5.0

100% (2)

İsli duvarlar ve kayıp geyikler Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz İsli duvarlar ve kayıp geyikler yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
İsli Duvarlar ve Kayıp Geyikler yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
C.Mıhcı
C.Mıhcı, @c-mihci
26.11.2025 14:41:27
Kaleminize sağlık şair dost

Selamlar .
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL