0
Yorum
2
Beğeni
5,0
Puan
96
Okunma
Bahçedeki hurma ağaçlarının camlara vuran yaprak hışırtısı…
Bazen bir ses, bütün bir hayatı geri getirir ya, işte o hışırtı benim için tam olarak öyle. Ne zaman duysam, Jeddah’ta yaşadığım o günlere bir kapı açılıyor içimde; rüzgârın hafifçe tenime dokunduğu, kanaryaların ince sesinin gölgeme karıştığı o sakin, huzurlu günlere.
Orada yaşarken, yabancı bir ülkede değilmişim gibi hissederdim.
Sanki şehir, beni kendi dokusuna katmış; sokaklarıyla, kokularıyla, ışıklarıyla sessizce bağrına basmıştı.
Sonradan fark ettim ki, Jeddah’ın bana hissettirdiği en güçlü şey aitlikti.
Belki de bu yüzden bugün içimi böylesine özlem yakıyor.
Caddeleri hâlâ gözümün önünde…
Dünyanın her ülkesinden, her dilinden, her renginden insanın yan yana yürüdüğü, karış karış kozmopolit bir dünya…
Bir yanından Filipinli bir hemşire geçer, diğer yanından Pakistanlı bir esnaf, biraz ötede Afrika’dan gelen bir aile çocuklarıyla gülüşerek yürürdü.
Her adımda başka bir hikâye vardı.
Her yüz, başka bir ülkeden kopup gelmiş bir yaşam taşırdı.
Parklara gidince bu çeşitlilik daha da belirginleşirdi.
Çocukların birbirini hiç tanımadan, aynı dili bile konuşmadan oyun diliyle anlaşmaları beni hep büyülerdi.
Ama en çok da küçük kızların oğluma olan sevgisi…
O mini minnacık kız çocukları, oğlumu görünce gözleri parlar, yanaklarına sarılıp:
“Nunu habibi… nunu habibi…”
derlerdi.
“Minik sevgilim” anlamındaki bu sözleri söylerken, oğlumu bir türlü bırakmaz, koklar, öper, gülerek etrafında dönerlerdi.
Onların o içtenliği, o samimiyeti hâlâ içimde ince bir sızı bırakır.
Ve o kum…
Ne tuhaf bir şeydi Jeddah’ın kumları.
Parkta biraz oynasın yeterdi, çorabının içine öyle bir işlerdi ki…
Makineye kaç kere atsan çıkmaz,
ne kadar yıkasan yine de bıraktığı iz kalırdı.
Sanki o kum, “Ben de bir hatırayım” der gibi inatla orada dururdu.
Bugün bile çorabın içindeki o kum tanelerini hatırlayınca içim titriyor.
Küçük ama unutulmaz bir ayrıntıydı.
Elbette zorlukları da vardı.
Bitmek bilmeyen kum fırtınaları…
Göz gözü görmeyen, nefesini bile dolduran o sarı sis…
O zaman şikâyet ederdim; şimdi ise tuhaf bir hasret duyuyorum.
İnsan ne garip…
Bir zamanlar kaçmak istediği sahneleri bile yıllar sonra özlemle anıyor.
Sahilde yaptığımız akşam yemekleri,
o tuz kokulu rüzgâr,
dalga sesinin eşlik ettiği sohbetler…
Suk Şatide mağaza mağaza dolaşırken duyduğum kalabalık enerjisi,
yabancı ama içten bir dünyanın içinde kaybolma hissi…
Hepsi şimdi hafızamda bir film şeridi gibi akıyor.
Ah jaddah…
Ah Jeddah…
Şimdi adını içimden her geçirdiğimde,
sanki kalbimin bir köşesine sıcak bir dokunuş bırakıyor.
Yaşarken anlamadığım, döndükten sonra değerini kavradığım onlarca anı…
Hepsi birer birer dönüyor zihnime.
Bazen gözlerimi kapatıyorum ve rüzgârın, kanaryaların, hurma ağaçlarının sesini hatırlayıp ‘keşke’ diyorum…
Keşke bir günlüğüne bile olsa geri dönebilsem.
Çünkü orada yaşadıklarım sadece bir dönem değil,
bugün bile kalbimin en derin yerinde yaşayan bir parçam.
Ve ben…
O şehrin bana kattığı her şeye,
her sesine, her rengine, her kum tanesine hâlâ özlem duyuyorum.
meyra
5.0
100% (1)