3
Yorum
14
Beğeni
5,0
Puan
141
Okunma
Boğazın üstünde bir gün vardır; takvimden kopup rüzgâra karışmış, kimsenin sahiplenmediği, kimsenin tam anlamıyla anlayamadığı.
Hani sanki martıların bile izin alıp uçtuğu, dalga seslerinin kendi kendine düşündüğü bir gün.
İşte o gün, insan kendi içine yürür;
adımlarını suya basar da, iz bırakmadan ilerler.
İstanbul’dur ama değil, senindir ama hiç kimsenindir;
öyle garip, öyle tanıdık bir tezatın koynunda salınır zaman.
Mesela bir vapur düdüğü çalar, sanki hayat “devam et” der.
Bir simitçinin sesi yükselir, “daha anlatacaklarım var” imasıyla.
Sen ise dalgaların diliyle konuşmayı yeni öğrenmiş bir çocuk gibi,
her şeyi anlamak istersin ama hiçbir şeyi fazla kurcalamadan.
Boğazın üstünde yalnız bir gün, özgürlüğün en sade hâlidir.
Çay bardağının buğusuna bile dokunmadan,
kendini hayatın kıyısına iliştirirsin.
Bir banka oturursun; bank senin günahını bilmez, sevabını umursamaz.
Yalnızca ağırlığını taşır:
kendini ne kadar taşıyabildiğini ölçen bir tartı gibi.
Bu şehir, insana iki şeyi aynı anda öğretir:
Hem kalabalığın ortasında yapayalnız kalmayı,
hem de yalnızlığın içinde koskoca bir kalabalığı saklamayı.
Bir nevi ironi, bir nevi aforizma;
yürüdükçe cebinde çoğalan cümleler.
Kendine yaklaştıkça şehir senden uzaklaşır.
Kuleler, minareler, sarı dolmuşlar,
hepsi birer figüran olur.
Asıl sahneyi sen doldurursun.
Günlerdir konuşmadığın yanın,
işte bu manzara karşısında söze gelir:
“Biraz dur, biraz düşün,
biraz da akışa bırak kendini.”
Çünkü bazen insanı iyileştiren şey,
doktorlar ya da büyük laflar değildir;
bazen sadece bir dalga sesi,
bir vapur iskeleye yanaşırken çıkan o metalik tını,
bir de rüzgârın yakana iliştirip götürdüğü hafif bir umut kırıntısıdır.
Boğazın üstünde yalnız bir gün,
hayata söylenmiş en sade kafa tutuşlardan biridir aslında:
“Ben buradayım, kimse fark etmese de.”
Ve dünya, senin bu sessiz dik duruşuna küçücük bir tebessümle karşılık verir.
İnsan o gün anlar ki
bütün yalnızlıklar biriktirilmiş cümlelerdir.
Ve her cümle, bir yere varmak zorunda değildir.
Kimi cümleler sadece akmak için vardır;
tıpkı Boğaz gibi, tıpkı zaman gibi, tıpkı senin gibi.
Sonunda gün, usulca kıyıya yanaşır.
Martılar susar, insanlar telaşına döner,
sen ise cebinde taşıdığın o küçük sessizliği eve götürürsün.
Kimseler bilmez; ama o sessizlik,
bir gün daha dayanabilmenin maaşı gibidir.
Ve böylece,
boğazın üstünde yalnız bir gün,
insana kendi içine dönebileceği bir yolculuk hediye eder:
Ne kalkış saati bellidir bu yolculuğun,
ne varış noktası.
Ama bilirsin,
gidebildiğin en uzak yer her zaman kendindir.
O yüzden, bazen en büyük keşif,
insanın kendi kıyısına ayak basmasıdır.
Deniz susar, şehir susar, zaman susar…
Ve sen, nihayet kendini duyarsın.
Günün sonunda anlarsın ki,
yalnızlık bir eksiklik değil,
içinde saklı duran bir tamlık provasıdır.
Boğazın üstünde geçirilen o tek gün,
senden hiçbir şey eksiltmez;
aksine, küfredemediğin dertleri,
söyleyemediğin cümleleri,
ölçemediğin cesaretini
elimden tutar gibi yüzüne çıkarır.
Ve sen, kendi sesini ilk kez işiten biri gibi,
hem ürkersin, hem gülümsersin.
Çünkü bilirsin:
İnsan en çok kendine yakalandığında büyür.
---
Ve aniden fark edersin,
hayat dediğin şey ne Boğaz’dır ne şehir;
senin içinden geçip giden o ince sızı,
işte bütün yolculuk odur.
Bir gün yalnız kalırsın,
ertesi gün yalnızlığın senden korkar.
5.0
100% (7)