0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
78
Okunma

Bölüm 10: Geminin Doğuşu
Nehir kıyısı, sedir kütüklerinin keskin kokusu ve reçinenin yapışkan buharıyla doluydu. Taro ile birlikte yaptıkları küçük gemiye reçine sürdüler ve küçük gemi içine su almadan yüzmeye başladı. Yaptıkları küçük tekne su üzerinde kalmayı başardı.
Usta öldükten sonra, Kael, kederli ama kararlıydı. Ustasına ve Şaman’a söz vermişti. Küçük modelin işe yaramasına çok sevinerek daha büyük modelinin inşasını düşünmeye başladı.
Köylüler merakla sordular: “Neden böyle bir gemi yapıyorsun, Unami?”
Kael yanıtladı: “Büyük tufandan kurtulmak için. Hepimizi koruyacak.”
Zamanla birkaç cesur dostu yanına aldı, birlikte planlar yaptılar. Bu süreçte, ustanın kızı Lila, Unami’nin hayallerine inandı, destek verdi.
Kael, Taro’nun atölyesinin gölgesinde, büyük geminin iskeletini yükseltmeye başlamıştı. Ahşap çerçeveler, tahta kaplamalarla örülüyor, her bir tahta spiral desenlerle süsleniyordu. Gemi, modern bir tekne değil, dalgalara teslim bir tahta bir ev gibiydi; küreklerle yönlendirilecek, ama denizin akıntılarına boyun eğecekti. Kael, Taro’nun tılsımını boynunda taşıyordu, her bıçak darbesiyle ustasının sesini duyuyordu: “Daha büyük bir gemi yap, köyü kurtar.”
Kael, bir sedir tahtasına yontarken ter alnından süzülüyordu. Köylüler, nehir kıyısında toplanmış, bazıları hayran, bazıları alaycı gözlerle izliyordu. Genç bir balıkçı, Sero, kollarını kavuşturmuş, sesini yükseltti. “Kael, bu ne böyle? Denizle mi dans edeceksin? Tsunami gelir, bu tahta yığını seni kurtarmaz!”
Kael, bıçağını tahtaya sapladı, başını kaldırdı. “Sero, korkuyorsan, gölgede otur,” dedi, sesi sakin ama keskin. “Annem beni bir sepetle kurtardı. Bu gemi, köyü kurtaracak.” Köylüler arasında mırıltılar yükseldi; bazıları baş salladı, bazıları kaş çattı.
Runa, bir kütüğü yuvarlayarak yaklaştı, gülümsedi. “Kael, Sero’ya kulak asma. Taro’nun çırağısın, bu gemi yürüyecek.” Kael, Runa’ya minnettar bir bakış attı, ama gözleri nehrin ötesindeydi, dalgaların fısıltısındaydı.
Lila, elinde bir sepet yosun çorbası ve su kabıyla geldi. Siyah saçları, rüzgârda dalgalanıyor, gözleri Kael’in yorgun yüzüne şefkatle bakıyordu. “Ye bir şeyler, denizin oğlu,” dedi, sesinde muzip bir sıcaklık. Sepeti yere bıraktı, geminin iskeletine yaklaştı. “Büyümüş bu, ama… eksik.”
Kael, kaşlarını kaldırdı, çorbayı alırken gülümsedi. “Eksik mi? Ne eksik, Lila?”
Lila, tahtalarda gezindi, parmakları spiral desenlere dokundu. “Bu gemi, sadece yüzmemeli. Bir yuva olmalı. İçine bir oda yap, Kael. Bir masa, hasır yataklar. İnsanlar, dalgalarda sadece kurtulmaz, yaşar.” Gözleri parladı, sanki gemiyi zihninde canlandırmıştı. “Ve şuraya… bir ateş yeri. Ruhları çağırır.”
Kael, Lila’nın sözlerini içti, zihninde bir resim canlandı. “Ruhları çağırır…” mırıldandı, Taro’nun tılsımına dokundu. “Rüyamda, gemi böyleydi. Spiraller… ateş… bir ev gibi.” Lila’ya baktı, yanakları kızardı. “Sen… bunu nasıl bildin?”
Lila, omuz silkti, gülümsedi. “Babam derdi ki, bir ev, kalbin olduğu yerdir. Senin gemin, köyün kalbi olacak.” Kael, Lila’nın gözlerinde bir ışık gördü, kalbi hızlandı. İlk kez, tsunami korkusu bir anlığına silindi.
Köy, gemiye bölünmüştü. Yaşlı Nia, saz bağlarıyla yardım etti, mırıldandı: “Ruhlar, bu gemiyi korusun.” Çocuklar, tahtalara desenler çizdi, kahkahaları nehirde yankılandı. Ama Sero ve birkaç balıkçı, gölgede fısıldaştı. “Kael, Taro’nun aklını aldı,” dedi biri. “Deniz, bu oyuncağı yutar.”
Kael, her alaya inat çalıştı. Geceleri, geminin iskeletine bakar, küreklerin tahtalarını yontardı. Lila, sık sık geldi, su getirdi, bazen bir şarkı mırıldandı. Bir akşam, Kael bir tahtayı yontarken, Lila yanına oturdu. “Kael, niye bu kadar inatçısın?” dedi, sesi yumuşak. “Denizden ne istiyorsun?”
Kael, bıçağını bıraktı, saz parçasını cebinden çıkardı. “Annem… beni kurtardı, Lila. Ama köyü kurtaramadı. Tsunami geri gelecek, hissediyorum.” Gözleri, nehrin karanlık sularına kilitlendi. “Bu gemi, onun mirası.”
Lila, Kael’in eline dokundu, parmakları sıcaktı. “O zaman, bu gemiyi birlikte yapalım,” dedi, sesinde kararlılık. Kael, başını salladı, kalbi bir dalga gibi kabardı.
[Kamera: Kael’in tahtadan, geminin iskeletinin nehir kıyısında yükselişine geçiş yapar. Lila’nın sepetle gelişi, güneş ışığında saçlarının dalgalanışıyla canlanır. Köylülerin mırıltıları, çocukların kahkahaları duyulur. Son kare, Kael ve Lila’nın el ele bakışıyla, geminin silüetinin ay ışığında görünmesiyle kapanır.]
Bölüm 11: Yıldızların Vaadi
Gemi, nehir kıyısında bir anıt gibi yükseldi. Sedir çerçeveler, tahta kaplamalarla örülmüş, reçineyle su geçirmez hale getirilmişti. Desenler, tahtalarda kıvrılıyor, Jomon atalarının ruhlarını çağırıyordu. Kürekler, geminin kenarlarına dizilmiş, dalgalara karşı bir umut simgesiydi. Ama navigasyon diye bir şey yoktu; gemi, denizin akıntılarına teslim olacaktı. Kael, Taro’nun spiral tılsımını boynunda taşıyor, her adımda ustasının sesini duyuyordu: “Köyü kurtar.” Köylüler, geminin etrafına toplanmış, bazıları hayran, bazıları hâlâ şüpheliydi.
Kael, geminin iskeletine son bir tahta çakarken, güneş batıyordu. Ter alnından süzülüyor, gözleri nehrin ötesine, denizin karanlık ufkuna kayıyordu. Lila, elinde bir hasır sepet, yanına geldi. Sepette, bir süs parlıyordu; ince sazlardan örülmüş, dalgalara karşı bir tılsım gibi. “Bunu gemiye as,” dedi, sesinde sıcak bir kararlılık. “Ruhları çağırır, babam öyle derdi.”
Kael, süsü aldı, parmakları desenlerde gezindi. “Lila, sen… bunu ne zaman yaptın?” Gözleri, kızın yüzünde bir tebessüm aradı.
Lila, omuz silkti, gülümsedi. “Sen gemiyi yaparken, ben de boş durmadım. Gemi, bir yuva olmalı demiştim, değil mi?” Geminin içine adım attı, tahtaları inceledi. “Bak, şuraya bir masa koyduk. Hasır yataklar, bir ateş yeri… Köylüler, burada yaşayabilir.”
Kael, Lila’nın vizyonunu gördü: Gemi, sadece bir sal değil, bir evdi. “Haklısın,” dedi, sesi yumuşak. “Taro’nun ruhu, bunu beğenirdi.” Lila’ya döndü, cesaretini topladı. “Gel, sana gemiyi göstereyim.”
Köy, geminin tamamlanışını kutlamak için nehir kıyısında toplandı. Ateşler yakıldı, balıklar kızartıldı, çocuklar taşlarla oynadı. Runa, Kael’e bir kâse çorba uzattı, gülümsedi. “Taro’nun çırağı, köyün umudu oldun,” dedi, sesinde gurur. Ama Sero, gölgede durmuş, mırıldandı: “Bu gemi, dalgaları durduramaz.” Nia, ona kaşlarını çatarak baktı. “Sus, Sero. Ruhlar, Kael’i koruyor.”
Gece, yıldızlar nehrin sularında parladı. Kael, Lila’yı gemiye davet etti. İkisi, geminin güvertesinde, hasır bir örtünün üstüne oturdu. Lila, geminin içini işaret etti. “Şu köşeye bir oda yapalım,” dedi, gözleri parlayarak. “Ateş yeri şurda, masa burda. Sanki… bir ev.”
Kael, gülümsedi, Lila’nın hayaline kapıldı. Gökyüzüne baktı, bir yıldız dikkatini çekti: diğerlerinden daha sabit, daha parlak. “Bak, Lila,” dedi, parmağıyla işaret ederek. “Kuzey Yıldızı. Asla hareket etmez. Annem derdi ki, o yıldız ruhları eve getirir.”
Lila, yıldızı izledi, mırıldandı: “Beni o yıldıza götür, Kael.” Sesinde, şaka ve özlem iç içeydi.
Kael, bir an sustu, kalbi göğsünde çırpındı. Cebinden spiral desenli saz parçasını çıkardı, parmakları titredi. Annesinin haykırışı kulaklarında yankılandı: “Yaşa, oğlum.” Lila’ya döndü, sesi çatallı. “Lila, bu gemi… sadece köy için değil. Senin için de. Benimle… benimle bir yuva kurar mısın?”
Lila gülümsedi, hafifçe başını salladı: “Söz ver bana, gemini bitirince beni alıp o yıldıza götüreceksin"
Kael, Lila’nın elini sıktı: “Söz veriyorum, Lila. Bu gemi sadece bir tekne değil, bizim geleceğimiz olacak. O yıldız gibi sabit ve parlak… Benimle evlenir misin?”
Lila, gözleri nemli, Kael’in eline dokundu. “Aptal denizin oğlu,” dedi, gülümseyerek. “Tabii ki.” Kael, Lila’yı kucakladı, yıldızlar üzerlerinde bir örtü gibi parladı.
Kael; “O zaman her gece gökyüzüne bakacağız, oraya doğru yol alacağımızı bileceğiz.”
Birlikte sessizce yıldızları seyrettiler. İki kalp, uzak zamanların, tehlikelerin ve bilinmezliklerin ortasında, umutla doluydu. Gemi, nehrin sularında hafifçe sallandı, sanki denizin akıntısı onları çağırıyordu.
[Kamera: Geminin tahtalarından, Lila’nın hasır süsü astığı ana geçiş yapar. Kutlamanın ateşi, köylülerin kahkahalarıyla canlanır. Görüntü, Kael ve Lila’nın yıldızlara baktığı güverteye kayar; Kuzey Yıldızı parlar. Son kare, Kael’in saz parçasını tutarken Lila’yı kucakladığı, geminin sallanışıyla kapanır.]
Bölüm 12: Düğün ve Kaos
Akşam güneşi kızıllığını ufka yayarken, köyün marangoz atölyesinde hummalı bir çalışma vardı. Genç adam ve birkaç dostu, son çiviyi çakmak için bir araya gelmişti.
Genç adam, elindeki çiviyi dikkatle yerleştirdi, çekici kaldırdı ve tık diye vurdu.
“Bitti!” diye bağırdı yorgun ama gururlu. Arkadaşları alkışladı, birbirlerine bakıp gülümsediler.
“Bu gece uykusuz kaldık, ama değdi.” dedi genç adam, “Gemimiz artık hazır.”
O sırada genç kız içeri girdi. “Sizi burada bulacağımı biliyordum,” diye gülümseyerek.
“Gel, sana göstermek istediğim bir şey var,” dedi genç adam elini uzatıp. Kızı elinden tutup gemiye doğru yürüttü.
Geminin kapısını açtılar. İçerisi sıcak ve davetkardı; genç kız, döşemelerin üzerine eğildi, parmaklarıyla hayali mobilyaların yerini işaret etti.
“Burası yatak odası. Şuraya rahat bir yatak koymalıyız, denizin sallantısında uyuyabilsin insanlar,” dedi.
“Ve şurası mutfak. Küçük ama işlevsel olmalı,” diye ekledi genç adam.
“İyi fikir. Ayrıca buraya bir masa, burada da oturma alanı... Gemide yaşayacağız sonuçta,” diye devam etti genç kız.
Genç adam gülümsedi, “Seninle yapacağız bunu. Bu gemi sadece bir araç değil, yeni bir hayatın başlangıcı.”
Geminin gövdesi hâlâ reçine kokuyordu. Marangozhanenin yanındaki yüksekçe taştan platforma güneş vurduğunda, genç adam kalbinde bir uğultuyla koşturdu: düğün saati yaklaşıyordu.
Köylüler, geminin hemen yanındaki açıklıkta düğün için hazırlanıyordu. Kadınlar, sazdan yapılmış uzun şeritleri dans eden figürlerle süslüyor; çocuklar, av hayvanlarının kemiklerinden yapılmış çıngırakları çalıyordu.
Köyün yaşlı şaman kadını, gelin için özel bir taç örüyordu: kuş tüylerinden, balık pullarından ve turuncu deniz kabuklarından oluşan, her biri bereketin ve yaşamın simgesi.
Genç adam dostlarına seslendi:
“Bu gemi benim elimden çıktı ama bu hayat, hepimizin eseri. Bugün sadece evlenmiyorum; aynı zamanda sizinle yeni bir geleceğe adım atıyorum.”
Gelin ise kadınlarla birlikte nehir kıyısında yıkanmış, özel olarak tütsülenmişti. Saçlarına kuş tüyleri işlenmiş, beline sazdan dokunmuş bir kuşak sarılmıştı. Uğurlu olduğuna inanılan bir yılan derisi bileziği bile vardı kolunda.
Gece olduğunda, ateşler yakıldı. Büyük bir taş daire etrafında toplanan köylüler, genç çiftin el ele tutuştuğunu izledi. Şaman kadın elinde yanan bir dal parçasıyla ortaya çıktı.
Köyün halkı da yavaş yavaş toplanmaya başladı, herkes mutluluğu paylaşmak için buradaydı.
Köyün üzerinde bahar güneşi yavaş yavaş batarken, odun kokusu, taze kesilmiş ağaçların kokusuyla karışıyordu. Uzun uğraşlar sonunda, sonunda o büyük eser tamamlanmıştı: Gemisi.
Genç adam, ustasının yanında yıllarca öğrendiği marangozluk becerileriyle, hayalini kurduğu gemiyi inşa etmişti. Köy meydanında toplanan herkes nefesini tutmuş, bitmiş dev gemiye hayran hayran bakıyordu.
Yanında küçük, narin ve kararlı kız vardı. Geceleri kuzey yıldızını izleyip, yıldızın yol göstericiliğine inanmışlardı. Şimdi, geleceğe dair umutları daha da büyümüştü.
Nehir kıyısı, neşeyle dolup taşmıştı. Gemi, sedir çerçeveleri ve reçineyle güçlendirilmiş tahta kaplamalarıyla, bir yuva gibi parlıyordu. Jomon atalarının ruhlarını çağırıyordu. Kael ve Lila’nın düğünü için köylüler gemiyi süslemişti: yosun demetleri, balık kemiklerinden tılsımlar, sazdan örülmüş renkli şeritler. Hasır yataklar, bir masa ve ateş yeri, Lila’nın hayalini gerçeğe çevirmişti. Kürekler, geminin kenarlarına dizilmişti, ama navigasyon bir hayaldi; deniz, yolunu kendi çizecekti.
Kael, spiral desenli bir battaniyeye sarınmış, geminin güvertesinde duruyordu. Taro’nun ahşap tılsımı boynunda, annesinin saz parçası cebindeydi. Gözleri, Lila’nın yosun çiçekleriyle süslenmiş saçlarına kaydı. Runa, yanına geldi, gülümsedi. “Denizin oğlu, bugün damatsın,” dedi, sesinde sıcaklık. “Aila, seni görseydi, gurur duyardı.”
Lila, gemiye adım attı, sazdan örülü bir örtüyle süslenmiş, gözleri Kael’e sevgiyle bakıyordu. Köylüler, alkışlarla karşıladı. Nia, elinde bir düğüm uzattı. “Bu tılsım, ruhlarınızı bağlar,” dedi, sesi ağır. Kael ve Lila, düğümü birlikte tuttu, parmakları birbirine değdi. Köylüler şarkılar söyledi, çocuklar dans etti, ateşler nehrin sularında yansıdı.
Ama hava, bir gölge gibi ağırlaştı. Kuşlar susmuş, rüzgâr durgunlaşmıştı. Sero, gölgede, mırıldandı: “Bu sessizlik… uğursuz.” Nia, kaşlarını çattı, elini tılsımına bastırdı.
Lila, Kael’e sarıldı, gülümsedi. “Bu gemi, bizim yuvamız,” dedi, sesi yumuşak. “Kuzey Yıldızı, bizi korur.” Kael, elini sıkıca tuttu, mırıldandı: “Sonsuza dek.” Köylüler, tezahürat yaptı, şenlik doruğa ulaştı.
KAOS
Tam o anda, yeryüzü derin bir iç çekiş gibi titredi.
İlk başta kimse fark etmedi. Belki rüzgâr esmiştir dediler. Belki içtikleri içkinin etkisidir. Ama birkaç nefes sonra toprağın altından gelen uğultu, davul seslerini bastırdı.
Ardından… ikinci bir sarsıntı.
Toprak bir anlığına nefesini tuttu sanki, sonra bir ejderha gibi silkindi. Herkes dengede kalmaya çalışırken, ateşin çevresindeki taşlar devrildi. Düğün şarkısı yarıda kesildi, kadınlar bağırdı.
“Deprem!”
Çocuklar ağlamaya başladı. Geminin içindeki halatlar gerginleşti, dev gövdesi hafifçe sarsıldı. Uzaklardan köpekgillerin uluması duyuldu.
Genç adam, karısının elini tuttu. “Gemiyi hemen hazır etmeliyiz,” dedi. “Bu, o rüya. Tam da böyle başlamıştı. Toprak titredi, sonra deniz çekildi…”
Arkadaşlarını bağırarak çağırdı. “Halatları çözün! Fenerleri yakın! Herkesi gemiye alın!”
Köyün içinden bir çığlık yükseldi:
“DENİZ ÇEKİLİYOR!”
Genç adam irkildi. “Başlıyor…”
Nehir kıyısındaki taşlar yuvarlandı, kulübeler titredi. Bir çığlık yükseldi: “Tsunami!” Köylüler, panikle gemiye koştu. Kael, Lila’yı güverteye çekti, bağırdı: “Herkes gemiye!” Runa, çocukları kucakladı, Nia tılsımını denize fırlattı: “Ruhlar, bizi koru!”
Köylüler panikle sağa sola koşarken o ve arkadaşları, gemiye giden yolu meşalelerle aydınlattı. Gelin, yaşlılara yardım etti; bir kadın çocuğunu sırtında taşıyarak geldi. Genç adam, köyün şamanını kolundan tutup gemiye taşıdı.
Nehir, tersine akmaya başladı. Tersine akan su, önce çamurları, ardından küçük kulübeleri ve ağaç dallarını da beraberinde sürükledi.
Geminin etrafı sularla çevrildi. Halatlar çözülürken, su seviyesi geminin altına ulaşmıştı bile. Bir uğultu… sonra bir uğultudan daha fazlası… dağın üstünden gelen bir kükreme gibi yankılandı.
Siyah dalgalar, köpürerek kıyıyı yaladı. Gemi, sarsılarak nehre oturdu, sonra bir dalga onu kavradı. Gemi, iskeleden yavaşça ayrıldı. Sanki bir rüya, sanki bir kehanetin içinde yüzer gibiydi. Nehir, onu önce tersine taşıdı. Sular yükseldi. Geride kalan köy yutuldu, saz çatılar boğulurken geride yalnızca çamur kaldı.
Tsunami, köyü bir pençe gibi ezdi; kulübeler çöktü, ağaçlar devrildi. Ama onlar, yüzüyorlardı. Gemi, nehrin yukarısına, iç kesimlere doğru sürüklendi, çamur ve enkaz arasında karaya oturdu. Köylüler, nefes nefese, birbirine sarıldı. Kael, Lila’yı kollarında tuttu, mırıldandı: “Dayandık… kurtulduk.”
Sero, güverteden aşağı baktı, sesi titrek. “Karadayız, ama köy… yok.”
Kael, “Gemi görevini yaptı, hadi inelim.”
Genç adam ellerini tahtaya koydu. “Kurtulduk,” dedi fısıltıyla. Ama gözleri gökyüzünde gezinmeye devam etti. Sessizdi hâlâ yıldızlar… Belki fazla sessiz.
Geminin içindeki insanlar kıpırdanmaya başladı. Bazıları aşağı inmek için hazırlık yaparken, kadınlar ıslak battaniyeleri kurutacak yer arıyordu. Gemiye binmiş yaşlı bir adam bastonunu kaldırdı:
“Evlatlar, Tanrı bize bu yüzen evi verdi. Onu bırakmayın hemen.”
Ama sesi rüzgârın uğultusunda kayboldu. Çünkü aniden… rüzgâr döndü. Gökyüzü siyaha çaldı.
Yağmur.
İlk damla genç adamın alnına düştü. Sonra birden hepsi aynı anda: bir perde gibi… sert, iri, acımasız damlalar.
Köylüler, gemiden inmeye hazırlandı, ama gökyüzü karardı. Şiddetli bir yağmur, bir perde gibi indi. Nehir, çamur ve taşlarla kabardı, akıntı normale döndü, denize doğru hızlandı. Gemi, karada sarsılmaya başladı, yavaşça suya kaydı.
Uğultu büyüdü.
Bir çocuğun çığlığı: “Gemi hareket ediyor!”
Tahta halatlar gerildi. Çamura saplanmış kütükler çatırdadı. Gemi bir inilti gibi titredi… ve sonra toprağı yararak geri kaymaya başladı. Nehir, az önce çekilmiş olan sularını geri getirmişti. Ama bu sefer öfkeliydi.
İnsanlar panikledi. Runa, bağırdı: “İp atın! Karaya bağlayalım!” Köylüler, saz ipler fırlattı, ağaçlara dolamaya çalıştı. Kael ve Sero, kürekleri suya daldırdı, gemiyi kıyıya itmeye çabaladı. “Durmazsak, denize gideriz!” diye haykırdı Kael, kolları yorulmuştu. Ama ipler koptu, kürekler akıntıya direnemedi.
Halatları tutan adamlar nehre ip attılar. Ama her seferinde ya su yuttu ipi ya da sürükledi. Genç adam en son kendi fırlattı halatı. Ama o da suya düşer düşmez sanki görünmeyen bir el tarafından geri çekildi.
“Nehir… delirmiş gibi!” diye bağırdı biri.
Gemi önce döndü, sonra eğildi. Kadınlar çocuklarını korumaya aldı. Bir baba, kollarında oğlunu yukarıya taşırken bağırdı:
“Karayı kaybediyoruz!”
Ve o anda oldu.
Nehir, gemiyi denize, okyanusun karanlık kucağına taşıdı.
Kara yok oldu.
Lila, Kael’in yanına çömeldi, elini omzuna koydu. “Yapacak bir şey kalmadı akıntıya bırakalım,” dedi, sesi sakin. “Ruhlar, bizi bir yere götürecek.” Kael, Taro’nun tılsımına dokundu, başını salladı. Köylüler, korku ve çaresizlik içinde, geminin güvertesine sığındı. Gemi, Pasifik’in akıntılarına kapıldı, korku dolu yüzler ay ışığında parladı, sanki bir destanın başlangıcıydı.
Gemi nehri aşıp okyanusun kollarına teslim edildiğinde, sadece fırtına değil, bir boşluk da çöktü insanların içine.
Kıyı çizgisi gözden kaybolduğunda umut da sulara karıştı.
Artık hiçbir şey tanıdık değildi.
Geminin içi fırtınanın uğultusuna teslim olmuştu. Genç adam, karısını ellerini tuttu.
“Yıldızlara bak,” dedi.
Kadın yukarı baktı ama hiçbir yıldız görünmüyordu.
“Olsun,” dedi kadın. “Sen benim kuzey yıldızımsın.”
Genç adam gözlerini kapadı. Tsunamiden ve bu fırtınadan kurtulmuşlardı. Çünkü bu gemi… sadece ahşaptan değil, inançtan da yapılmıştı.
[Kamera: Lila’nın yosun çiçeklerinden, geminin spiral desenli süslerine geçiş yapar. Düğün şenliği, ateşlerin dansıyla canlanır. Depremin sarsıntısı, kuşların sessizliğiyle gerilim yaratır. Görüntü, geminin nehrin yukarısına sürüklenişinden, yağmurun çamurlu akıntısıyla okyanusa sürüklenişine kayar. Son kare, Kael ve Lila’nın birbirine sarıldığı, geminin dalgalarda süzüldüğü bir çekimle kapanır.]
DEVAM EDECEK...