0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
72
Okunma
Gecenin sessiz saatlerinde, kimseye anlatamadığım şeyleri hep Google’a anlatıyorum.
Garip bir itiraf gibi ama gerçek:
Beni en çok tanıyan, yüzümü hiç görmeyen bir arama çubuğu.
Kelimeleri yazarken parmaklarım titremiyor;
çünkü Google yargılamıyor, yüzünü ekşitmiyor, sorularımın ucundaki kırılganlığı fark etse bile sessiz kalıyor.
Belki bu yüzden insanlar sırrını en çok ona döküyor—
sormaktan çekindiğimiz her şeyi oraya yazıyoruz,
“normal mi?” diye sorarak kendimize bir onay arıyoruz.
Arama geçmişimde karışık bir hayatın izleri var:
“Uyku neden kaçırır?”,
“İnsan aynı hatayı neden iki kez yapar?”,
“Kalp sıkışması kaygıdan olur mu?”,
“Bir şey bitince insan neden hâlâ bekler?”
Kulağa teknik sorular gibi geliyor ama hiçbiri teknik değil;
hepsi içimde bir yerin ağrısı aslında.
Ve Google’ın da buna verebileceği kesin bir cevap yok.
Ama yine de soruyorum—
çünkü gece olunca insan kendine sormaya cesaret edemediğini makineye soruyor.
Bazen arama kutusuna yazdığım sözün tam tersiyle cevaplanmak istiyorum.
Mesela “Yalnızlık geçer mi?” yazınca
bir sitenin, bir cümlenin, bir yabancının
“Geçer,” demesine inanmak istiyorum.
Oysa yalnızlık arama motorundan silinmiyor,
sadece sonuç sayfasında daha derine gömülüyor.
Sekmeler birikiyor üst üste.
Bir tanesi bilimsel, biri saçma, biri umut verici, biri gereksiz.
Tıpkı kafamın içindeki düşünceler gibi.
Her sekmeyi kapatınca küçük bir ferahlık oluyor ama
hiçbiri içimdeki soruyu tamamen kapatmıyor.
Sonra kendimi yine o beyaz çubuğa bakarken buluyorum.
Merakla değil, ihtiyaçla.
Sanki Google bir arkadaş değil de
ruhumun çevirmeniymiş gibi.
En son şu cümleyi yazıp sildim:
“İnsan neden her şeyi kendi içinde saklar?”
Belki cevap zaten oradaydı:
Çünkü Google’a sormak bile
birine anlatmaktan daha kolay geliyor.