0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
115
Okunma
Ekran karardı, sonra o soru çıktı yine karşıma:
“Hâlâ izliyor musunuz?”
Sanki sadece izlediğim diziyi sormuyordu;
günümü, ömrümü, içimde geçen o uzun suskunluğu da yokluyordu.
Bir makinenin sorusu ama bana insanlara dair sorulması gereken bir şeyi hatırlatıyor:
Gerçekten hâlâ izliyor muyum?
Kendimi, hayatımı, içimde usulca çürüyen küçük hevesleri?
Bir süredir bölümler otomatik akarken kendimi dizinin ritmine bırakmıştım.
Bir şey hissetmeden, düşünmeden,
sadece yorgunluktan ve belki biraz da alışkanlıktan.
Ama o soru…
Ekran durmuşken içim hareketlendi.
Gecenin bu saatinde insan kendi hayatıyla yüzleşmeye hiç hazır olmuyor.
Koltukta bükülmüş bir battaniye,
soğumuş bir çay,
yorgun ama inatla kapanmayan gözler…
Her şey hareketsizken,
ben bile hareket etmiyorken,
Netflix bana bir çeşit yoklama yaptı:
“Burada mısın?”
Buradayım ama sanki değilim.
Kendime çok yakın, kendimden çok uzağım.
Bazen sanki hayatım da böyle:
Arka arkaya otomatik oynayan bölümler gibi geçiyor zaman.
Ben durup “Ben ne yapıyorum?” demeyi unutuyorum.
Ekranın beyaz harfleri yeniden parlıyor:
“Hâlâ izliyor musunuz?”
Elim bir süre kumandaya gitmiyor.
Her zamanki acelem yok.
Sorunun içinde asılı duruyorum;
sanki ne cevap verirsem ona göre bir sonraki sahne yazılacak.
Sonra fark ediyorum:
Belki de bu soru bir televizyonun değil,
benim kendime çok uzun zamandır sormadığım bir şeyin sorusu.
Hayata hala bakıyor muyum, yoksa sadece geçip gitmesine izin mi veriyorum?
Kumandayı elime alıyorum.
Bu sefer bir bölümü daha izlemek için değil,
sahnede kendi adımı tekrar duyabilmek için.
“Evet,” diyorum içimden.
“Buradayım.
Galiba hâlâ izliyorum.”