0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
88
Okunma

Bölüm 7: Ustanın Bilgeliği
Kael, yirmi yaşına bastığında, nehir kıyısındaki köy onun kalesi olmuştu, ama kalbi hâlâ dalgaların gölgesinde titriyordu. Sepet denemesi başarısız olmuş, denizin öfkesi onu bir kez daha alt etmişti. Ancak Kael’in gözlerinde, teslimiyet değil, inatçı bir ateş parlıyordu. Köyün çocukları hâlâ onun cesaretini konuşuyordu; yaşlılar, tsunamiyle dans eden bu gencin ruhuna hayrandı. Ama Kael, yalnızlığını, annesinin son hediyesine sığdırıyordu.
Bir sabah, köyün merkezinde, sedir kütüklerinin kokusu havayı doldurmuştu. Usta Taro, geniş omuzlu, elleri yılların izlerini taşıyan bir adamdı. Ahşap evler inşa eder, her bir tahtaya sanki bir masal kazırdı. Kulübelerin çatıları, onun ellerinde rüzgâra meydan okurdu. Kael, Taro’nun bir kütüğü yontmasını hayranlıkla izlerken yakalandı. Taro, gözlerini kısmış, gülümsedi. “Bakıyorsun, ama ne görüyorsun, çocuk?”
Kael, utangaç bir tebessümle omuz silkti. “Elleriniz… sanki ağaçla konuşuyor.”
Taro, bir kahkaha attı, sesi nehrin mırıltısına karıştı. “Ağaçlar konuşur, ama sükunetle dinlersen."
Kael; “Beni yanına alır mısın?” diye sordu.
“Elim ağır, sabırsıza ihtiyacım yoktur,” dedi Taro.
“Ben de sabrı öğrenmek istiyorum,” dedi Kael.
Taro; "Gel, göster bana ne yapabilirsin.” Taro’nun gözlerindeki davet, içini ısıttı. O gün, Taro’nun yanında çırak oldu.
Günler, haftalara dönüştü. Taro, Kael’e ahşabı nasıl keseceğini, tahtaları nasıl birleştireceğini öğretti. Bir akşam, Taro bir sedir parçasını Kael’e uzattı. “Şimdi, buna bir desen kazı,” dedi, sesi sakin ama kararlı. “Ama senin ruhundan bir şey olsun.” Kael, saz parçasını cebinden çıkardı, spiral desenlere baktı. Bıçağıyla ahşaba aynı kıvrımları kazımaya başladı, her bir çizgi annesinin hatırasını çağırıyordu.
Taro, Kael’in çalışmasını izledi, kaşlarını kaldırdı. “Bu desen… sıradan değil. Nereden öğrendin?”
Kael, bir an sustu, saz parçasını göğsüne bastırdı. “Annemden,” dedi, sesi titrek. “Beni bir sepette kurtardı, tsunami geldiğinde. Bu desen… onun sepetindeydi.”
Taro, başını salladı, gözleri dalgın. “Annen güçlüymüş. Denizle savaşmış, seni kazanmış.” Bir an duraksadı, sonra devam etti. “Benim de bir hikâyem var. Babam, bir fırtınada teknesini kaybetti. Ama o, dalgalara inat, kıyıya bir ev yaptı. ‘Deniz alır, ama biz inşa ederiz,’ derdi.”
Kael, Taro’nun sözlerini içti, gözleri parladı. “Denizle savaşmak… mümkün mü?”
Taro, gülümsedi, elini Kael’in omzuna koydu. “Savaşmazsın, çocuk. Anlarsın. Deniz, ne kadar öfkeli olsa da, bir yol gösterir.” Kael, başını eğdi, spiral desenli ahşaba baktı. İçinde bir fikir kıvılcımlandı, henüz şekillenmemiş, ama güçlü.
İlk defa, tekne yapma fikrini içinden geçirdi. Henüz söylemedi. Henüz hazır değildi. Ama elleriyle yokladığı her tahta, bir gün suya değecekmiş gibi geldi ona.
Köy, Taro ve Kael’in eserlerine hayran kaldı. Yeni kulübeler, rüzgâra ve suya karşı dimdik duruyordu. Köylüler, akşam ateşlerinde onların adını anıyor, “Taro’nun çırağı, denizin oğlu,” diye fısıldıyordu. Runa, Kael’e bir kâse balık çorbası uzatırken gülümsedi. “Kael, köyü yeniden inşa ediyorsun,” dedi, sesinde gurur. “Ama gözlerin hâlâ dalgalarda.”
Kael, çorbayı alırken mırıldandı. “Çünkü dalgalar durmuyor, Runa. Bir gün geri gelecekler.”
O gece, Kael bir rüya gördü. Dalgalar, köyü yutuyor, ama bu kez bir kulübe ters dönmüş, suya meydan okuyordu, dalgaların üstünde çatısıyla yüzüyordu. Uyanırken, kalbi çarpıyordu. Desenli saz parçasını eline aldı, fısıldadı: “Annem, senin yolunu bulacağım.”
[Kamera: Taro’nun ahşabı yonttuğu sahneden, Kael’in spiral desenleri kazıdığı yakın çekime geçer. Görüntü, köyün akşam ateşlerine kayar; köylülerin kahkahaları, nehrin mırıltısına karışır. Son kare, Kael’in rüyasında dalgaların üstünde süzülen kulübeye odaklanır; spiral desen, ay ışığında parlar.]
Bölüm 8: Ters Çatıdan Gemi Düşü
Kael, Taro’nun ahşap atölyesinde, sedir kütüklerinin keskin kokusuyla çevriliydi. Nehrin mırıltısı, açık kapıdan içeri süzülüyor, güneş ışınları toz tanelerini dans ettiriyordu. Kael’in elleri, spiral desenli bir ahşap parçası üzerinde geziniyordu; her kıvrım, annesinin sepetini hatırlatıyordu. Tsunami korkusu, zihninde bir gölge gibiydi, ama son rüyası bir kıvılcım yakmıştı: Dalgaların üstünde süzülen bir kulübe, denize meydan okuyordu. Bu fikir, kalbine bir tohum gibi yerleşmişti.
Taro, bir kütüğü yontarken Kael’e baktı, kaşlarını kaldırdı. “Yine dalmışsın, çocuk,” dedi, sesi neşeli ama meraklı. “Ne kuruyorsun o kafanda?”
Kael, ahşap parçasını masaya bıraktı, derin bir nefes aldı. “Taro, ya bir evi ters çevirsek? Tavan yere, zemin göğe baksa… Dalgalar onu yutamaz, değil mi? Yüzerdi, tıpkı bir tekne gibi.”
Taro, bıçağını kütüğe sapladı, gözleri parladı. “Ters bir ev, ha?” Bir kahkaha attı, ama alaycı değil, hayranlıkla doluydu. “Çılgınca, ama… belki. Denemeye değer. Nehrin sularında bir kulübe yüzdürebilirsek, denize kafa tutarız.”
Kael, cesaretle doldu, sesi hızlandı. “Düşündüm, Taro. Annemin sepeti beni kurtardı. Ama daha büyüğünü yaparsak, bütün köyü kurtarırız. Tsunami geldiğinde…” Duraksadı, gözleri dalgın. “Rüyamda gördüm. Dalgalar köyü yutuyordu, ama bir ev… ters dönmüş çatısı üzerinde süzülüyordu.”
Taro, Kael’in omzuna dokundu, sesi ciddileşti. “Rüyalar, ruhların fısıltısıdır. Anlat, ne gördün?”
Kael, spiral desenli saz parçasını cebinden çıkardı, masaya koydu. “Dalgalar her şeyi aldı, ama bir ev, suyun üstünde duruyordu. Spiral desenler… her yerindeydi, annemin sepeti gibi. Sanki deniz, ona dokunamıyordu.”
Taro, saz parçasına baktı, parmakları desenlerde gezindi. “Bu desen… güç taşır. Atalarımız, spirallerle ruhları çağırırdı. Belki rüyan, bize yol gösteriyor.” Ayağa kalktı, kütüklerin arasında yürüdü. “Başlayalım, Kael. Küçük bir gemi yapalım, ters bir ev. Bakalım, dalgalar ne diyecek.”
Günler, ahşap ve reçine kokusuyla geçti. Kael ve Taro, nehir kıyısında bir iskelet kurdu. Sedir tahtalar, spiral desenlerle süslendi; her bir kıvrım, Kael’in annesine bir selamdı. Köylüler, merakla izledi, bazıları alay etti. “Taro, aklını mı kaçırdın?” diye seslendi bir balıkçı. “Ev mi yüzermiş?” Ama Taro, gülümsedi, bıçağını tahtaya sapladı. “Bekle de gör.”
Bir akşam, Taro’nun kızı Lila, atölyeye geldi. Uzun siyah saçları, nehir gibi dalgalanıyordu; gözleri, babasının bilgeliğini taşıyordu. Elinde bir kâse yosun çorbası tutuyordu, Kael’e uzattı. “Bunu iç, denizin oğlu,” dedi, sesinde muzip bir sıcaklık. “Baban diyor ki, bir gemi yapıyorsun.”
Kael, çorbayı alırken gülümsedi, yanakları kızardı. “Denemeye çalışıyoruz. Tsunami… bir daha köyü almasın diye.”
Lila, geminin iskeletine yaklaştı, parmakları tahtalarda gezindi. “Güzel, ama eksik,” dedi, kaşlarını kaldırarak. “İçine bir oda lazım. Bir masa, belki bir hasır yatak. İnsanlar sadece kurtulmaz, Kael. Yaşar.”
Kael, şaşırdı, ama Lila’nın fikri zihninde bir ışık yaktı. “Haklısın,” dedi, sesi yumuşak. “Bir ev olmalı, sadece tekne değil.” Lila, spiral bir desene dokundu, gülümsedi. “Ve bu desenler… sanki ruhları çağırıyor.”
O gece, Kael, Lila’nın sözlerini düşündü. Gemi, sadece bir kurtuluş değil, bir yuva olacaktı. Spiral desenli saz parçasını eline aldı, fısıldadı: “Annem, bu senin için.” Köy, Taro ve Kael’in eserine hayranlıkla bakıyordu; balıkçılar, gemi için reçine getirdi, çocuklar, tahtalara desen çizdi. Kael, yalnız olmadığını hissetti, ama kalbi hâlâ dalgalarla çarpıyordu.
[Kamera: Kael’in spiral desenleri kazıdığı ahşap parçasından, Taro’nun kütük yontuşuna geçiş yapar. Görüntü, geminin iskeletinin nehir kıyısında yükselişine kayar; spiral desenler, güneş ışığında parlar. Lila’nın gemiye dokunuşu, Kael’in yüzündeki tebessümle birleşir. Son kare, Kael’in saz parçasını göğsüne bastırdığı, nehrin ufkuna bakan gözleriyle kapanır.]
Bölüm 9: Ustanın Son Sözü
Kael, gecenin karanlığında ter içinde uyandı. Rüyası, bir kâbus gibi zihnini sarmıştı: Dalgalar köyü yutuyor, ama ters çevrilmiş bir ev, spiral desenlerle süslü, suların üstünde süzülüyordu. Kürekler, gemiyi dalgalara karşı itiyor, ama yön belirsizdi; deniz, kendi yolunu çiziyordu. Kael, göğsüne bastırdığı spiral desenli saz parçasına dokundu, annesinin sesini duydu: “Yaşa, oğlum.” Kalbi, korku ve kararlılıkla çarpıyordu.
Sabah, nehir kıyısındaki atölyeye koştu. Taro, sazdan yapılmış yatağa yatmıştı ama elleri titriyordu. Yüzü solgun, gözleri çökmüştü. Kael, kaşlarını çattı. “Taro, iyi misiniz?”
Taro, güçlükle gülümsedi, nefesi hırıltılı. “Yaşlanıyorum, çocuk. Ama merak etme, ağaçlar hâlâ konuşuyor.” Kael’e baktı. “Yüzün niye böyle? Yine rüya mı gördün?”
Kael, derin bir nefes aldı, saz parçasını cebinden çıkardı. “Usta, rüyamda denizden devasa bir dalga geliyor… Duvar gibi, gökyüzünü kapatıyor. Köyümüzü yutuyor, evlerimiz yıkılıyor, insanlar kaçıyor ama kaçamıyorlar… Çok korktum. Dalgalar… köyü aldı. Ama gemi, bizim gemi, yüzüyordu. Kürekler vardı, Taro. Onu itiyorduk, ama… deniz nereye götürürse.” Sesinde, umut ve çaresizlik iç içeydi.
Taro, gözlerini kıstı, saz parçasını eline aldı. “Kürekler, ha? Akıllıca. Deniz, kendi yolunu seçer, ama kürekler sana bir şans verir.”
Taro, cebinden küçük bir ahşap tılsım çıkardı; desenlerle süslü, avuca sığan bir parça. “Bunu al,” dedi, sesi zayıf. “Babam, bunu denize karşı taşımıştı. Şimdi senin.” Kael, tılsımı aldı, parmakları desenlerde gezindi.
Taro, sessizce durdu. Sonra sessizliğini bozdu:
Taro; “Bu, sadece bir rüya değil, Kael. Bu, bizi bekleyen bir işaret olabilir.”
Kael; “Nasıl yani usta?”
Taro; “Köyün bilgesi Şamandır’ı ziyaret et. O, eski ruhlarla konuşur, sana rüyanı yorumlar.”
Taro öksürdü, göğsünü tuttu. “Rüyan, bir işaret. Daha büyük bir gemi yap, Kael. Köyü kurtar. Spiraller seni koruyacak.”
Kael, şaşkın, mırıldandı. “Ama nasıl?”
Taro zorlukla nefes alıyordu. “Küçük gemiyi birlikte yaptık büyüğünü yapmak artık senin görevin.”
“Taro, siz… iyileşeceksiniz, değil mi?”
Taro, gülümsedi, ama gözleri uzaklara daldı. “Deniz, alır da verir de. Benim zamanım doldu, ama sen… sen inşa et, Kael.” Gözleri kapandı, nefesi kesildi. Kael, çığlık attı: “Taro! Hayır!”
Köy, Taro’nun ölümüyle sarsıldı. Cenaze ritüeli, nehir kıyısında, dolunay altında yapıldı. Köylüler, ateşler yaktı, sazdan tılsımlar suya bıraktı. Spiral desenli sepetler, balık kemikleri ve yosunlarla doluydu. Nia, denize bir tılsım fırlattı, mırıldandı: “Ruhlar, ustamızı kucakla.” Lila, babasının battaniyesine sarılmış, gözyaşlarını saklamaya çalışıyordu. Kael, onun yanına çömeldi, elinde Taro’nun tılsımı. “Lila… o, gemiyi bitirmemi istedi.”
Akşamüstü Lila ile birlikte köyün yaşlı ve saygın bilgesi Şamandır’ın kulübesine gittiler. Şamandır, yavaşça başını salladı ve Kael’in rüyasını dinledikten sonra ağır bir sesle konuştu:
“Rüyalar, sadece hayal değildir. Geleceğin perdesinden yansıyan ışıklardır. Bu dalga, ‘tufan’ dediğimiz, doğanın öfkesi. Eğer önlem almazsak, köyümüz yok olur.”
Unami kalbi hızla çarptı:
“Ne yapabiliriz?”
Şamandır gözlerini kapattı, derin bir nefes aldı ve devam etti:
“Evi ters yap. Çatısı yere, tabanı göğe bakacak. Böylece suyun üstünde yüzen bir ev olur. Birçok küçük tasarım denemeli, köyü kurtarmalı.”
Lila, gözleri nemli, Kael’e baktı. “Babam sana inanıyordu,” dedi, sesi titrek. “Beni yalnız bırakma, Kael.” Kael, başını salladı, tılsımı sıkıca kavradı. Köylüler, şarkılar söyleyerek Taro’yu uğurladı; ateşlerin dumanı, yıldızlara yükseldi. Kael, nehrin karanlık sularına baktı, içindeki ateş büyüdü. “Söz veriyorum, Taro. Gemiyi yapacağım.”
[Kamera: Kael’in rüyasında geminin küreklerle süzülüşünden, Taro’nun solgun yüzüne geçiş yapar. Tılsımın spiral desenleri, ateş ışığında parlar. Cenaze ritüeli, köylülerin şarkıları ve Lila’nın gözyaşlarıyla yoğunlaşır. Son kare, Kael’in tılsımı kavrayıp nehrin ufkuna bakışıyla kapanır.]
DEVAM EDECEK...