Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Çağdaş Durmaz
Çağdaş Durmaz

DENİZİN ÇAĞIRDIĞI K / ADIN 1. BÖLÜM

Yorum

DENİZİN ÇAĞIRDIĞI K / ADIN 1. BÖLÜM

( 2 kişi )

1

Yorum

7

Beğeni

5,0

Puan

146

Okunma

DENİZİN ÇAĞIRDIĞI  K / ADIN  1. BÖLÜM

DENİZİN ÇAĞIRDIĞI K / ADIN 1. BÖLÜM



Boğaz’ın serin meltemini içine çeken, yamaçları rengarenk evlerle bezenmiş İstanbul’un şirin bir ilçesinde, kırk üç yaz evvel, dünyanın en derin, en ışıltılı çocuk gözleri hayata aralandı. Evin dördüncü çocuğuydu; ,iki ağabeyinin gölgesinde, bir de ablasının koruyucu kanatları altında filizlenecekti. Annesi, evinin sıcak köşelerinde emeğini nakış gibi işleyen bir ev kadını ,babası ocak başında ter döken, yemek kokularını hayatın nefesi yapan bir aşçıydı. Hayat, o küçücük avuçlarında bir kuş gibi çırpınıyordu. Esmer teni güneşin altında ışıldayan, gülüşü en koyu bulutları dağıtan, dertleri sanki bir rüzgarla savuran bir kız çocuğuydu.

Denizci olan ağabeyi, onu yüreğinin tam ortasına koymuştu. Onsuz bir liman düşünemezdi. Kız kardeşini, tıpkı gemideki tayfaları gibi, erkek evlat muamelesiyle yanında gezdirdi. Rıhtımlarda, iskele başlarında, güverte üstlerinde... Küçük ayakları, erkek çocuklarının koştuğu taşlı yollarda, ağabeyinin “kendi ayakların üstünde durmayı öğren” talimatıyla yürüdü. Onun gözünde, kardeşi sadece canı değil, hayatın sert yüzüne karşı güçlü durması gereken bir neferdi.

Deniz bazen en sevdiklerini bile alıp götüren kapkara bir hırsıza dönüşebilirdi. Fırtınalı bir gün, ağabeyinin gemisi, o sonsuz mavinin kucağındayken , abisi denize düşüp kayboldu. Geriye, limanda çözülen halatların hıçkırığı ve küçük kızın içinde büyüyen uçurum kaldı. O günden sonra deniz, sadece su ve tuz değildi. Kaybın, özlemin, ağabeyinin son nefesini saklayan dev bir anıtıydı. Sahile her çıkışında, ayakları kumlara gömülür, gözleri ufkun sonsuz çizgisine kilitlenirdi. Dalgaların köpüklü diliyle konuşur, rüzgarda ağabeyinin kahkahasını arar, sanki o derin mavilikte bir çift gözün ona baktığına, onu gördüğüne inanmak isterdi.

Haliç’in serin meltemi, artık içine çektiği her nefeste tuzlu bir hüznün izini taşıyordu küçük kızın ciğerlerinde. Rengârenk yamaçlardaki evler, ağabeyinin kaybolduğu o günden sonra, solmuş bir resmin parçaları gibi duruyordu karşısında. O ışıltılı çocuk gözleri, artık ufkun o sonsuz ve aldatıcı çizgisine kilitlenmişti. Sahilde, ayağının altındaki kumlar artık sadece kum değil, ağabeyini yutan o dipsiz maviliğin kıyıya vuran sessiz tanıklarıydı. Her dalganın köpüklü dili, artık anlamsız bir uğultuya dönüşmüştü. Rüzgârda aradığı kahkaha, yerini içinde büyüyen, taşlaşmış bir yumruya bırakmıştı.

Ev, bir zamanların sıcak köşeleri, annenin emekle işlediği nakışlar, babanın ocak başında ter dökerek yarattığı lezzet cümbüşü… Hepsi, içine düştüğü boşluğu daha da genişletiyordu. Annesinin gözlerindeki kederli derinlik, babasının bir anda ağarmış saçları, sessizliğe gömülmüş sofralar… Evin dördüncü çocuğu, iki ağabeyinin gölgesiyle büyürken, şimdi en parlak ışığını kaybetmiş bir yıldız gibi hissediyordu kendini. Ablasının koruyucu kanatları altında filizlenmesi beklenirken, kendi içinde dikenli bir çalıya dönüşmüştü. Güneş altında ışıldayan esmer teni solmuş, en koyu bulutları dağıtan gülüşü, sadece ince bir çizgiye dönüşmüştü dudaklarında. Dertleri savuran rüzgâr, artık içinde esiyor, onu kemiriyordu.

Genç bir kız olduğunda, sahile gidişleri daha seyrek ama daha derindi. Artık taşlı yollarda değil, kendi içindeki dikenli patikalarda yürüyordu. İskelede, bir zamanlar ağabeyinin gemisinin bağlandığı babalara dokunurdu. Tahtanın pürüzleri, onun kayıp yıllarının kabuk bağlamamış izleri gibiydi. Zengin yalıların önünden geçen lüks teknelerin motor sesleri, balıkçı kayıklarının gıcırtılı kürek seslerini bastırıyordu. Bu tezat, İstanbul’un kalbindeki büyük çelişki gibiydi: Gösterişle fakirlik, neşeyle keder, hayatla ölüm, hepsi Boğaz’ın iki yakasında, birbirine bakarak yaşıyordu. O, kederin ve özlemin tarafındaydı. Ufuk çizgisi, artık sadece bir hat değil, ağabeyiyle arasına çekilmiş, aşılamaz bir duvardı.

Yıllar, acımasızca akıp gitti. Ta ki o yaz, sakin bir Ege sahilindeki tatil köyüne gelene kadar. Yazlık evlerin sıralandığı kıyıda, gün batımının altını boyadığı kumsal kenarındaki salaş bir kafeteryada karşılaştı onunla. Denizin kendisiydi karşısında duran, gözlerinde denizin en berrak suları, en derin mavilikleri yüzüyordu. İlk bakışta, yıllardır içinde taşıdığı boşluğun şekil bulduğunu hissetti. Delikanlı da, bakışlarının derinliğinde kaybolduğu o esmer güzeli genç kızı, kayıp bir hazine gibi karşısında görünce, zaman durmuştu. Deniz gözlü delikanlı ile gece gözlü kız bir sahilde, kayıp bir ağabeyin ruhuyla dokunmuş bir aşk denizine düşmüşlerdi. Kalplerinin yarısı, o anda birbirine adanmıştı. Ömürlerinin geri kalanını birleştireceklerini düşündüler, safça, büyük bir inançla...

Fakat hayat, genç yüreklerin cesaretini kıracak engellerle doluydu. Ellerinde olmayan sebepler, görünmez duvarlar ördü aralarına. Yaşlarının küçüklüğü, ailevi beklentiler, toplumun dikenli bakışları... Cesur adım atamadılar. Kavuşma rüyası, dalgaların kıyıya vurup geri çekilmesi gibi, gelip geçici bir umuda dönüştü. Ayrıldılar... Ama ayrılık, bağlarını koparamadı. Kalplerinde ve ruhlarında, görünmez iplerle birbirlerine bağlı kaldılar, sanki denizin altından uzanan görkemli bir sualtı köprüsü onları birleştiriyordu. Kaderin bir gün bu köprüde onları yeniden buluşturacağına dair sarsılmaz bir inanç taşıdılar içlerinde.

Ne var ki kader, bazen acımasız dönemeçlerle ilerler. Küçük kız, daha “çocuk” denilecek yaşta, on beşinin baharında, babasının sessiz ısrarı ve gelecek kaygılarıyla başka birinin yuvasına emanet edildi. Babasının yorgun gözlerindeki endişeyi kıramadı küçük kız. Gönlü parçalanmış, içi kan ağlarken, başını usulca öne eğdi. Evlendi... Evlilik, hiçbir zaman sıcak bir yuva olmadı onun için. Zorlu yıllar, birbirini izleyen doğumlar... İlk çocuk geldiğinde, kendisi de yeniden doğdu sanki. Kendi çocukluğunu, kendi evladıyla birlikte yaşadı, büyüttü. İkinci, sonra üçüncü... Bedeni anneliğin kutsal yorgunluğunu taşırken, zihni ve kalbi hep o sahile, o deniz mavisi gözlere kaçtı. Her gece, yastığına başını koyduğunda, içindeki o derin maviliğe dalar, kayıp ağabeyinin ve kayıp aşkının yankılarını dinlerdi. Ne zaman bir sahile gitse denize dalar , çıkamazdı...

Deniz gözlü sevdiği de, gece gözlüm dediği o ışıltıyı asla unutamadı. Şehrin kalabalığında, başka yüzlerin arasında hep onun esmer güzelliğini, o derin, karanlık ışıltılı bakışlarını aradı. Zaman onları başka hayatlara sürüklese de, ruhlarında taşıdıkları o ilk ve tek aşkın sıcaklığı hiç sönmedi. Kor gibi, için için yanmaya devam etti. Kayıp parçalarını tamamlayacakları günü beklediler; denizin, bir gün mutlaka, ağabeyinin hatırası gibi sakladığı o kıymetli hazineyi kıyıya, birbirlerine geri vuracağına inandılar. Çünkü deniz, sadece almakla kalmaz; bazen, sabırla bekleyenlere, kaybettiklerini en umulmadık dalgayla iade de edebilirdi. Her denize baktıkları an bir bekleyişin tanığıydı. Ve onlar, kıyıda, o dalganın gelişini beklemekten asla vazgeçmediler...


Çağdaş DURMAZ

- Devam Edecek -

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (2)

5.0

100% (2)

Denizin Çağırdığı k / adın 1. bölüm Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Denizin Çağırdığı k / adın 1. bölüm yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
DENİZİN ÇAĞIRDIĞI K / ADIN 1. BÖLÜM yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Sabitlendi
Ali Rıza  Coşkun
Ali Rıza Coşkun, @alirizacoskun
22.11.2025 00:18:21
5 puan verdi
Kıymetli üstadım,
“Denizin Çağırdığı K/Adın” metniniz, deniz metaforu üzerinden kaybı, özlemi ve aşkı derin bir lirizmle işlemiş. Çocukluk masumiyetinden başlayıp fırtınalı bir kaybın hüznüne, ardından gençliğin saf aşkına uzanan yolculuk, okuyucunun kalbine dokunan güçlü bir hikâye örgüsü oluşturuyor. Deniz, hem bir hırsız hem de bir umut kapısı olarak anlatıya eşsiz bir derinlik katmış. Karakterlerin içsel çatışmaları, İstanbul’un çelişkili manzaralarıyla ustaca harmanlanmış. Ayrılık ve kavuşma arasındaki görünmez bağ, metnin ruhunu taşıyan en güçlü damar olmuş. Kaleminize sağlık; bu eser, okuyucuyu hem hüzün hem de umutla yoğrulmuş bir deniz yolculuğuna çıkarıyor.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL