0
Yorum
4
Beğeni
5,0
Puan
125
Okunma
Gülşah’a
Bu saatte kelimelerim hep üvey çocuk gibi…
Ne anneleri var bu cümlelerin, ne de gidecekleri bir ev.
Ben de işte, telefon ekranının donuk ışığında kimseye emanet edemediğim bir karanlığı büyütüyorum.
“Merhaba,” diye başlıyorum önce,
çünkü insanlar birbirlerine merhaba diyerek bakmıyor artık,
ama ben her merhabada biraz daha dibe çekiliyorum.
Sanki biri içimdeki eski bir çekmeceyi açıyor da
unutmak için sakladığım küçük, kırmızı bir öfke düşüyor yere.
Silip tekrar yazıyorum.
“İyisin, değil mi?”
Ne kadar sığ bir soru, biliyorum.
İyi olan kim var ki bu saatte?
Ben bile iyi değilken seni iyi kılmak için neden bu kadar çabalıyorum?
Belki de sevgi, kendi ayakkabılarının bağcıklarını unutup
başkasınınkini çözmeye benzeyen bir deliliktir.
Parmağım göndermeye doğru kayıyor.
Göndermiyorum.
Gönderemiyorum.
Taslak kutum, benim küflü sır odam.
Orada biriktirdiğim cümleler
sanki bir mezarlığın isimsiz taşları gibi;
kimse gelmez, kimse merak etmez,
ama ben her gece bir taşın önünde durup içimden dua uydururum.
“Sen yokken sesimin de rengi değişti,”
diye yazıyorum bu sefer.
Didem’in unuttuğu bir mısra gibi duruyor,
çünkü biraz hüzünlü, biraz kendini taşıyamayan,
biraz da başkasının gönül çöpüne karışmaya hazır.
Ama yine siliyorum.
Kelimelerim, seni anlatmaya kalkınca
bir anda yürümeyi unutan çocuklara dönüyor.
Tökezliyorlar.
Ben de düşüşlerini topluyorum.
Telefonun ekranı sönüyor.
Karanlık yine büyüyor.
Belki de hiçbir mesaj yollanmamalı bu saatlerde.
Gönderilen her cümle, ertesi sabahın pişmanlık menüsünde
eksiksiz bir acı olur çünkü.
Yine de taslağı kapatmıyorum.
Belki bir gün cesaretim uyanır.
Belki bir gün sen uyumuyor olursun.
Belki bir gün, iki yorgun arkadaş
aynı cümlenin gölgesinde dinleniriz.
Ama bugün değil.
Bugün yalnızca 03.17.
5.0
100% (1)