Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
Aşık-ı boğaz
Aşık-ı boğaz

DAĞCI

Yorum

DAĞCI

( 5 kişi )

4

Yorum

16

Beğeni

4,8

Puan

156

Okunma

DAĞCI

-Zeynep ben doğa olaylarına hayranım. Karın yağışı, yağmur, şimşek ve gök gürültüsü, hele sis sır dolu macera gibi. Dağda en çok beni sis etkiler, bulutların üstünde uçar gibidir insan.
İri yeşil gözleriyle en derinlere bakarak tatlı bir gülümsemeyle Zeynep Kemal’i dinliyordu. Dizine uzandığı ipek sarı saçlarını eliyle okşayan Kemal’e hayran, uysal bir kedinin keyfiyle, canlandırılan doğa olaylarını ruhunda yaşatmanın mutluluğundaydı. Kemal devam etti,
Sis gökyüzünün en farklı gizem dolu doğaya bir oyunudur. Bazen sevgiyi bazen korkuyu sunar. Ne olursa olsun heyecan dolu bir doğal mucizedir. Sis bazen tüm istenmeyen görüntüleri maskeler. Bazen tüm güzellikleri kendisine saklar gibi kıskançça örter. Sabah sisi romantik duyguları besler, kamçılanmış beyaz bir atı koşuya doymayı istercesine coşturur. Uyanmış sevgiler güneşin de görünmesiyle zirve yapar.

-Kazandım baba kazandım! Hukuk fakültesini kazandım. Hem de İstanbul Üniversitesi.
Kemal sevinçle odanın içinde dönüp bir annesine bir babasına sarılıyordu. Evde sevinç rüzgârı esiyordu. Annesi sevinçten ağlıyordu. Kardeşi abisinin beline sarılmış yaşasın Cumhuriyet Savcısı geliyor diye bağırıyordu. Kemal’in idealiydi savcı olmak.
-He heyt işte benim oğlum. Ben sana demedim mi Nermin bu çocuk kazanacak diye. Hazırlanın sahildeki balıkçıya gidiyoruz. Bu akşam kutlama gecesi yaşanacak!
Kemal’in anne babası öğretmendi. Uzun süre Anadolu’da dolaşıp durmuşlardı. Kemal’in tabiriyle ‘’Can parem’’ dediği birde kız kardeşi vardı. Artık anne baba mesleklerindeki son durakları olarak İstanbul’a tayin olup küçük bir daire almışlardı. Kendi yağında kavrulan mutlu bir aileydiler.

Kemal ilk günün heyecanıyla;
-Hadi anne geç kalacağım. Çıkıyorum.
-Dur oğlum dua okuyum çık.
Üniversitenin tarihi haşmetli kapısının önünde durdu. Bir müddet kapının işlemelerini hayranlıkla izledi. İşlemeyi yapan sanatçıların çekiç seslerini duymak ister gibi gözlerini kapayıp tarihi dinledi.
-Hey tarih kokan okul ben geldim. Aç bana kucağını, ver tüm bilgilerini, bilgiye aç şu beynimi doldur tıka basa.
İçinden, birazda dudaklarından dışarıya taşacak şekilde kendi benliğine konuştu. Hafifçe gülümseyip içeri girdi.

Kemal sosyal bir gençti, atletik yapılı sporcuydu. Kendini hemen bir grupta buldu. İlk yıl çabuk geçti. Grupta Mehmet, Hülya, Celal, Zeynep, Gülay daha yakın arkadaş olmuşlardı. Mehmet Sivaslı’ydı, çok güzel saz çalmaktaydı. Yoldaş dediği bir sazı vardı ve yeri özeldi. Onu almak için ortaokulda bir yaz tüp gazcıda çalışmıştı. Kemal ona ‘’Aşık Memo’’ veya ‘’Aşık’’ diyordu. Çok iyi anlaşmışlardı. Mehmet yurtta kalıyordu. Ama haftada en az bir gün Kemal’lerde kalıyordu, Ailede onu çok seviyordu. İlk andan itibaren Hülya ile aralarında görünmez bir gönül bağı oluşmuştu. Bakışları hemen bunu ele veriyordu. Zaman aşk örüyordu.

-Korkma açıl Aşık geri tepmez, aynı ışığı onun gözünde de herkes görüyor. Çekinme belki bize de yol açarsın.
Kendisi de Zeynep’e ilgi duyuyordu. Zeynep sarışın yeşil gözlü oldukça güzel bir kızdı. İkisi de aynı duyguları paylaşmasına rağmen daha temkinli ve çekingendiler. Bakışlar birbirine bir şey söylemek ister gibi çatışınca utangaç bir yön değiştirme vardı. İkinci sınıf başlamıştı. Mehmet, Hülya artık el eleydi. Hülya’nın sıkıştırmasıyla Kemal ve Zeynep’te artık can birleştirip, sevgiliydiler. Celal ile Gülay’da son dönemeçteydiler. El ele üç çift yeni bir hayat yolculuğuna çıkmışlardı.

Kemal liseden beri dağcılık sporcusuydu. Grupta lakabı Dağcı’ydı. Arada bir grubu az tehlikeli tırmanışlara götürüyordu. Her seferinde Celal ve Gülay kampta kalıp, onlar sadece dağ yürüyüşü yapar ve onları beklerdi. Akşam eğlencesi için yemek hazırlığı onlarındı. Hülya onlara yer ekibi deyip, biz uçuş ekibiyiz diye takılırdı. Celal ‘Ben ve Gülay ova insanıyız ne anlarız dağdan. Sizler dağ insanı biz medeniyet insanıyız’ derdi.

Kemal o sabah sınıfa geldiğinde gruba;
-30 Temmuzda en tepeye tırmanış var, tırmanır mıyız? Gece eğleniriz. Ne dersiniz. Hafta sonu kaçamağı yapalım mı? Türkiye’nin tepesinde fotoğrafımız olsun. Kolay tırmanış Celal ve Gülay sizde çıkacaksınız. Sadece bazı yerleri biraz dik bir dağ yürüyüşü gibi düşünün.

Tırmanıştan iki gün önce dağın eteğine yakın 3200 metredeki konaklama kampına kurulan çadırlara yerleştiler. Bu gece eğlence gecesiydi. Ertesi gece tırmanmaya başlayacaklardı. Neşe içinde yemeklerini hazırlamaya başladılar. Mangal ustası Celal ateşi yaktı ve ızgarasını ciddiyetle hazırladı. Mangal sevdası ve Adana’lı olması da ona Kebapçı Ağa namını sunmuştu. Çoğu kez Kemal ona Ağa veya Kebapçı Ağa diye hitap ederdi. Akşam çökmek üzere hazırlıklar tamamlanmıştı. Masaya oturup gecenin tadına varmak için eğlenceye başladılar. Aşık sazına Hülya tefine vurup musiki ve danslarla süslü rüya alemine başladılar.
Gece yarısı artık söylenmeyen türkü oynanmayan oyun kalmayınca yorgun düşüp yatmaya karar verdiklerinde, etrafı toplamayı yarına bıraktılar.
-Hayatımda bu kadar eğlenip zevk aldığım gece olmamıştı. Sağol Kemal iyi ki varsın, iyi geceler herkese, eminim en güzel uykumu da bu gece uyuyacağım.
Dedi Celal ve bir alkış tufanı koptu. Dönüşteki kutlama gecesi eğlencesinde buluşmak üzere deyip uykuya çekildiler.

Ertesi gün sabah rehberler gelip bilgi verdiler ve hazırlıkları ve ekipmanları incelediler. Sabah Aklimatizasyon (dağa uyum sağlama tırmanışı) için 4200 metreye çıkıp aşağı indiler. Sonraki sabah rehber;
-Şimdi 3200 metredeyiz. Yola çıkıp 4200 metrede son kampa çıkacağız. Erken yatıp gece saat 1-2 arası kafa lambalarının ışığında tırmanışa başlayacağız. 5 veya 6 saat sonra zirvedeyiz. Hava da oldukça güzel şanslıyız. Zirvede hep birlikte anı fotoğrafında buluşmak üzere gece birde toplanıp tırmanmaya başlıyoruz.

-Gördün mü Gülay hiçte zor değilmiş işte zirvedeyiz. Gelin toplanın fotoğraf çektirelim.
Dedi Kemal. Sırt çantasından prinçten yapılmış plaket büyüklüğünde bir tabela ve yere saplamak içinde birkaç parçadan oluşan saplama sopasını çıkartıp vidalarıyla monte edip zirvede uygun bir köşeye yere çaktı. Plakette üstte bir adalet terazisi altında altı isim, soyadı ve yanlarına parantez içinde seçecekleri meslek kolu yazılmıştı. Kendisi ve Mehmet’in karşısında savcı adayı, Zeynep ve Hülyanın karşısında avukat adayı ve Gülay’la Celal’in karşısına hakim adayı yazdırmıştı. Ayrıca kızların soyadlarının yanına sevdiklerinin soyadlarını eklemişti. Kızlara dönüp sakın kızmayın işimizi sağlama alıp belgelemek istedim. En altta İstanbul Hukuk Fakültesi1975 tarihi yazılıydı. Bol fotoğraf çekiminden sonra kumanyalarından yemeklerini yediler. Grubun diğer katılımcıları da tabela önünde fotoğraf çektirdiler.

Dönüşe başlandı. Biraz iniş sağlandıktan sonra kuzeyden gelen bulutla birden sis bastırdı. Çok yoğun bir sis çöktü. Rehberler emniyet iplerini çıkardılar ve önden arkaya kadar herkese uzattılar. Herkes iplere tutarak siste kafa lambalarını da yakarak inmeye başladılar. Bir müddet sonra Kemal’in arkasında olan Zeynep, ayağının altındaki kaya kayınca yamaçtan yuvarlandı. Kemal arkasından kendini bıraktı. Kayarak aşağıya inmeye başladılar. Birden Zeynep kafasını bir kayaya oldukça sert vurdu ve bayıldı. Burun ve kulağından kan geldi. Kemal yanına gelince hemen sarılarak Zeynep, Zeynep diye bağırmaya başladı. Rehberler sedye ile inip Zeynep’i bağlayıp yukarı çektiler. Hızla kampa inildi. Helikopterle hastaneye sevk edildi.

Kemal hastanede başını ellerinin arasında usul usul ağlıyordu. ‘Nasıl olur nerdeyse inmiştik. Mahvettim yaktım kendi elimle canımı aşkımı’ diyordu.
Doktor ameliyathaneden çıkıp kederli bir şekilde Kemal’e ‘üzgünüm maalesef kaybettik’ dedi. Bir çığlık attı Kemal, tüm hastane bir fırtınanın ilk vuruşu gibi yankılandı. Kesilmiş ulu bir ağacın yıkılması gibi olduğu yere devrildi. En romantik bulduğu doğa olayı belki de en sevdiğini kıskanıp elinden almıştı.

Olaydan bir müddet sonra dağda zirvedeki bu hüznün tabelası basının ve rehberlerin ilgisiyle, yanına yaptırıp diktikleri alev formunda ağaç motifiyle bir ziyaret yerine dönmüştü. Rehberler zirvede konuklara önce bu acı hikayeyi anlatıp sonra ruhun şad olsun Avukat Zeynep diyerek bitirmekteydiler. Konuklara bir karış boyunda çeşitli renklerde kesilmiş kurdeleleri istenilen renkte verip, sarı saçlarını, yeşil gözlerini, mavi açıl gökyüzü, beyaz aşkını, gri sisi, kara kötü günlerini ifade eder, dilek tutup, ağacın dalına bağlayabileceklerini söylemekteydiler.

. -Hoş geldin Mehmet.
Dedi Nermin öğretmen. Her zaman ki gibi gözleri dolu dolu bakmaktaydı.
-Teyzem Kemal nasıl? Var mı bir gelişme?
-Yok! Devamlı yatıyor. Bir sendeleyerek tuvalete kalkıyor. Birde yemekte yatakta oturuyor. İlaçlar devamlı uyutuyor. Sayıklar gibi devamlı sis çöktü, sis çöktü Allah’ım Zeynep dikkat! Zeynep dikkat! deyip haykırıyor. Elleriyle yatakta dövünüyor ta ki yorgun düşene kadar. Doktor uzun süre böyle devam edeceğini söyledi, ilaçlarını hiç aksatmayın diyor. Psikolog genç kız geliyor haftada bir kendisi konuşuyor cevap alamıyor. Bana üzülme iyi olacak diyor. Mehmet’im sende benim evladımsın biliyorum bu çocuk geri dönmez artık.
-Öyle söyleme teyzem. Düzelecek zaman gerek.
Mehmet’in gözleri doldu. Görülmesin diye yana dönüp, başını ellerinin arasına alıp acıyla hıçkırdı.

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (5)

5.0

80% (4)

4.0

20% (1)

Dağcı Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Dağcı yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
DAĞCI yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Celil ÇINKIR
Celil ÇINKIR, @celilcinkir
21.11.2025 21:23:24
Yazı Adı: DAĞCI
Yazarı: Aşıkı Boğaz
RUSAMER: Ruh ve Us Sanatları Araştırma Merkezi
Yorumu Yapan: Ser Feyzlizof Kalburabastî Efendi Hazretleri – Celil ÇINKIR

Aşıkı Boğaz, “Dağcı” anlatısında gençliğin o duru heyecanını, dostluğun iç ısıtan samimiyetini ve aşkın en temiz hâlini bir dağın zirvesine taşıyor. Fakat aynı zirve, bir anda büyük bir acının mezar taşı oluyor. Tırmanış boyunca okur, arkadaşlığın neşesine, aşkın gülüşüne, umut dolu bir geleceğin hayaline şahit oluyor; fakat sis çöktüğünde kader bütün ihtişamıyla sahneye çıkıyor.

Bir an, bir taş kayışı, bir sessizlik…
Ve dağ, gencecik bir canı bağrında saklıyor.

Kemal’in içine çöken sis, dışarıdaki hava olmanın ötesinde, insanın kaybı anlamlandıramayışının derin alegorisi. Zirvede dikilen tabela ise bir hatıra değil; kaderin soğuk yüzünü gösteren bir temyiz mahkemesi gibi.

“Dağcı”, bir tırmanıştan çok, bir ömrün çöküşünü anlatır;
aşkın doruğunu da, insanın çaresizliğini de aynı nefeste taşıyan hüzünlü bir ağıttır.

Vesselam.
“Dağlar insanı büyütür, ama kader büyüttüğün yerden sınar.”
Gönül Pınarı
Gönül Pınarı, @gonul-pinari
21.11.2025 17:58:57
Çıkılan umut dolu yolçuluğun hüzün ve vefatla son bulması sonucu yaşanan olaylara ilişkin kaleme alınmış duygu ve hüzün yüklü dizeleri ve değerli paylaşımcı dostu kutluyorum. Ruhu şad mekanı cennet olsun.
selam ve dua ile esenlikler diliyorum.
Ali Rıza  Coşkun
Ali Rıza Coşkun, @alirizacoskun
21.11.2025 16:56:31
5 puan verdi
Kıymetli kalemdaşım, bu hikâye bir gençliğin umut dolu yolculuğunu, dostluklarını ve aşkını dağların zirvesinde trajik bir kayba dönüştüren derin bir anlatı olmuş. Kemal’in hayalleriyle Zeynep’e duyduğu sevgi, sisin içinde kaybolan bir hayatla birleşiyor ve okuyucunun yüreğine ağır bir sızı bırakıyor. Dağcı lakabıyla zirvelere çıkan bir gencin, en romantik bulduğu doğa olayının en acı hatırasına dönüşmesi, kaderin sert yüzünü gösteriyor. Zeynep’in kaybı, sadece Kemal’in değil, tüm grubun gençlik rüyalarını paramparça ediyor. Zirveye dikilen tabela ve sonrasında anı ağacına dönüşen motif, bu aşkın ve kaybın sembolü olarak kalıcı bir iz bırakıyor. Kemal’in psikolojik çöküşü, sis metaforuyla sürekli tekrar eden bir ağıt gibi ruhunu sarıyor. Bu metin, hem bir aşk hikâyesi hem de bir hayatın kırılma noktası olarak derin bir trajediye dönüşmüş. Kaleminize sağlık, çok etkileyici ve dokunaklı bir eser.
Güneşin Kızı Zehra
Güneşin Kızı Zehra, @gunesinkizi1
21.11.2025 14:42:30
5 puan verdi
Hikâye, doğa ve insan duygusunu güçlü bir şekilde iç içe geçiriyor. Dağcılık ve sis gibi doğa olayları, karakterlerin aşkı, dostluğu ve tutkularıyla harmanlanmış; zirvede yaşanan trajedi ise hem gerilimi hem de duygusal yoğunluğu zirveye taşıyor. Hikâyenin akışı, başarı, sevinç ve kaybın iç içe geçtiğini etkileyici biçimde gösteriyor.
Yüreğinize sağlık. Tebrik ederim.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL