0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
121
Okunma
Kur’ân’ın Kelimelerinde Saklı Olan Mucize:
Lügat, Gayb ve Mana Boyutlarında Derin Bir Yolculuk
Yazar: Murat Kerem
Kur’ân’ın benzerinin getirilemeyeceği hakikati, yalnızca üslup güzelliği veya edebî ihtişamla açıklanamaz. Mesele bunun çok ötesindedir. Kur’ân’ın kelime örgüsü, mana dokusu, gayb haberleri [1], tarihî isabeti ve kâinatla kurduğu büyük uyum; insan sözünün, insan aklının ve insan tecrübesinin ötesinde bir yapıyı açıkça göstermektedir. Kur’ân’ın ayetleri işitildiğinde hissedilen o derinlik, aslında köklerine kadar inildiğinde çok daha belirgin bir hâle gelir. Çünkü Kur’ân’daki her kelime, köküyle, harfleriyle, ses yapısıyla, seçildiği bağlamla ve ayet içindeki konumuyla binlerce hikmeti taşıyan ilâhî bir seçimin sonucudur.
Arapça kök temelli bir dildir. Bir kelimenin kökü onun ruhudur. Kur’ân, dili öyle bir kullanır ki, kök anlamı yalnızca kelimenin vazifesi olmaz; tarihin akışına [2], insan psikolojisine [3], toplumların kaderine ve kâinatın düzenine işaret eden bir ilâhî mühür olarak belirir. Yapay zekâ kelimenin sözlük anlamına bakar; Kur’ân ise kelimenin kökünden kaderi konuşur. Bu yüzden Kur’ân’ın oluşturduğu mana ağını hesaplamak değil ancak tefekkürle keşfetmek mümkündür.
Gayb haberlerinde kullanılan remzî ifade buna güzel bir örnektir. R M Z (ramz) kökü “işaret etmek, gizlice haber vermek” anlamındadır. Gaybın tabiatı açıklık değil, işarettir. Kur’ân, gaybı bildirirken çoğu kez remzî bir üslup tercih eder. Bu üslup, ne fazla söyleyip perdeyi kaldırır ne de az söyleyip kapatır. Gaybın kapısını yalnızca işaretle aralar [4]. Olaylar zaman içinde gerçekleştiğinde, kelimenin kökünde saklı olan mana tarihi aydınlatan bir projektör gibi görünür hâle gelir.
Rûm Suresi’nde geçen galebe kökü G L B bu hakikatin tarih sahnesindeki en güçlü delillerinden biridir: “Rûm mağlup oldu; fakat bu mağlubiyetlerinden sonra tekrar galip gelecekler.” [5] Ayette geçen “…….” kelimesindeki SİN harfi, Arap dilbilgisinde “pek yakın gelecek” anlamı taşır. Bu ifade indiği gün Bizans neredeyse yok olmuş gibiydi. Hiçbir akıl, hiçbir siyasetçi, hiçbir filozof onların birkaç yıl içinde yeniden zafer kazanacağını öngöremezdi. Fakat Kur’ân, fiilin kipini, harfin nüansını ve kelimenin çekimini öyle bir bağlama yerleştirdi ki, ayetin verdiği haber kısa süre sonra tarihçe doğrulandı [6]. Böyle bir kesinlik yapay zekânın mantığı ile açıklanamaz; çünkü o yalnızca ihtimaller üretir. Kur’ân ise hüküm verir.
Firavun’un cesedine dair ayet de benzer bir mucizedir. Yunus Suresi’nde geçen “………” ifadesindeki …..fiili, Arapça’da “su tarafından yutulan bir şeyi dışarı çıkarıp görünür hâle getirmek” anlamına gelir [7]. Bu kelimenin kökünde, boğulan birinin cesedinin ibret için ortaya çıkarılması manası saklıdır. Tarih boyunca Firavun’un bedeni bulunmamıştı. Ancak modern arkeolojinin keşifleriyle mumyası ortaya çıkarılınca bu kelimenin kökündeki hikmet tam anlamıyla tecelli etmiş oldu. Kur’ân, bir kelime kökünde asırlar sonrasını haber vermişti.
Münafık kelimesinin kökü olan N F K (nefaka) da Kur’ân’ın psikolojik teşhis gücünü gösterir. Nefaq “tünel, çift ağızlı geçit” demektir. İçeri bir ağızdan girip başka ağızdan çıkılan gizli yol… Kur’ân, karakteri bu kelimeyle tanımlar: Dışı başka, içi başka olan, çift yönlü kimlik taşıyan kimse [8]. Bu teşhis, Kur’ân’ın lafzında bir kelime ile yapılmıştır; modern psikolojinin “maskeli kişilik”, “ikili benlik” diye tarif ettiği şeyin ilmî temellerini Kur’ân tek bir kökün içine yerleştirmiştir.
Kur’ân’ın kozmik ayetlerinde kullanılan sabaha kökü …S B H .da i’câzın başka bir yönünü gösterir. Kök anlamı “yüzmek, akmak, kesintisiz hareket etmek”tir. Yâsîn Suresi’nde gök cisimleri için “onlar yörüngelerinde akıp giderler” [9] bu kelime ile anlatılır. Modern astronomi, gezegenlerin ve yıldızların kesintisiz bir yörünge hareketi içinde olduğunu asırlar sonra keşfetti. Kur’ân ise bunu bir kelimenin kökünde önceden haber vermişti. Modern bilim, Kur’ân’ın kelime köklerinde saklı olan hakikatleri bir bir ortaya çıkararak onun beyanını tasdik etmiş; bugün de etmektedir ve gelecekte de etmeye devam edecektir. Zira bilim, var olanı keşfeder; Kur’ân ise daha önce bildirmiş olandır.
Kur’ân’ın yaratılışı anlattığı “halaka” kökü H L K sadece “yaratmak” değil, “ölçü ile var etmek, planlamak, takdir etmek” anlamındadır [10]. Bu kök, modern biyolojinin genetik programı, fizikçilerin ince ayar dediği kozmolojik düzen ile derin bir uyum içindedir. Aynı şekilde kader kökü olan (kader), “ölçmek, sınır koymak, planlamak” manalarını taşır. Kur’ân, kâinattaki düzeni anlatırken hep bu kökü kullanır; çünkü her şeyin bir ölçü ile yaratıldığını bildirir [11].
Kur’ân’ın kelime seçimi, sadece tarih ve bilimle değil, insanın ruhuyla da birebir konuşur. “Nur” kelimesi (N R ) , hem fizikî ışığı hem de manevî hakikati ifade eder [12]. Bir kelime, hem maddî âlemde hem manevî âlemde aynı kökten yankılanır. Bu da Kur’ân’ın dilsel tercihinde görülen büyük hikmeti ortaya koyar.
Tüm bu örnekler, Kur’ân’ın mucizesinin kelimenin kökünde; harflerin dizilişinde; fiillerin kipinde; ayetin bağlamında; tarihin akışında; kâinatın düzeninde ve insanın ruhunda tecelli ettiğini gösterir. Yapay zekâ kelimeyi veri olarak görür, Kur’ân ise kelimeyi vahiyle şekillenen bir varlık olarak işler. Bu yüzden bir metin benzetilebilir; fakat bir hakikat taklit edilemez. Bir kitap yazılabilir; fakat Kelâmullah’ın mahiyeti hesaplanamaz.
Kur’ân’ın benzeri getirilemez; çünkü Kur’ân yalnız bir metin değil, kelimenin kaderini yazan bir kitaptır.
Ve kelimenin kaderini ancak kelâmın Sahibi yazabilir.
Kaynakça
[1] İsrâ 17/88 – Kur’ân’ın benzerinin getirilemeyeceğine dair meydan okuma.
[2] Rûm 30/2–4 – Bizans’ın mağlubiyetten sonra galibiyet haberinin verilmesi.
[3] Nisâ 4/145 – Münafıkların “en aşağı tabaka” ile nitelendirilmesi.
[4] Târık 86/16–17 – “Tuzak kurma” kavramındaki remzî ifade.
[5] Rûm 30/2 – Tarihî galebe haberinin ilk bildirimi.
[6] Taberî, Câmiu’l-Beyân; Râzî, Mefâtîhu’l-Gayb – Rûm Suresi’nin gaybî tefsirleri.
[7] Yunus 10/92 – Firavun’un bedeninin ibret için korunması.
[8] Kur’ân lügatları: Lisânü’l-Arab; Müfredatu’l-Kur’ân (Râgıb el-İsfahânî).
[9] Yâsîn 36/40 – Gök cisimlerinin “akıp gitmesi” ifadesi.
[10] Nahl 16/3 – “Hak üzere yaratma” ifadesi.
[11] Kamer 54/49 – “Her şey bir ölçü ile yaratılmıştır.”
[12] Nûr 24/35 – “Allah göklerin ve yerin nurudur.”