Sevmek birbirine değil, birlikte aynı noktaya bakmaktır. exupery
cakirismail
cakirismail

Japonya’dan Amazon’a Göç 2-Denizle Savaşmak

Yorum

Japonya’dan Amazon’a Göç 2-Denizle Savaşmak

( 1 kişi )

0

Yorum

0

Beğeni

5,0

Puan

95

Okunma

Japonya’dan Amazon’a Göç 2-Denizle Savaşmak

Japonya’dan Amazon’a Göç 2-Denizle Savaşmak

Bölüm 4: Yeni Ailenin Kucağında

Sabah, güneş ufukta utangaç bir kızıllıkla doğdu. Komşu köyden bir grup, nehir kıyısına ulaştı. Tsunami, her şeyi silip süpürmüştü. Yıkılmış kulübeler, dağılmış balık ağları, suların sürüklediği yosun yığınları… Köy, bir hayaletten farksızdı. Ağaçların kökleri dışarı fırlamış, evlerin yerinde çamur ve molozdan başka bir şey kalmamıştı. Nehir ters akışın ardından eski yönüne dönmüş, taşkın sular yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı.

Bir grup hayatta kalan köylü, çıplak ayaklarıyla enkaz arasında dolanıyordu. Ellerinde sopa, gözlerinde hem yas hem umut vardı. Kimi eşini, kimi çocuğunu, kimi yaşlı ana babasını arıyordu.

İçlerinden biri, Umak, yaşlı bir balıkçıydı. Baston gibi kullandığı kıvrık dal parçasıyla çamuru eşeliyor, gözlerini nehrin kıyısından ayırmıyordu. Onun yanında, Genç bir avcı, Runa, ağlamaktan kızarmış gözleriyle dalgaların sürüklediği enkaza bakıyordu. Birden gözleri büyüdü.

Nehrin kıyısında durdu, gözleri enkazı taradı. “Burada kimse sağ kalamaz,” diye mırıldandı, sesinde bir ağırlık.

Ama sonra, dallara takılmış bir şey gördü. Spiral desenli bir sepet, nehrin sığ sularında sallanıyordu. Runa, suya daldı, sepeti nazikçe çekti. İçinde, battaniyeye sarılmış, korkudan titreyen Xiri yatıyordu. “Bir çocuk!” diye bağırdı Runa, sesi kırılgan bir umutla doldu. Yanındaki yaşlı bir kadın, Nia, sepetin desenlerine dokundu. “Bu… bizimkilerden değil,” dedi, kaşları çatık. “Ama ruhlar onu bize getirdi.”

Sepetin kenarında, kırık bir parça dikkat çekti: spiral desenli bir saz, tsunaminin izlerini taşıyordu. Nia, parçayı eline aldı, mırıldandı: “Bu çocuk, denizin armağanı.”

Köyün merkezinde, köylüler, ateşin etrafına toplanmış, deniz ruhlarına sunu bırakıyordu. Balık kemikleri ve yosun demetleri, dalgalara teslim ediliyordu. Yaşlı kadın, taşını suya bıraktı, mırıldandı: “Bizi koru, büyük ruhlar.”

[Kamera: Görüntü, nehrin dalgalı sularına kayar, ay ışığı suyun yüzeyinde kırılır…]

Nehir kıyısındaki komşu köy, sabahın sisiyle sarılmıştı. Saz kulübeler, ağaçların gölgesinde dizilmiş, balık ağları nehrin sakin sularında ıslanıyordu. Nehri yukarısındaki köy, tsunaminin gazabından kıl payı kurtulmuştu, ama korku hâlâ havada asılıydı. Runa, spiral desenli sepeti kucağında köyün merkezine taşımıştı. İçinde titreyen Xiri, battaniyesine sarılmış, gözleriyle etrafı tarıyordu. Köylüler, merak ve şefkatle çevresine toplandı. Yaşlı Nia, “Denizin armağanı bu çocuk,” dedi, sesi bir kehanet gibi ağır.

Runa’nın annesi, Mera, kalabalığı yararak öne çıktı. Kırışmış elleriyle Xiri’nin yanağına dokundu. “Zavallı yavru,” diye mırıldandı, gözleri nemli. “Annesi nerede?” Xiri, sessizdi, sadece battaniyeyi daha sıkı kavradı. Runa, annesine baktı. “Aşağı köyden kimse kalmadı. Yalnız bu çocuk.”

Mera, başını salladı, kararlı bir nefes aldı. “O halde bizim olacak.” Kalabalık, mırıldanarak dağıldı. Nia, saz parçasını Mera’ya uzattı. “Bunu sakla,” dedi, sesi alçak. “Çocuğun geçmişi bu desende.”

Xiri, Mera’nın kulübesine taşındı. Kulübenin içi, balık yağı ve kurutulmuş ot kokuyordu. Duvarlarda asılı sepetler, köyün kendi basit desenleriyle süslenmişti, ama hiçbiri Xiri’nin sepetindeki spiraller kadar karmaşık değildi. Mera, Xiri’i bir hasır yatağa yatırdı, battaniyesini düzeltti. “Korkma, küçük,” dedi, sesi yumuşak. “Burası yuvan artık.”

O gece, Xiri uyurken bir rüya gördü. Karanlık sular, kulübesini yutuyordu. Annesinin sesi, dalgaların arasında yankılanıyordu: “Yaşa, oğlum!” Xiri, çığlık atarak uyandı, göğsü hızla inip kalkıyordu. Mera, yatağın kenarına koştu, oğlunu kucakladı. “Sakin ol, küçük. Sadece bir kâbus.” Xiri, titreyerek mırıldandı: “Anne… su… her yeri aldı.”

Mera, kaşlarını çattı, ama sormadı. Ardından diz çöküp küçük ocağın yanına gitti ve yanan közün üzerine birkaç kurutulmuş yosun yaprağı attı. Odayı deniz kokusuyla karışık tütsü sardı.
Onun yerine, bir masal anlatmaya başladı, “Bir zamanlar, denizin kalbinde yaşayan bir dev balık vardı. Balık öfkelendiğinde dalgaları kıyıya vurur, ama yalnızca kibirli olanları yutar, iyilere ise yeni yol açardı. Fakat bir gün ruhlar iyilere de acımadı. Dalgalar herkesi yuttu. Fakat o gün nehirle denizin buluştuğu yerde bir çocuk doğdu. Deniz ruhları, ona bir sepet verdi, dalgalara karşı korusun diye…” Xiri, Mera’nın sesiyle sakinleşti, gözleri ağırlaştı. Ama az önce gördüğü rüya, zihninin kuytularında bir gölge gibi kaldı.



Bölüm 5: Yeni Bir Yuva

Yıllar geçti. Yıkılan evler bambu ve çam ağacıyla tekrar inşa edilmiş, nehrin kıyısına taş duvarlar örülmüştü. Her evin önünde otla beslenen domuzlar, kurutulmuş balıklar ve tütsülenmiş etlerin asılı olduğu raflar vardı. Kadınlar sabahları nehirden su taşır, akşamları ateş başında örme işleri yapar, çocuklar kemikten yapılmış düdüklerle oyunlar oynardı.

Xiri, Mera ve Runa’nın oğlu gibi büyüdü, ona Kael ismini verdi. Mera, artık hem anne hem öğretmen olmuştu. Kael’i kendi öz evladı gibi seviyor, ona yalnızca hikâyeler değil, aynı zamanda balıkçılık, ağ örme, taş keskiyle işaret yapma, kuş izlerini okuma gibi beceriler öğretiyordu.
Ama tsunami bir kâbus gibi peşindeydi. Köyün çocuklarıyla balık tuttu, ağ ördü, ama bazen nehirde bir dalga kıvrıldığında donup kaldı. Mera, Kael sekiz yaşına bastığında, onu eski köyün yıkıntılarına götürdü. Nehir kıyısı, hâlâ tsunaminin izlerini taşıyordu: kırık sepetler, yosunla kaplı taşlar, çamura gömülmüş bir spiral desenli saz parçası. Kael, saz parçasını eline aldı, parmakları titredi. “Burası… annemin yeri mi?”

Mera, oğlunun omzuna dokundu. “Evet, küçük. Seni bir sepette bulduk, dalgalar seni bize getirdi. Annen, seni bu sepete koyarak kurtardı.” Kael, saz parçasını göğsüne bastırdı, gözleri doldu. “Onu hatırlıyorum… ama bulanık.”

Runa, yanlarında durmuş, nehrin sularına bakıyordu. “Deniz, bazen alır, bazen verir, kıyıya vuran dalgaların hareketi gibi” dedi, sesi dalgın. “Ama korkma, Kael. Biz seni koruruz.”

Köy, tsunamiden beri bir ritüel geliştirmişti. Her dolunayda, köylüler nehir kıyısına toplanır, dalgalara karşı koruyucu tılsımlar yapardı. Sazdan küçük sepetler, süslenir, içine balık kemikleri ve yosun konurdu. Nia, tılsımları suya bırakırken mırıldanırdı: “Ruhlar, öfkenizi dindir. Bizi koru.” Kael, bu ritüellere katılır, ama her sepet suya değdiğinde, annesinin haykırışını duyardı.

Kael geceleri uyanıp kıyıya yürür, nehrin karanlık yüzeyine bakar, kendi yansımasını izlerdi.

— “Anne... sen misin?”

Ama su yalnızca titrek yıldızları gösterirdi.

[Kamera: Dolunay altında tılsımlı sepetlerinin nehre bırakıldığı bir sahneye kayar; sular, ay ışığında parlar, ama ufukta bir gölge belirir.]



Bölüm 6: Denizle Savaşmak

Kael, on sekiz yaşına bastığında, nehir kıyısındaki köy onun yuvası olmuştu, ama kalbi hâlâ dalgaların gölgesinde çırpınıyordu. Uzun boylu, ince yapılı bir gençti artık; gözleri, annesi Aila’nın bıraktığı o bulanık kâbusla doluydu. Köyün çocuklarıyla balık tutar, ağ örer, kahkahalar atardı, ama nehirde bir dalga kıvrıldığında donup kalır, nefesi kesilirdi. Geceleri, rüyalarında sular kulübeyi yutuyor, annesinin sesi yankılanıyordu: “Yaşa, oğlum!” Uyanır, göğsü sıkışır, spiral desenli saz parçasını göğsüne bastırırdı. O parça, geçmişiyle tek bağıydı.

Kael, köyün kenarında, bir sedir ağacının gölgesinde çalışıyordu. Önünde, sazlardan örülmüş bir sepet büyüyordu, annesinin sepetinden daha büyük, daha sağlam. Parmakları, sazları kıvrık kıvrık örerken, spiral desenler oluşturuyordu; tıpkı annesinin sepetindeki gibi, Jomon atalarından miras bir tılsım. Mera, üvey oğlunun yanına çömeldi, kaşlarını çattı. “Kael, bu sepet… niye bu kadar büyük?”

Kael, başını kaldırmadan mırıldandı. “Denizle savaşacağım, anne. Bir daha kimse sulara kapılmayacak.” Sesinde, korku ve kararlılık iç içeydi.

Runa, elinde bir balık ağıyla yaklaştı, gülümsedi. “Kael, dalgalarla dövüşmek mi istiyorsun? Cesur, ama aptalca.” Gözleri, şefkatle parladı. “O sepet seni taşıyamaz.”

Kael, saz parçasına baktı, parmakları desenlerde gezindi. “Taşımalı,” dedi, sesi bir fısıltı. “Annemin sepeti beni taşıdı.”

Köyün yaşlı balıkçısı, Tiko, uzaktan izliyordu. Yıllar önce tsunamiyi görmüş, Yara’nın dualarını alaya almıştı. Şimdi, Kael’in sepetine bakarken içini bir ağırlık kapladı. Yanına yürüdü, omzuna dokundu. “Oğlum, dinle,” dedi, sesi çatallı. “Senin köyünden bir hikâye duymuştum. Annen, Aila sana Xiri ismini verdiği bir gece dalgalara şarkı söylemiş. Deniz ruhları onu dinlemiş sakinleşmiş. Ama ruhlar 3 sene sonra yeniden öfkelenmiş. O sepet, seni kurtardı, ama denize güvenme, ruhlara da güvenme.”

Kael, kaşlarını çattı. “Şarkı mı? Annem… şarkı mı söylermiş? Benim gerçek adım Xiri mi? Bu ne demek?”

Tiko, başını salladı, gözleri dalgın. “Evet. Annenin sana koyduğu isim Xiri: Gökyüzünden gelen, kutsal misafir demek. Annen şarkılarla ruhlara yalvarırmış. Ama tsunami… kimseyi dinlemedi.” Elini Kael’in omzuna sıkıca koydu. “Cesaretin güzel, ama dikkatli ol.”

Kael, sepetini bitirdiğinde dolunay yükselmişti. Köylüler, her dolunayda yaptıkları ritüelde nehir kıyısına toplandı. Sazdan tılsım küçük sepetleri, balık kemikleri ve yosunlarla doluydu. Nia, suya bir küçük sepet bırakırken mırıldandı: “Ruhlar, öfkenizi dindir.” Kael, kendi dev sepetini suya indirdi, ama gözleri nehrin ötesindeydi, denizin karanlık ufkunda.

Ertesi gün, Kael sepetini nehirde içine girerek denedi. Sular, sakin bir mırıltıyla akıyordu. Köylü çocuklar, kıyıdan tezahürat yaptı. “Kael, denizin kralı olacaksın!” diye bağırdı biri. Sepet, nehirde süzüldü, spiral desenler ay ışığında parladı. Ama Kael, cesaretini topladı, sepeti küreklerle denize doğru itti. Dalgalar, sepeti kucakladı, ama sonra bir çatırtı duyuldu. Sazlar dağıldı, sepetin altı açıldı. Kael, sulara gömüldü, dalgalarla boğuştu. Köylüler, çığlık atarak kıyıya koştu. Runa, suya atladı, Kael’i kolundan yakaladı. “Aptal çocuk!” diye bağırdı, nefes nefese. Kael, kıyıya sürüklenirken titriyordu, gözleri dalgalarda kayboldu.

Kıyıda, Mera oğlunu battaniyeye sardı. “Niye, Kael?” dedi, sesi kırgın. “Niye denize meydan okuyorsun? Seni ruhlar bir kez geri verdi, tekrar vermezler!”

Kael, saz parçasını göğsüne bastırdı, mırıldandı: “Çünkü annem beni kurtardı. Ben de başkalarını kurtaracağım.”

DEVAM EDECEK...

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 

Topluluk Puanları (1)

5.0

100% (1)

Japonya’dan amazon’a göç 2-denizle savaşmak Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Japonya’dan amazon’a göç 2-denizle savaşmak yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Japonya’dan Amazon’a Göç 2-Denizle Savaşmak yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL