0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
92
Okunma
Toplumsal vicdanın hassas terazisi, ne zamandır bu denli hoyratça sarsılıyor? Aile ocağının sıcaklığı, hangi ara reyting uğruna kurgulanan bir trajedi sahnesine dönüştü?
Bakınız, her akşam evlerimize konuk olan, her kanalda boy gösteren o ışıltılı kutulara... Artık dramanın zirvesi, ne sınıf çatışması ne de kaderin cilvesi. Şimdi zirve, ihanetin sıradanlığı, sadakatin ise bir aptallık emaresi olarak sunulmasıdır.
Bir zamanlar, yuvayı yıkan bir sır, fısıltıyla dahi dillendirilmezdi. Oysa şimdi, evli hayatların mahremiyeti, pervasızca bir senaryo malzemesi. Zina, İslâm ahlakında "hayâsızlık ve kötü bir yol" olarak tanımlanan o büyük günah, ekranlarda "tutkulu bir kaçış", "yasak bir aşk" ya da "kaderin cilvesi" maskesiyle cilalanıyor.
Eşler arasındaki güvenin ipleri, gözümüzün önünde birer birer çözülürken, izleyiciye sunulan tek şey, bu ahlaki kaygan zeminde yürüyen karakterlere duyulan acıma hissi. Suçlu, çoğu zaman sisteme, baskıya ya da hayat şartlarına atfediliyor; asla eylemin kendisine değil. Bu durum, toplumun bilinçaltına sessiz bir zehir salıyor: "Herkes yapıyor, demek ki o kadar da kötü değil."
Bu medeniyet, temelini güvene dayalı aile üzerine kurmuştur. Evliliği, fani heveslerin ötesine taşıyan bir ahit olarak görmüştür. Şimdi ise bu ahit, reyting tablolarının altında ezilip gidiyor. Genç nesiller, ekranlarda gördükleri bu çarpık ilişkiler yumağını, sağlıklı bir evliliğin alternatifi olarak algılamaya başlıyor.
İslam inancı, bu tür bir yıkıma karşı en sağlam kalkanı sunar: Tevbe.
Tevbe, sadece bir sözden ibaret değildir; o, kalbin nedametle yanması, eylemin anında terk edilmesi (ik’lâ’) ve geleceğe dair kesin bir sadakat sözü (azim) vermektir. Medyanın bizi sürekli olarak uçuruma sürüklediği bir çağda, tevbe kapısı, bireyin sadece Allah ile arasındaki bağı değil, aynı zamanda kaybettiğimiz toplumsal vicdanı da onarma yoludur.
Oysa diziler, bu manevi onarım yolunu nadiren gösterir; zira "pişmanlık ve salih amel," reyting getirmez. Onlar, günahın drama potansiyelini severler, kurtuluşun sükûnetini değil.
Artık gözümüzdeki perdeyi kaldırmalıyız. Ekrandan sızan bu zehirli akıntıya karşı durmak, bir ahlaki zorunluluktur. Ya bu edebi yozlaşmaya göz yumup, toplumsal yapımızın temellerinin çatlamasını izleyeceğiz ya da kumandayı elimize alıp, ahlaki pusulamızı yeniden ailemize, değerlerimize ve inancımıza çevireceğiz.
Zira unutmayalım: Bir milletin geleceği, ekranlarda tüketilen sanal ihanetlerde değil; evlerin içinde, sessiz sedasız yeşertilen sadakat ve güven tohumlarındadır. Ve her zaman olduğu gibi, en büyük sığınak ve kurtuluş yolu, Rabbin sonsuz merhametine sığınan, samimi bir tevbe dilinde saklıdır.
Necla Polat Hasbutcu
#köşeyazıları
#EkranlardakiZehir #AileyeDönüş #AhlakiYozlaşma #ToplumsalVicdan #ReytingKurbanı