0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
103
Okunma
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı
İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.
Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.
İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.
Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.
Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.
Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk’ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.
Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.
Özet:
Bu makale, insanı diğer varlıklardan ayıran temel özellikleri "köpek" metaforu üzerinden psikolojik, sosyolojik ve felsefi bir perspektifle incelemeyi amaçlamaktadır. "Tanrıyı insan yarattı" tezinden hareketle, ahlakın ve erdemin ilahi bir buyruk olmaktan ziyade, insanın kolektif bilincinin ve sosyal sözleşmesinin bir ürünü olduğu argümanını geliştirmektedir. Makale, "rızalık yolu" olarak adlandırılan ve bireysel sorumluluk, hataları telafi etme ve toplumsal uzlaşıyı merkeze alan bu ahlaki sistemin, Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 yılları arasında inşa etmeye çalıştığı laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelinin temel felsefesi ile nasıl örtüştüğünü ortaya koymaktadır. Nietzscheci "üst-insan", Frommcu "olmak ya da sahip olmak" ve sosyal sözleşme kuramları ışığında, metaforik anlatıdaki "kümes"in dar kalıplarını kırarak aklın ve vicdanın rehberliğinde ilerleyen bir toplum inşası projesi analiz edilecektir.
Anahtar Kelimeler: Köpek Metaforu, Rızalık Ahlakı, İnsan-ı Kâmil, Atatürk Devrimleri, Sosyal Sözleşme, Tanrıyı İnsan Yaratmak, Seküler Ahlak, Sorumluluk, Tazmin.
Giriş: Metaforun Epistemolojik Derinliği
İnsan, anlam yaratan bir varlıktır. Anlamlarını ise çoğunlukla kendisine ve çevresine dair kurduğu metaforlarla inşa eder. "Köpek" metaforu, bu bağlamda, sadece basit bir hayvan-insan karşılaştırması değil; insan olma halinin ontolojik (varlıkbilimsel) ve aksiyolojik (değerbilimsel) sınırlarını sorgulayan derin bir epistemolojik (bilgibilimsel) araçtır. Metafor, bize insanı "sûret" (biçim, görünüş) ve "sîret" (öz, karakter) olarak ikiye ayırır ve asıl insanlık durumunun ikincisinde gizli olduğunu ima eder. Bu ikilik, felsefe tarihinde Platon’un "gölgeler mağarası"ndan, Marx’ın "yabancılaşma" kavramına, Nietzsche’nin "sürü ahlakı" eleştirisine kadar uzanan kadim bir tartışmanın izlerini taşır.
Bu makale, söz konusu metaforu, "Tanrıyı insan yarattı" şeklinde özetlenebilecek olan ve din sosyolojisinde Ludwig Feuerbach, felsefede ise Nietzsche ile güçlü bir şekilde temellendirilen antropolojik bakış açısıyla okuyacaktır. Buradan hareketle, "rızalık yolunun", ilahi bir emirden ziyade, insanın kendi kolektif vicdanının ve toplumsal yaşamının zorunluluğu olarak geliştirdiği seküler bir ahlak sistemi olduğu tezini işleyecektir. Nihayetinde, bu bireysel erdemler sisteminin, Atatürk’ün Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa ederken hedeflediği "kula kul olmayan, özgür iradeli, sorumlu bireyler" toplumu projesi ile nasıl bir paralellik taşıdığı ortaya konulacaktır.
1. Felsefi Temeller: Tanrıyı İnsan Yarattığında Ahlakın Kökeni
"Tanrıyı insan yarattı" ifadesi, en yalın haliyle, dinlerin ve kutsal sayılan değerlerin, insanın kendi doğasını, korkularını, arzularını ve toplumsal ideallerini yansıtan bir projeksiyon olduğunu savunur. Ludwig Feuerbach’a göre, insan kendi özüne dair tüm olumlu nitelikleri (sevgi, adalet, merhamet, kudret) soyutlayarak, onları sınırsız ve mükemmel bir varlık olarak tasavvur ettiği "Tanrı"ya yüklemiştir. Böylece insan, kendi özüne yabancılaşmış, yarattığı bu mükemmel varlığın karşısında kendi kusurlu doğasıyla eziklik hissetmeye başlamıştır.
Nietzsche ise bu fikri daha da radikalize eder. Ona göre Hıristiyan ahlakı, "sürü ahlakıdır"; zayıfların, güçlülere karşı geliştirdiği bir intikam ve hayatta kalma stratejisidir. "Tanrı öldü" sözü, bu yapay değerler sisteminin artık insanı taşıyamadığının, onun özgür ve yaratıcı potansiyelini baskıladığının ilanıdır. Nietzsche, insanın bu değerleri aşarak, kendi yaşamını onaylayan, "evet" diyebilen, kendi değerlerini yaratabilen "üst-insan"a (übermensch) ulaşmasını bekler.
Köpek Metaforunun Bu Bağlamda Okunusu:
Metaforumuzdaki "köpek", Nietzsche’nin "sürü insanını" temsil eder. O, eyleminin ahlaki sonuçlarından bihaber, içgüdüleriyle hareket eden bir varlıktır. "Sûrette insan olanlar" ise Feuerbach’ın yabancılaşmış insanıdır; biçimsel olarak insandırlar ama özleri (sîretleri) henüz kendi yarattıkları "tanrısal ahlakı" dahi içselleştirememiş, hayvani içgüdüler seviyesinde kalmıştır. İşte "rızalık yolu", bu noktada ilahi olana değil, insani olana bir dönüş çağrısıdır. Ahlak, artık tanrısal bir buyruk değil, insanın diğer insanlarla kurduğu ilişkide, karşılıklı rızaya ve sorumluluğa dayalı olarak inşa ettiği seküler bir uzlaşıdır. Hatanın telafisi, tanrıya değil, mazluma edilen bir özür ve tazminattır. Kusuru aramak, dışarıda bir günah keçisinde değil, kendi özünün derinliklerindedir. Bu, Nietzsche’nin "kendi kendini aşma" idealinin pratik, somut ve toplumsal bir yansımasıdır.
2. Psikolojik Boyut: Benlik, Sorumluluk ve Öz-yeterlilik
Metaforun merkezinde, bireyin kendi eylemlerinin faili olduğunu kabullenmesi yatar. Psikolojide bu, "içsel kontrol odağı" (internal locus of control) kavramıyla ilişkilidir. İçsel kontrol odağı yüksek bireyler, yaşamdaki olayları ve sonuçlarını kendi davranış ve kararlarına bağlarlar. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim" sözü, bu psikolojik durumun edebi bir ifadesidir. Bu, bir suçluluk psikolojisi değil, bir güçlülük halidir. Çünkü sorunun kaynağını dışarıda arayan birey, çözümü de dışarıda arar ve kendini güçsüz hisseder. Oysa sorumluluğu üstlenen birey, çözümün de mimarı olma gücünü kendinde bulur.
Carl Jung’un "gölge" (shadow) kavramı da burada devreye girer. Jung’a göre gölge, kişiliğimizin kabul etmekten, yüzleşmekten kaçındığımız karanlık yanlarıdır. "Cahiller daima kendini aklar" ifadesi, kişinin kendi gölgesini görmezden gelme, onu bilinçdışına itme eğilimine işaret eder. Oysa "ârif" ve "kâmil" olanlar, Jung’un "bireyleşme" (individuation) sürecindeki kişiler gibi, bu gölgeyi bilinç düzeyine çıkarıp onunla yüzleşir ve bütünleşirler. Köpek metaforundaki kişi, tavukları yediğinde ilk başta gölgesi (hayvani içgüdüsü) dominant hale gelmiştir. Kâmil insan olma yolculuğu, bu gölgeyi bastırmak değil, onu kabul edip, onun verdiği zararı telafi ederek onu "ıslah etmek", böylece bilinç düzeyini yükseltmektir.
Eric Fromm’un "Olmak ya da Sahip Olmak" (To Have or To Be?) eseri de bu metaforla doğrudan bağlantılıdır. Köpek, "sahip olma" modundadır: açlığını gidermek için tavuğa sahip olmak ister. İnsan-ı kâmil ise "olmak" moduna geçer: erdemli, sorumlu, ilişkisel bir varlık "olma"yı seçer. Tazminat ödemek, maddi bir "sahip olma" kaybı gibi görünse de, aslında kişinin manevi "olma" statüsünü güçlendiren bir eylemdir.
3. Sosyolojik ve Siyasal Yansıma: Rızalık Toplumu ve Sosyal Sözleşme
Metafor, bireysel düzeyde kalmaz, toplumsal bir projeksiyon sunar. Toplum, birbirleriyle sürekli etkileşim halinde olan bireylerden oluşan bir "kümestir". Thomas Hobbes, doğa durumundaki insan hayatının "yalnız, yoksul, kötü, vahşi ve kısa" olduğunu söyler. Bu, metaforumuzdaki köpeğin kümese girip tavukları yediği anarşik duruma benzer. Hobbes’ün çözümü, mutlak bir egemene (Leviathan) boyun eğmektir. Ancak bu çözüm, "kula kul olmak" riskini taşır.
John Locke ve Jean-Jacques Rousseau ise daha incelikli bir çözüm önerir: Sosyal Sözleşme. Bireyler, doğa durumundaki sınırsız özgürlüklerinden, güvenlik, adalet ve huzur içinde yaşamak için gönüllü olarak feragat ederler ve ortak bir irade (genel irade) oluştururlar. Bu sözleşmenin temelinde, bireylerin birbirlerinin yaşam, özgürlük ve mülkiyet haklarına karşılıklı rıza gösterisi yatar.
Atatürk’ün Projesi ve Rızalık Toplumu:
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1923-1938 arasındaki devrimleri, Osmanlı’nın tebaa toplumundan, modern bir yurttaş toplumuna geçişi hedefliyordu. Bu, tam da Hobbes’ün anarşik "doğa durumu"ndan, Rousseau’nun "sosyal sözleşme" toplumuna geçiş projesidir.
Laiklik: Ahlakın kaynağını ilahi otoriteden alıp, insanın kolektif aklına ve vicdanına (rızasına) devreder. "Tanrıyı insan yarattı" perspektifinden bakıldığında, laiklik, insanın kendi yarattığı tanrısal projeksiyonun otoritesinden kurtularak, kendi gerçek dünyasına ve toplumsal ilişkilerine odaklanmasının kurumsal ifadesidir.
Hukuk Devleti: Yazılı, rasyonel ve seküler bir hukuk sistemi, toplumsal rızanın en somut tezahürüdür. Metaforumuzdaki "tazminat" eylemi, bireysel düzeydeki rıza arayışının, toplumsal düzeyde adalet sistemine dönüşmüş halidir. Hukuk, köpeğin içgüdüsel eylemini sınırlayan ve insanın rıza arayışını kurumsallaştıran çerçevedir.
Demokrasi: Toplumun kendi kendini yönetme iradesidir. Rızanın, bireysel düzeyden kolektif siyasal katılıma evrilmiş biçimidir. "Kümes"in kurallarını, kümestekilerin birlikte koymasıdır.
Eğitim Devrimi: "Kümesin dar kalıplarını kırmak", ancak aklı ve eleştirel düşünceyi merkeze alan bir eğitimle mümkündür. Atatürk’ün hedefi, dogmalarla değil, bilimle donanmış, "kendi derdinin dermanını içinde taşıyan" özerk bireyler yetiştirmekti. Bu bireyler, "ârif" ve "kâmil" olma yolunda, kusuru daima kendinde arayan, sorumluluk sahibi yurttaşlardır.
Atatürk’ün modeli, metaforumuzdaki "insan-ı kâmil" idealini, kolektif bir toplum mühendisliği projesine dönüştürme çabasıdır. Bu proje, bireyleri, eylemlerinin toplumsal sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen ve nihayetinde birbirinin rızasını arayan özgür ve sorumlu varlıklar haline getirmeyi amaçlar.
4. Eleştiri ve Sentez: Metaforun Sınırları ve Güncel Yansımaları
Hiçbir metafor mükemmel değildir. Köpek metaforu, insanın karmaşık doğasını tam olarak kavramakta yetersiz kalabilir. İnsan, içgüdüleriyle hareket eden bir köpek değildir; aynı zamanda toplumsal normlar, kültür, ideoloji ve bilinçdışı tarafından şekillendirilen karmaşık bir varlıktır. "Rızalık" kavramı da sorgulanabilir: Gerçek bir rıza, güç eşitsizliklerinin olmadığı bir ortamda mümkün müdür? Tazminat her zaman maddi midir? Manevi zararlar nasıl telafi edilir?
Ancak metaforun gücü, bu sorgulamaların kapısını aralamasıdır. Günümüz toplumunda, bireylerin ve kurumların sorumluluktan kaçınma eğilimi ("cancel culture", kutuplaşma, nefret söylemi) düşünüldüğünde, "rızalık yolu"nun ne kadar hayati bir ahlaki pusula olduğu görülür. Modern hukuk sistemlerindeki "alternatif uyuşmazlık çözümü" ve "uzlaştırma" mekanizmaları, tam da bu rıza arayışının kurumsal karşılıklarıdır.
Sonuç ve Değerlendirme
"Köpek" metaforu, "Tanrıyı insan yarattı" bakış açısıyla ele alındığında, insanlık durumuna dair çok katmanlı bir anlayış sunar. Bu metafor, ahlakın ve erdemin insanüstü bir kaynaktan ziyade, insanın kendi varlığını anlamlandırma, toplumsal yaşamını sürdürme ve nihayetinde daha "insani" bir seviyeye yükselme çabasının bir ürünü olduğunu gösterir. Bu çabanın bireysel ifadesi "özünü yoklamak" ve "hatayı telafi etmek" iken; toplumsal ve siyasal ifadesi, Atatürk’ün öncülük ettiği laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti modelidir.
Bu model, insanı merkeze alan, onun aklını, vicdanını ve birbirleriyle olan rıza temelli ilişkisini toplumsal örgütlenmenin temeli yapmayı hedefleyen bir "insan-ı kâmil projesi"dir. Nihai hedef, "kümes"in dar, içgüdüsel kalıplarını kırarak, aklın, bilimin ve evrensel insani değerlerin aydınlattığı, bireylerin birbirlerinin özgürlük alanına saygı duyduğu ve ortak rıza ile şekillenen bir "uygarlık yolunda" ilerlemektir. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda, kendi yarattığımız tanrısal illüzyonlardan sıyrılıp, nihai sorumluluğu kendi özümüzde bulduğumuz zaman gizlidir.
Kaynakça:
Feuerbach, L. (1841). The Essence of Christianity. (Hıristiyanlığın Özü).
Nietzsche, F. (1883-1885). Thus Spoke Zarathustra. (Böyle Buyurdu Zerdüşt).
Nietzsche, F. (1887). On the Genealogy of Morality. (Ahlakın Soykütüğü Üzerine).
Jung, C. G. (1951). Aion: Researches into the Phenomenology of the Self. (Benliğin Dinamikleri).
Fromm, E. (1976). To Have or To Be?. (Olmak ya da Sahip Olmak).
Hobbes, T. (1651). Leviathan.
Locke, J. (1689). Two Treatises of Government. (Yönetim Üzerine İki İnceleme).
Rousseau, J.-J. (1762). The Social Contract. (Toplum Sözleşmesi).
Mardin, Ş. (1969). Religion, Society, and Modernity in Turkey. (Türkiye’de Din, Toplum ve Modernlik).
Berkes, N. (1964). The Development of Secularism in Turkey. (Türkiye’de Laikliğin Gelişimi).
Özakpınar, Y. (1997). Kültür ve Medeniyet Anlayışları ve Bir Medeniyet Teorisi. (İlgili bölümler).