0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
98
Okunma
Güneşin yumuşak dokunuşuyla başlayan o gün, önce bir köy kahvehanesinde soluklanmakla taçlandı. Ahşap masaların etrafında toplanmış insanlarla beraber dumanı tüten fincanlardan yükselen kahve kokusuyla içimizi ısıttık; sohbetler koyulaştıkça zamanın akışı yavaşladı, sanki dünya bir anlığına durmuştu. Ardından, köydeki lokantanın rustik havasına sığındık; kağıt örtülerin üzerine cömertçe dökülen sıcak et parçaları, baharatlı soslarıyla birleşip damaklarımızı şenlendirdi. Karnımız doydu, ruhumuz hafifledi – o an, lezzetin en saf haliydi ve sofranın sadeliğinde gizli bir şölen yaşadık..
Akabinde, şehrin nabzını tutan bir mobilya fuarına daldık; modern tasarımların labirentinde kaybolduk, ahşap oymaların zarafetiyle ahşap kokusu arasında gezindik. Burada, mobilya tarihinin izlerini sürdük: Yüzyılın başlarına, ormanlık yamaçlardan kereste akışına dayanan bu gelenek, 1940’larda atölyelerin doğuşuyla kök salmış; bol kereste bolluğunda doğan el emeği, bugün küresel bir sanata dönüşmüş, her köşede ahşabın fısıltısını taşıyan bir miras. Fuarın enerjisiyle yetinmeyip, sokaklara bıraktık kendimizi; epeyce dolaştık, daracık çarşılardan geniş bulvarlara, her köşede yeni bir hikaye keşfederek. Yürüyüşümüz, İlçenin kültürel simgelerine uzandı: Hanların taş duvarlarında ustaların gölgesini hissettik, Kapalı Çarşı’nın kemerli geçitlerinden mobilyanın ve el sanatlarının renkli dünyasına hayran kaldık. Bu simgeler, taşlarında asırlık sırlar saklayan, ruhuyla saran birer tanrıça gibiydi – İlçenin kalbi, her adımda atıyordu. Gün batarken yediğimiz köftenin beğenisi ile yorgun ama mutlu ayaklarımız, nihayet güzel bir otelin kapısına dayandı. Yumuşak yataklar arasında, şehrin uzak uğultusuyla uyuyakaldık; macera dolu gecenin sabahındaki keyifli unutulmaz anılarından bir günün tatlı başlangıcıyla sarıldık güne ve gelecek yarınlara...
Bedri Demirpençe