1
Yorum
6
Beğeni
5,0
Puan
108
Okunma
YAPAY ZEKÂNIN KUR’ÂN’IN BENZERİNİ ÜRETEMEMESİNİN MAHİYETİ ÜZERİNE DERİN BİR İNCELEME
Yazar: Murat Kerem
Sözün Kaynağı, Sözün Yazgısını Belirler
Her söz, sahibinin iradesini ve ruhunu taşır. Bir çocuk ne kadar güzel konuşursa konuşsun, sesi yine bir çocuğun saflığını; bir bilge ise az sözle çok mana taşır. Çünkü kelimeyi değerli kılan, onu söyleyenin derinliğidir.
İnsanın sözü sınırlıdır; çünkü insan sınırlıdır. Kur’ân ise daha ilk sayfasında kendi kaynağını ilan eder:
“Bu kitap, âlemlerin Rabbinin indirdiğidir.” [1]
Bu cümle, Kur’ân’ın mahiyetini özetleyen ilâhî bir tanımlamadır.
Kaynağı ilâhî olan bir sözün, beşer eliyle, ister insan ister yapay zekâ olsun taklit edilmesi mümkün değildir.
Kur’ân’ın meydan okuması sadece insanlara değil, görünmeyen âlemlere kadar uzanır:
“İnsanlar ve cinler bir araya gelseler, bu Kur’ân’ın bir benzerini meydana getiremezler.” [2]
Bu meydan okuma, modern çağın en üstün teknolojileri karşısında bile geçerliliğini bugün de korur.
Kur’ân’ın Kelâmullah Oluşu: Sözün Sahibi İnsan Değilse…
Kur’ân, bir kitaptan önce bir hitaptır; satırlara yazılmış bir metnin ötesinde, semâdan inen bir kelâmdır. İnsan düşüncesinden doğmamış; Allah’ın Kelâm sıfatının bir tecellisi olarak gönderilmiştir. Bu hakikat gözden kaçırıldığında, Kur’ân’ın neden hiçbir beşer tarafından —ister insan ister yapay zekâ— taklit edilemeyeceği de anlaşılamaz.
İlâhî hitap, insana benzemeyen bir kaynaktan geldiği için, beşerin ürettiği sözlerle kıyaslanamaz.
Beşerin sözü sınırlı; Allah’ın kelâmı ise ezelî ve ebedîdir.
Hadislerde Kur’ân şöyle tarif edilir:
“Kur’ân, Allah’ın yeryüzüne uzanan ipidir.” [3]
Bu mecaz, Kur’ân’ın bir “bilgi” değil, bir bağ olduğunu gösterir.
İnsan ile Rabbi arasında kopmayan bir hat…
Bir ucunda semâ, diğer ucunda kul vardır. Bu sebeple Kur’ân, insanın ürettiği herhangi bir metinle aynı türden değil; tamamen farklı bir mahiyettedir.
Bediüzzaman Said Nursî bunu en veciz biçimde ifade eder:
“Kelâm, söyleyenin azameti kadar büyüktür.” [4]
Bu cümle, meselenin özünü bir darb-ı mesel gibi ortaya koyar:
İnsan küçük bir varlıktır; sözü de ona göre küçük ve sınırlıdır. Meleklerin sözü nuranîdir; fakat yine mahlûktur. Cinlerin sözü farklıdır; fakat yine yaratılmıştır.
Fakat Kur’ân, sonsuz kudret ve ilmin sahibi olan Allah’ın kelâmıdır; dolayısıyla mahiyeti de sınırsızdır.
Burada kritik nokta şudur:
Sözün kaynağı değiştiğinde, sözün türü de değişir.
Bir çocuğun sözüyle bir peygamberin sözü arasında nasıl büyük bir fark varsa, peygamberin sözüyle Allah’ın kelâmı arasında da mahiyet farkı vardır.
Aynı kelimeler kullanılabilir; fakat kelâmın ruhu, kaynağıyla birlikte değişir.
Yapay zekâ, ne kadar gelişmiş olursa olsun, sonuçta yalnızca veriyi işler.
Veri ise beşerin ortaya koyduğu sınırlı birikimden ibarettir.
İnsan ne kadar sınırlıysa, ürettiği veri de o kadar sınırlıdır.
Dolayısıyla:
İnsan söz üretir, yapay zekâ bu sözleri düzenler;
ama Kur’ân “indirilen” bir kelâmdır.
İnsan öğrenerek konuşur, yapay zekâ istatistik kurarak;
ama Kur’ân, öğrenmeye dayalı değil, “bildirmeye” dayalıdır.
İnsan türetir, yapay zekâ türetir;
ama Kur’ân ilk bilgidir, vahiydir, doğrudan kaynaktır.
Bu iki kaynağın, beşerî veri ve ilâhî vahyin aynı sonucu üretmesi mahiyetçe imkânsızdır.
Çünkü birisi yaratılmıştır, diğeri yaratılmamıştır.
Aralarındaki fark, su ile ışık arasındaki fark gibidir: Aynı kulvarda değillerdir.
Bu nedenle Kur’ân’ın bir benzerinin getirilememesi sadece bir edebiyat meselesi değil, aynı zamanda kaynak farkı meselesidir.
Kelâmullah’ın karşısına beşer kelâmının çıkarılması, mahiyet bakımından mümkün değildir.
Vahiy ile Veri Arasındaki Aşılmaz Mesafe
Yapay zekâ, ne kadar gelişmiş olursa olsun, çalışma mantığı gereği tüm üretimini mevcut verilerin yeniden düzenlenmesine dayandırır. Milyonlarca cümleyi tarar, kelimeler arasındaki istatistiksel ilişkileri analiz eder ve buna göre yeni ifadeler üretir. Modern yapay zekâ mimarileri, özellikle transformer tabanlı büyük dil modelleri (LLM), tamamen geçmiş verilerden öğrenir; hiçbiri dışarıdan ilham almaz, bilinmeyeni bilmez, gaybı göremez.
Kur’ân ise türev değildir.
Her ayet, hem ilâhî bir hikmete hem de belirlenmiş bir ana doğar; öğrenilerek değil, doğrudan bildirilen bir hakikat olarak gelir.
Tasavvuf ehli bunu şöyle özetler:
“Kur’ân, Allah’ın kalplere üflediği bir nurdur; beşerin zihniyle yapılan bir iş değildir.” [5]
Bu nedenle yapay zekânın ve insanın Kur’ân’a yaklaşabilmesi mümkün değildir; çünkü kaynakları, işleyişleri ve mahiyetleri tamamen farklıdır.
Kur’ân’ın Üslubu ve İ‘câzı: Kelimeyi Aşan Bir Derinlik
Kur’ân’ın üslubu, kelimelerle açıklanamayacak bir ahenk ve bütünlük taşır. Ayetlerin ritmi, ses örgüsü, mana katmanları ve bağlam içindeki uyumu öylesine güçlüdür ki Arap edebiyatının zirvesindeki şairler bile Kur’ân’ın karşısında hayranlıkla susmuştur.
Kur’ân meydan okur:
“Onun benzeri on sure getirin.” [6]
Karşılık verilemeyince çağrı daha da sadeleşir:
“Benzeri bir tek sure getirin.” [7]
Asırlardır buna cevap üretilememiştir. Çünkü Kur’ân’ın üslubu sadece kelime güzelliği değil, ilâhî bir nefes taşır.
Gayb Haberleri: Verinin Değil, Vahyin Alanı
Kur’ân’ın beşer sözü olmadığının en güçlü delillerinden biri, gayba dair verdiği haberlerdir. Veri üzerine kurulan hiçbir sistem geleceği kesin olarak bilemez; sadece tahminde bulunabilir.
Kur’ân ise:
1. Bizans’ın Yenilgiden Sonra Zaferi
Rûm Suresi 30/1–4, Bizans’ın Pers karşısında ağır yenilgi aldığı bir dönemde inmiştir. Tarihçiler o an Bizans’ın tamamen çöktüğünü düşünürken Kur’ân, birkaç yıl içinde yeniden galip geleceğini bildirmiştir. Bu gerçekleşmiş ve tarih birebir doğrulamıştır.
2. Firavun’un Cesedinin Korunması
Yunus 10/92’de bildirilen “bedeninin korunması” haberi, asırlar sonra modern arkeoloji tarafından aynen doğrulanmıştır.
3. Münafıkların İç Yüzü
Tevbe 9/64–67 ayetleri, münafıkların gizli niyetlerini açıklamış; tarihî kaynaklar bunların aynen çıktığını göstermiştir.
4. Mekke’nin Fethi
Fetih Suresi, henüz Müslümanların çok zayıf olduğu bir dönemde kesin bir fetih vaadinde bulunmuştur. Bu da tarihsel olarak aynen gerçekleşmiştir.
Bu örneklerin her biri, tarihsel bağlamıyla bakıldığında vahyin ilâhî kaynağını açıkça ortaya koyar.
Vahyin Mahiyeti ile Verinin Sınırının Çatıştığı Yer
Artık şunu net şekilde görmek mümkündür:
Vahiy, kaynağını sonsuz ilimden alır; veri ise beşer tecrübesinin toplamından.
Vahiy bildirir; veri türetir.
Vahiy ilk bilgidir; veri ise türevdir.
Dolayısıyla yapay zekâ, veriyi ne kadar çoğaltırsa çoğaltsın, vahyin ulaştığı mahiyete yapısal olarak hiçbir zaman yaklaşamaz.
Kur’ân’ın İnsan İnşa Eden Dönüştürücü Gücü
Kur’ân indiğinde Arap toplumu cehalet ve kabilecilik bataklığındaydı. Kısa sürede bireyleri, sonra toplumu dönüştürdü. Adaletsizlik adalete, kabilecilik kardeşliğe, zulüm merhamete dönüştü. Kur’ân sadece bireyin ruhunu değil, tarihin en büyük medeniyetlerinden birini inşa etti.
Bugün bile Kur’ân’ın nefesi kalpleri diriltmeye devam eder.
Yapay zekâ bilgi üretebilir; fakat ruh üfleyemez.
Hadislerin Aydınlattığı Hakikat
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurur:
“Sözlerin en doğrusu Allah’ın kitabıdır.” [13]
Sahih hadislerde, Kur’ân’ın bir harfine bile denk bir söz üretilemeyeceği belirtilmiştir. [14]
Bu, Kur’ân’ın ilâhî kaynağını bir kez daha teyit eder.
Hakikat Ehlinin Sözü: Kalpten Çıkmayan Söz, Kalbe Girmez
Tasavvuf büyükleri der ki:
“Bir sözün değeri, çıktığı kalple ölçülür.”
Kur’ân’ın ayetleri doğrudan kalbe iner; çünkü onların sahibi kalplerin sahibidir.
Yapay zekânın ise kalbi yoktur; bu yüzden Kur’ân’ın ruhuna yaklaşamaz.
Kur’ân’ın erişilmezliği; belâgatindeki kusursuzlukta, gayb haberlerindeki kesinlikte, insanı dönüştüren derinlikte, ilâhî kaynağında ve çağları aşan meydan okumasında açıkça görünür.
Yapay zekâ veriye bağlı bir sistemdir; ruh taşımaz.
Biri yaratılmıştır; diğeri Yaratıcı’nın kelâmıdır.
Bu nedenle Kur’ân’ın benzeri
dün getirilemedi,
bugün getirilemez,
yarın da getirilemeyecektir.
Kaynakça
[1] Şuarâ 26/192–194
[2] İsrâ 17/88
[3] Tirmizî, Fezâilü’l-Kur’ân, 14
[4] Bediüzzaman Said Nursî, Risale-i Nur Külliyatı
[5] Tasavvuf literatürü
[6] Hûd 11/13
[7] Yunus 10/38
[8] Rûm 30/1–4
[9] Yunus 10/92
[10] Tevbe 9/64–67
[11] Fetih Suresi
[12] Bakara 2/23
[13] Müslim, Cum’a 43
[14] Dârimî, Fezâilü’l-Kur’ân
5.0
100% (3)