Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
Erdem Öztürk
Erdem Öztürk

Kayıp Sokak

Yorum

Kayıp Sokak

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

122

Okunma

Kayıp Sokak

Gece şehrin üzerine tam oturmuştu; tıpkı yıllardır giyilmeyen bir paltonun kaldırıldığı kutuya yanlışlıkla geri tıkılması gibi. Her şey sıkışıktı, havasızdı, kenarlarından taşan karanlık dip dibe duruyordu. Sokakların kendi kendine fısıldaştığına yemin edebilirdim: Bazen bir çöp poşetinin yırtılırken bile “yanlış yer, yanlış zaman” diye tısladığını duyuyordum.

Köprü altını geride bıraktığımda ayaklarımın beni nereye götürdüğünü bilmiyordum, ama sanırım bu gecenin en dürüst gerçeği buydu: Nereye gittiğini bilmemek. İnsan bazen yön bulamadığı için değil, yön istemediği için dolaşır. Ben o dolaşanlardandım. bir haritanın arka yüzüne yazılmış eski bir isim gibi silinmek üzereydim.

Sokağın sonunda, neon tabelası yarım yanıp sönen ucuz bir meyhane vardı. Kapısının önünde, gecenin bütün küfünü içine çekmiş bir adam sigara içiyordu. Dumanı üzerimde kalacak diye biraz hızlı geçtim yanından. O ise bakışlarını kaldırmadan, sanki ezberden konuşur gibi mırıldandı:

“Kaybolmuşların yolu buradan geçer her gece.”

Adımlarım duraksadı. Bana mı söylemişti?
Yanımda kimse yoktu.

Adam başını kaldırıp baktı. Gözlerinde alkol yoktu, sarhoşluk yoktu, sadece görmüş geçirmiş bir şeylerin tortusu vardı. Birinin içini anlama alışkanlığı edinmiş insanların o yorgun, vazgeçmiş bakışı.

“Merak etme,” dedi, “sadece yolunu kaybedenleri tanırım. Kendimden bilirim.”

Ne cevap verdim, hatırlamıyorum. Belki hiçbir şey demedim. Ama adam, sessizliğimi cevap saymış gibi gülümsedi. Sigaranın ucunu yere bastırdı, alevi sönerken “Sokak uzun, gece daha uzun,” dedi, “ama en uzun olan insanın kendi içi.”

Bu cümlenin altına imzamı atabilirdim. Hatta üstüne de atardım.

Meyhaneyi geçip geniş bir caddeye çıktım. Sarhoşların bağırışları, yanıp sönen sarı ışıklar, yağmur yağacakmış gibi bekleyen gökyüzü… Şehir o kadar kendine gömülmüştü ki, ben yanından geçip giderken fark bile etmiyordu. Gölgeler koşar gibi ilerliyor, yalnızlık aralıklarla üzerime çullanıyordu.

Bir süre sonra kendimi eski bir otobüs durağının yanında buldum. Durak camı kırılmış, içine rüzgâr dolmuştu. Oturacak bir yer aradım ve bankın kenarına iliştim. Üzerinde yazan cümle yarısı silinmişti:

“BURADA BEKLEYENLERİN ÇOĞU, ARTIK GELMEYECEK OLANLAR İÇİN BEKLER.”

Bu şehir gerçekten mizahı acı seviyordu.

Başımı göğe kaldırdım, sokak lambasının bozuk ışığı gözlerime vuruyordu. Gözlerimin önünde parlayan daireler büyüdü, küçüldü. Bir süre sonra ışık patladı; lamba tamamen söndü. Sokak bir anda görünmez bir el tarafından karartılmış gibi bomboş kaldı.

İşte o an
Birinin beni izlediğini hissettim.

Karanlığın içinden değil, sesin içinden geldi hissi. Tıpkı bir kapının sızdırdığı rüzgâr gibi, varla yok arası bir şeydi. Ayağa kalktım, adımlarımı yavaşlattım. Durağın yanındaki sokağa döndüm. Gölgeler kıpırdadı.

O an bir ayak sesi, sonra bir ikinci.
Birinin benimle aynı tempoda yürüdüğünü anladım.

Arkamı dönmeye cesaretim yoktu. Sokak boyunca ilerledim; ayak sesleri biraz geride, biraz yakın. Ne çok tehditkâr, ne çok masum… Birinin merak ettiği bir şeye dönüşmüştüm sanki. Ya da birinin yarım bıraktığı bir şeye. Belki de sadece bir gece gölgesiydi.

Yine de kalbim hızlandı.

Bir köşe başına geldiğimde durup nefesimi tuttum. Adımlar da durdu.
O anda anladım: Bu şehir insanı takip etmiyor; insan kendi gölgesine dönüşene kadar devamlı adımlıyor. Yine de içimde tuhaf bir his vardı. Saklandığı yerden bakıp beni izleyen bir şey.

“Çık ortaya,” demedim.
Korkunç olanı çağırmak istemezdim hiçbir zaman.

Birkaç saniye sonra, sokak lambası uzağımda tekrar yanıp söndü. Işık, yoldaki su birikintilerine vurdu. Yansımalarda bir silüet belirdi ama benim değil. Bir başkasının gölgesiydi bu. Hamle yapmadı. Sadece bekledi.

Ben de bekledim.

Sonra ışık yeniden patladı ve ortalık karardı. Gölge kayboldu.

Belki sadece bir yanılsamaydı.
Belki hâlâ oradaydı.

Ama o an, bu şehrin yalnızlığıma bir tanık daha eklediğini hissettim. Yalnız kalmak başka bir şeydi; yalnız bırakılmak başka bir şey. Biri beni yalnız bırakmıyor gibiydi.sebebini bilmiyordum.

Sokaktan uzaklaştım. Gölgeyi aramadım. Gölgenin beni bulacağından emindim zaten.

Ve yürüdüm. Ayaklarımın götürdüğü yere değil, gecenin beni bırakmak istediği yere doğru.

Sokağın ortasında durduğumda, ayaklarımın altından geçen suyun sesi bir anlığına beni çocukluğuma götürdü; dalgınlıkla elinden düşürdüğü oyuncaklarını su birikintilerinden çıkaran o utangaç kıza. Geri dönmek ister miydim? Hayır. O da ben de aynı karanlıktaydık zaten. İnsan geçmişini değiştiremiyorsa, en azından onu inkâr edebileceğini sanıyor… ama olmuyor. Karanlık yerini buluyor.

Elimi cebime götürdüm. Parmaklarım sigara paketinin boşluğuna değince içimde garip bir sızı hareket etti. Bir alışkanlık kaybolunca insan kendini eksik sanıyor; oysa belki de eksilen kendin değilsindir, sadece tutunduğun dal kırılmıştır. Bir dalın kırıldığını aslında sesinden değil, nefesindeki ani değişimden anlarsın.

Bir adım attım.
Sonra bir adım daha.
Adımlarımın hiçbir yere götürmediğini bile bile…

Burası hâlâ yabancı. Her köşesinde başka bir yüzün gölgesi var. Kalabalık yok belki ama yokluk bir insanın üzerine çöktüğünde kalabalıktan daha gürültücü olabiliyor. Boşluğun da sesi var; duvarlara çarpıp geri gelen paslı bir nefes gibi.

Ben mi seçtim bu şehri, yoksa şehir mi beni içine aldı? Bilmiyorum. Soruların cevabı yok; cevapların sorusu yok. İçimdeki düğüm, çözülmek gibi bir niyete sahip değil. Her cümle yarım, her nefes eksik.



İnsan her şeyi unutabilir sanır. Hatta bazen unuttuğuna yemin eder, gerçekten unuttuğuna inanır. Ama doğduğum şehirde, o akşamüstünde kırılan şey yalnızca bir an değildi; ben kırılmıştım. Çocuk mu? Bisiklet mi? İp mi? Yoksa gözlerime dolan acımasız gerçek mi?
Bu dünyada hiçbir yere ait olmadığım gerçeği mi?

İpi bileğimden çözdüğümde çocuk çoktan gitmişti. Gözlerindeki soruyu bile almıştı beraberinde. Belki bana bakıyordu ama asla beni görmüyordu. O gün ilk kez “görünmez” hissi omuzlarıma çöktü. Kimse anlatmaz bunu. Görünmez olmak süper güç falan değildir. Hayatta görünmezsen hiçbir yere kök salamıyorsun. Ne toprağa, ne insana, ne kendine.

O an bir kapı kapandı içimde.
Ama başka bir kapı da açılmadı.
Arada kaldım.



Döndüğümde herkes beni aynı kişi sanıyordu. “Biraz değişmiş gibisin” diyenler oldu ama hiçbiri gerçeğini bilmedi: Değişen ben değildim, içimdeki boşluk büyümüştü. Sesim daha kısık, gözlerim daha bulanık, yürüyüşüm daha temkinliydi. Evlerin kapıları açıktı ama ben giremiyordum. Bir merdivene adım atıyordum, yarı yolda vazgeçiyordum. İnsanlara bakıyor ama bakmıyor gibi yapıyordum.

Kendime bir hayat kurayım dedim.
Bir masa aldım, bir sandalye, bir bardak.
Hepsi boş durdu.
Ben dolmayı beceremedim.

Geceleri uyumak yerine düşünmeyi seçtim. Çünkü düşünmek, her ne kadar acıtsa da, sessizliğin altında ezilmekten daha iyiydi. Yatağın kenarında bacaklarımı çekip dizlerimi kendime dayadığım anlar çoğaldı. Kendime sarılmayı öğrendim ama kendimi bırakmayı hiç öğrenemedim.

Birkaç iş denedim. Masalarda oturdum, ekranlara baktım, insanlara gülümsedim. Ama içimde hep aynı cümle dolaşıyordu:

“Ben burada değilim.”



Bir yerde yanlışlık vardı ve o yanlışlık bende değildi; çok daha derin bir şeydi. Belki geçmiş, belki kader, belki coğrafya. Belki de hiçbir adı yoktu.



Şimdi bu ıslak sokağın ışıksız köşesinde dururken içimden geçen düşünceler birbirine çarpıyor. Ne kadar uğraşsam da içimdeki fırtınayı susturamıyorum.

“Kendine gel,” diyorum.
“Kendine gel, bir karar ver.”

Ama sonra başka bir ses, daha derinden, daha yorgun bir yerden fısıldıyor:

“Karar verecek bir ‘sen’ kaldı mı?”

Dizlerimde hafif bir sızı var. Yorgunluk değil bu; ağırlığın bedenimde yaptığı küçük bir çentik. Sanki yıllardır aynı ağırlığı taşıyorum ve artık omuzlarım çökmeye başladı. Genç bir kadın olmam hiçbir şeyi kolaylaştırmıyor; kimse genç bir kadının içindeki karanlığı ciddiye almıyor. Oysa ben yaşımı değil, taşımak zorunda kaldığım sessizliği hissediyorum.

Bir sokak lambasının titrek ışığı üstüme vuruyor. Bu şehir beni tanımıyor ama bu belki de bir avantaj. Tanınmamak, bazen var olmamakla aynı şey. Kimliğini kaybeden birinin özgürlüğe daha yakın olduğu da söylenir, ama benimki özgürlük değil; belirsizliğin koyu bir sisi.

Nereye gideceğimi bilmiyorum.
Nerede durmam gerektiğini de…
Ama en çok bilmediğim şey, neye dönüşmekte olduğum.

Bir kapının eşiğinde gibiyim ama kapı görünmüyor.
Sadece his.
Sadece ağırlık.
Sadece yönünü kaybetmiş bir iç ses.

Bugün karar vermem gerek.
Belki yarın da…
Belki bir ömür böyle geçecek.

Ama adımı atmadan önce nefesimi tutuyorum.
Çünkü her karar bir kayıptır.
Ve ben kaybetmekten yoruldum.

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Kayıp sokak Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Kayıp sokak yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Kayıp Sokak yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL